Drop Down MenusCSS Drop Down MenuPure CSS Dropdown Menu -->

15 Haziran 2023 Perşembe

TAKVİM 13

 1 Her işinde büyüklüğünü gösteren: El-Mütekebbir

Allah’ın büyüklüğü insan tasavvurunun o denli üstündedir ki lisanlarımızın büyüklüğü tarif etmek için ürettiği tüm deyişler O’nun büyüklüğü karşısında yetersiz kalır. O’nun büyüklüğünü ancak eserlerini inceleyerek hayal edebiliriz. İbn Arabi’ye göre Allah Teala’nın mütekebbir olması zatı için yaratılmışların sıfatlarından münezzeh olma anlamına geldiği gibi büyüklenmeye kalkan azgın ve zalim insanları kahır ve galebesi altına almayı da ifade eder. Yine ona göre bu ismin kula tecellisi onun kendi şerefinin farkına varmasını sağlar. Kul, yaratıklarından hiçbirisine karşı kendisinde bir üstünlük görmediğinde Allah onu Mütekebbir isminin mazharı yapar. İşte asıl büyüklük budur. İnsan bu sayede kendi gibi varlıkları yücelterek şirke düşmekten korunmuş olur. Bu ism-i şerif hükmünce insan çalışıp çabalamalı, büyük adam olmalı; fakat hiçbir zaman büyük görünmemeli. Tekebbürden tevazua sığınmalı. Zaten tevazu ancak, gerçekte büyük olanların gösterebileceği bir ahlaktır.


2 Sözünü herkese geçiren: El-Cebbâr

El-Cebbâr kelimesi, Kur’an-ı Kerim’de on ayrı yerde sıfat olarak zikredilir. Bunlardan sadece Haşr sûresinin 23. âyetinde Allah’ın isimlerinden biri olarak geçer. El-Cebbâr, Allah’ın hem sıfatı hem 99 isminden biridir. Dilimize çevrildiğinde “Sözünü herkese geçiren, güç kuvvet gösteren, zorlayan, icbar eden” gibi anlamlara gelir. Rahmeti her şeyi kuşatmış olan Yüce Rabbimizin “Zor kullanan” anlamına gelen bu sıfatı kendi isimleri arasında saymasının elbette birçok hikmeti vardır. Biz, O’nun isimlerini anladıkça kâinatta olup biten her şeyi daha doğru idrak ediyoruz. Bu ismiyle, Allah’ın; düzeni bozulan her şeyi düzelttiğini, iradesini her durumda hâkim kıldığını anlıyoruz. Âlemlerin Rabbi olan Allah, her varlığın yaratılış amacına uygun yasalar koymuş ve onları ister istemez bu yasalara uymaya mecbur etmiştir. El-Cebbâr; sözünü geçiren, yasalarını her durumda yürütendir. Hiç kimse O’nun neyi niçin yaptığını sorgulayamaz. Yaratıkların isteksizlik ve itaatsizliği O’nun düzenini bozamaz; bu düzenin dışına çıkan, sadece kendi varlığına zarar vermiş olur.


3 Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye

Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye, günümüz Türkçesine ‘Adli Hükümler Dizini’ şeklinde çevrilebilir. Kısaca, Mecelle adıyla bilinir. Tanzimat döneminde, 1868-1876 yılları arasında hukukçu ve devlet adamı Ahmet Cevdet Paşa başkanlığındaki bir komisyon tarafından Hanefi mezhebi esas alınarak oluşturulmuş hukuki düzenlemeler bütünüdür. Mecelle1851 maddeden oluşur. İlk yüz maddesi İslam Hukukunun genel ilkeleri olarak değerlendirilen genel kaidelerden meydana gelir. Geri kalan maddelerse borçlar hukuku, eşya hukuku ve muhakeme usulüyle ilgili hükümlerdir. Üslubu basit, ifadesi açıktır. Bu sebeple çok beğenilmiş, Osmanlı Müslüman coğrafyasında büyük ilgi görmüştür. 1926 yılında Türkiye Mecelle’yi kaldırdıktan sonra, Osmanlı Devleti’nden ayrılan Suriye, Ürdün, Irak, Lübnan, İsrail ve Filistin gibi memleketlerde bir müddet daha yürürlükte kalmıştır. Hatta İsrail, 1970’lere, çeşitli bölümlerinin yerini alacak kanunlar hazırlanıncaya kadar Mecelle’yi yürürlükte bırakmıştır. Mecelle, İslâm hukukunun modern formda kanun hâline getirilebileceğinin en güzel göstergesi sayılır.


4 İftar ve imsak vakitlerinde dua

Kur’an ayı ramazan; maneviyatın, orucun, dua ve niyazın dört bir yanı kapladığı rahmet ve mağfiret ayıdır. Diğer bir deyişle ibadet ve kulluğun, dua ve yakarışın yoğunluk kazandığı bir zaman dilimi, bir mübarek vakittir. Kur’an en çok bu ayda okunur, namaz en çok bu ayda kılınır, dualar en çok bu ayda edilir. Allah Teâlâ, oruç tutan Müslümanın ibadet ve niyazını, iftar ve imsak vaktinde ettiği duaları bu ayda daha ziyadesiyle kabul eder. Bundan böyle sahurda bereket olduğunu söyleyen Peygamberimiz (sas); “Ey bu gecenin ve biraz sonra olacak sahurun Rabbi olan Allah'ım! Bizi iftara ulaştırırken günahlarımızdan arınmış olarak orucumuzu açmayı nasip eyle!” şeklinde dua ve niyazda bulunurdu. Yine Allah resulü (sas) iftar vakti geldiğinde: Allah'ım! Senin rızan için oruç tuttum, Senin rızkınla orucumu açtım." Şeklinde dua ve niyazda bulunur; “Oruçlunun iftar vaktinde yaptığı dua, kesinlikle reddolunmaz” (İbn-i Mâce, c. l, No: 1753) buyururlardı.


5 Kur'an'ın mucizeliği

Mucize, benzeri yapılamayan ve kendisiyle meydan okunan olağanüstü olay demektir. Kur’an’ın mucize oluşu da, onun kendi benzerini ortaya koymaları konusunda bütün insanlığa meydan okumasıdır. Dahası, bu çağrı karşısında bütün dilci ve ediplerin çaresiz kalmalarıdır. Kur’an, birçok ayette kendisinin veya bir sûresinin benzerini yazıp getirmeleri hususunda Arap edebiyatçılarına meydan okumuştur. Kur’an’ın Allah kelamı olduğunu kabullenmek istemeyen ve ona karşı koymaya kalkışanlar, dil hususunda uzman oldukları hâlde, Kur’an’ın bu çağrısı karşısında çaresiz kalmışlar, onun bir benzerini yazıp getirememişlerdir. Bu, Kur’an’ın sıradan bir kitap olmadığını ve Allah’ın bir mucizesi olduğunu ortaya koymaktadır. Kur’an’ı inceleyebilecek düzeyde bilgi birikimine sahip olan her mü’minin, onun anlam yüceliği ve eşsizliği karşısında hayranlık duymaması mümkün değildir. Kur’an’ı önyargısız inceleyen Avrupa medeniyetinin meşhur simaları da onun eşsizliğine hayran olmuşlardır. Milyonlarca insanın onu ezberlemiş olması da Kur’an’ın bir başka mucize yönüdür.


6 Şifa ayı Ramazan ve oruç

Ramazan, arınma ayı olduğu kadar ruhen ve bedenen dirilme ve yenilenme ayıdır. On bir ay boyunca birbirini tekrar eden günlük yaşam rutinleri, bu ayda köklü ve derin bir değişim gösterir. Sakin ama bir o kadar da planlı olan bu bir değişim, insanın dinginlik ve sağlığı için çok önemlidir. Çünkü her gün aynı saatte yemek yemek, işe gitmek, uyumak ve uyanmak gibi rutin işler; bir süre sonra düşünmeyen, sorgulamayan ve hayatı gereği gibi anlamlandıramayan insanların ortaya çıkmasına sebep olur. Nüfusun artması ve toplumların modernleşmesi ile beraber, her gün daha fazla maddi ve manevi kirlilik ve strese maruz kalıyoruz. Bilgisayar ve cep telefonu ekranlarına uzun süreli bakmak bile, hormon dengemizi ve vücudun diğer işleyişlerini etkiliyor. Tam da bu noktada maddi ve manevi şifa kaynağımız olan ramazan ayı imdadımıza yetişiyor. Deyim yerinde ise üzerimizdeki ölü toprağı kalkıyor, ruhen ve bedenen bir diriliş ve zindelik başlıyor. Dahası, ramazan ayını hakkıyla geçiren bir kişinin dinginleşip bedenen ve ruhen şifa bulması kaçınılmaz hâle geliyor.


7 Orucu bozmayan şeyler

1. Oruçlu olduğunu unutarak yemek, içmek ve cinsel ilişkide bulunmak.

2. Bir suya dalıp kulağına su kaçmak.

3. Kendi isteği olmayarak boğazına toz ve duman girmek.

4. Kendi isteği olmayarak kusmak.

5. Kendiliğinden içeriden gelen kusuntunun yine kendiliğinden içeriye gitmesi.

6. Uyurken ihtilam olmak.

7. Dokunma ve öpme olmadan sadece bakmak veya düşünmek sebebiyle boşalmak.

8. Eşini öpmek.

9. Geceleyin cünüp olan kimsenin sabaha kadar yıkanmayıp gündüz yıkanması.

10. Dişleri arasında sahur yemeğinden kalan ve nohut miktarından az olan kırıntıyı yutmak.

11. Ağzındaki tükürüğü yutmak.

12. Ağzına gelen balgamı yutmak.

13. Kafasından burnuna gelen akıntıyı içine çekip yutmak.

14. Ağzına aldığı veya dişine koyduğu ilacın tadını boğazda hissetmek.

15. Gözlerine sürme çekmek.

Bu saydığımız şeylerin hiçbirisi orucu bozmaz.


8 Ramazan: Kutlu misafir

Ramazan, bize on bir ayda bir gelen kutlu bir misafirdir. Rabbimizden, ruh dünyamızı zenginleştiren bir konuk, gönüllerimizi şenlendiren yüce bir davettir. Kerim kitabımızın ifadesiyle “İnsanlar için bir hidayet rehberi, doğru yolun ve hak ile batılı birbirinden ayırmanın apaçık delilleri olarak Kur’an’ın kendisinde indirildiği aydır…” (Bakara, 2/185) Dahası, hidayet rehberimiz Kur’an-ı Kerim’i daha çok okumaya, tefekkür edip yaşamaya çağrıdır. Tuttuğumuz oruçlarla irademizi güçlendirmek ve nefsimizi terbiye etmek için en güzel fırsattır. Sahuruyla, iftarıyla yuvalarımızda huzur ve berekettir. Beş vakit namazın yanında kıldığımız teravihlerle bedenimize sıhhat, ruhumuza sükûnettir. Zekât, fitre ve sadakamızla; yakınlarımız, komşularımız ve bütün kardeşlerimizle aramızda muhabbettir. Bu ayda mü’minler olarak bize düşen en büyük sorumluluk, bu kutlu misafire gönlümüzde yer açmak, bu ilahî davete yürekten icabet etmektir.


9 Manevi huzur iklimine girerken

Manevi huzur iklimi denildiğinde, aklımıza ilk gelen mübarek ramazan ayıdır. Rabbimiz, ramazan ayını diğer zamanlarda bulunmayan birçok manevi güzellikle, hayır ve bereketle donatmıştır. Ramazanı özel kılan önemli bir husus, Kur’an-ı Kerim’in bu ayda nazil olmaya başlamasıdır. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de ismi zikredilen tek ay olan ramazan hakkında Cenab-ı Hak şöyle buyurmuştur: “Ramazan ayı, insanlara yol gösterici, doğrunun ve doğruyu eğriden ayırmanın açık delilleri olarak Kur’an’ın indirildiği aydır.” (Bakara, 2/185) Ramazanda sahura uyanırken, ruhlarımız âdeta tazelenir. İftara kavuşurken gün boyu elde edilen manevi kazanımlarla tüm benliğimiz sükûn ve huzura kavuşur. Müminlerin Yaradan’la kurduğu gönül bağı ayrı bir güç kazanır. Bu ay; orucu, sahuru, iftarı, teravihi, safları dolan camileri, dinlenen mukabeleleri, sohbetleri ve iftar davetleri için akın akın yollara düşen insanları ile tam bir huzur iklimi kucaklar. Bu huzur iklimini ve fırsatları kaçırmamalıyız.


10 Seyyahlar

Seyyah, gezgin demektir. Tarih boyunca birçok bölgeyi, kıta veya ülkeyi gezen, gören, ciltler dolusu kitaplar ve seyahatnameler telif eden gezgin veya seyyahlar çıkmıştır. Eskiden olduğu gibi günümüzde de çok sayıda seyyah, başta kendi memleketleri olmak üzere yerli yabancı birçok kenti, ülkeyi ve tarihî yeri gezmekte; folklorik, kültürel ve ilmî bilgiler devşirmektedir. İslam tarihi boyunca, Müslüman coğrafyayı, kıta veya ülkeleri gezen, gören, merak eden; dahası oralar hakkında dünden bugüne çok kıymetli bilgiler aktaran ünlü seyyahlar olmuştur. El-İdrisî, Yâkut el-Hamevî, İbni Battuta ve Evliya Çelebi bu seyyahlardan bazılarıdır. Önemli eserlere imza atan bu seyyahların merak veya keşfetme duygularının oluşmasında, Kur’an-ı Kerim’de geçen; “Yeryüzünde gezip de kendilerinden öncekilerin sonu ne olmuş görmezler mi? ...” (Rûm, 30/9) şeklinde doğrudan veya dolaylı biçimde gezmeyi, görmeyi ve ibret almayı teşvik eden onlarca ayetin kuşkusuz ki rolü büyüktür.


11 Peygamberi en güzel anlatan kadın: Ümmü Ma'bed (r.a)

Hicret yolculuğunda Allah Resulü ve arkadaşlarını misafir etme bahtiyarlığını elde eden Ümmü Ma’bed, o günden bugüne Allah Resulü’nü en güzel tavsif eden kişi olarak bilindi. Yüzünde tatlı bir tebessüm ve gülen gözlerle “mübarek adamı” nesillere şöyle tasvir etti: “O, tertemiz görünümlü ve latif birisiydi; yüzü aydınlıktı. Vücut yapısı güzeldi. Güler yüzlüydü. Ne şişman ne de zayıftı. Çok uzun boylu ve siyah değildi, beyaz tenliydi. Güzel ve ahenkli bir görünüme sahipti. Ağırbaşlıydı. Gözlerinin siyahı ve beyazı belirgindi. Kirpikleri uzundu. Tok sesliydi. Gözleri iri ve sürmeliydi. Kaşları ince ve uzundu, bitişikti. Saçları simsiyahtı. Uzun boyunluydu. Gür sakallıydı. Sustuğunda vakur duruyordu. Konuştuğunda ise doğruluyordu, böylece bir asalet ortaya çıkardı. Tane tane konuşurdu. Konuşması net ve açıktı. Etrafında pervane gibi dönen dostları vardı. O bir şey dediğinde kendisini dinliyorlar, bir şey emrettiğinde derhâl yerine getiriyorlardı. Onun yaptıkları da söyledikleri de boş ve anlamsız değildi.”


12 Namazda ayetleri yanlış okumak namazı bozar mı?

Namazda yapılan kıraat hatalarının namazı bozup bozmayacağı konusunda fakihler birtakım ölçüler getirmişlerdir: Kur’an, kasten manası değişecek derecede yanlış okunursa namaz bozulur. Hata ile veya unutarak yanlış okunması hâlinde ise; a)Yanlışlık, kelimelerin harekelerindeyse manada değişiklik olsa da namaz bozulmaz. b)Yanlışlık durak yerlerinde yapılırsa manasında değişiklik olup olmadığına bakılmaksızın namaz bozulmaz. c)Bir harf yerine başka bir harf okunması şeklinde meydana gelen yanlışlıkta, bir harf değişir de bu değişiklikle kelimenin manası değişmezse ve Kur’an’da o kelimenin benzeri varsa namaz bozulmaz. Şayet harf değişmekle kelimenin manası bozulmaz fakat bu kelimenin bir benzeri Kur’an’da yoksa İmam Ebu Hanife ve İmam Muhammed’e göre bozulur, İmam Ebu Yusuf’a göre bozulmaz. Harfin değişmesiyle mana değişir ve Kur’an’da da benzeri yoksa namaz bozulur. Namaz esnasında az veya çok miktarda ayet atlamakla namaz bozulmaz. Bir kimse, kıraati, namazı bozacak derecede hatalı yapar ancak geri dönüp hatasını düzeltirse namazı caiz olur.


13 Hidayet

İslam dini takip edilecek yolları hidayet ve dalalet olarak ikiye ayırmış, bu yolların akıbetini de bildirmiştir. Hidayet, “doğru yola kılavuzluk etmek” anlamını taşır. M. Hamdi Yazır, meseleye hidayetin, sadece doğru yolu göstermek (irşat) ve doğru yoldan nihayete kadar götürmektir (tevfik) olduğuna dair iki aşamalı bir izah getirmiştir. Hidayet, hayır olanı istemeye mahsustur, aksi caiz değildir. Örneğin, hırsıza yol göstermek caiz değildir, buna hidayet denmez. Cenab-ı Hak, Peygamber’e hitaben, “Şüphesiz sen her sevdiğin kimseyi hidayete erdiremezsin. Ancak Allah dilediğini hidayete erdirir ve hidayete girecek olanları en iyi O bilir.” buyurmuştur. Bir başka ayette, “Dilediğini saptırır, dilediğine de hidayet verir.” buyrulmuştur. Bu fiil, Allah’tan başkasına nispet edildiğinde ise hidayete vesile olma manası murat edilir. Örneğin Yüce Allah, Hz. Peygamber’e hitaben, “Şüphesiz sen doğru bir yola rehberlik ediyorsun.” buyurmuştur. Burada Rabbimiz Peygamberimizin hidayete vesile olduğunu buyurmaktadır.


14 Musibetler karşısında müminin tavrı

Hayatın akışı içerisinde her birimizin yaşadığı zorluklar, çile ve kederler, maddi ve manevi sıkıntılar olması mukadderdir. Elbette hiçbirimiz zorluklarla karşılaşmayı arzu etmeyiz. Ancak müminler olarak biliriz ki hayatın güzel anları kadar, sıkıntılı zamanları da dünya imtihanımızın birer parçasıdır. Cenab-ı Hak, insanı, bazen elindekileri alarak bazen de fazlasıyla nimet vererek imtihan eder. Bu yüzden, musibet karşısında isyan etmek, kırıp dökmek ya da kötü söz söylemek yerine öncelikle sabırlı ve metanetli olmaya gayret gösteririz. Sağduyu ve aklıselim ile hareket ederiz. Sıkıntıyı aşmak için üzerimize düşen sorumluluğu yerine getiririz. Bizler, her musibetten dünyamıza ve ahiretimize yönelik dersler çıkartırız. Benzer sıkıntılara maruz kalmamak için hata ve ihmallerimizi gözden geçiririz. İlim sahibi, tecrübeli insanlardan yardım alır, ondan sonra da Rabbimize tevekkül ederiz. O hâlde, iyi günde olduğu kadar kötü günde de hayata tutunmak ve Rabbimizle aramızdaki bağdan güç almak, imanın güzelliğindendir.


15 Kültürümüzde aşevleri

Osmanlı Devleti’nde birçok içtimai ve beledî hizmet vakıflar tarafından karşılanmakta olup çeşitli eser ve hizmetlerin vakfedildiği bilinmektedir. Aşevleri de her biri birer vakıf olan külliyelerin parçası veya müstakil kurumlar olarak vakıf nizamnamelerine göre işlerdi. Çalışanların alacakları ücret, ne kadar ve nasıl yemek dağıtılacağı, dağıtılacak yemeklerin çeşidi de bu nizamname ve vakfiyelerde kayıtlıydı. Büyük bir külliyenin parçası olmayan küçük aşevleri de daha çok misafir ve fukara için hizmet verirdi. Aşevinde yemek yiyenler öncelikle misafirler, külliyedeki görevliler ve öğrencilerdi. Müderrisler, aşçılar, kapıcılar, nöbetçi yeniçeriler, imamlar, müezzinler, mektep muallimleri, darüşşifada görevli hekimler ve yardımcıları, hastalar, çamaşırcılar gibi görevlilerin günlük yemek ihtiyacı da buradan karşılanırdı. Çalışanlar, öğrenci, misafir ve fakirlerin sayıları göz önüne alınırsa büyük aşevlerinde günde yaklaşık 1000-2000 kişiye yetecek kadar yemek çıkarıldığı görülmektedir.


16 Sürekli, çeşitli ve bol bol rızıklandıran: Rezzak

İnsanoğlu hayatını sürdürebilmek için nice nimetlere muhtaçtır. Rezzak onların hepsini verendir. Sadece bu dünyada değil, ahirette de devam eder Rabbimizin rızıkları. Bedenimiz, aklımız ve ruhumuzun varlıklarını sağlıklı bir şekilde devam ettirebilmeleri için ne gerekiyorsa onları yaratan, bize ulaştıran ve onlardan faydalanmamızı sağlayan O’dur. O bize rızık olarak takdir etmediyse yediğimiz lokmayı yutamayız, her şeyimiz yerli yerinde olduğu hâlde huzur bulamayız. Bedenin rızkı besinler; aklın rızkı ilim, irfan ve hikmet; kalbin rızkı sevgi, şefkat, merhamet; ruhun rızkı ise iman, takva, taat ve teslimiyettir. Kur’an’da bu dünyadaki maddi ve manevi hayatımız için ihtiyaç duyduğumuz her şey rızık olarak nitelendiği gibi ahirette ulaşılacak nimetlere dahi rızık denilmiştir. İman, Allah’ın indirdiği din ve hidayet de rızıktır. İnsana yaraşan, maddi rızkı için çalışıp çabaladığı gibi ruhunun gıdası olan manevi rızıkların da temizini, halisini arayıp bulması ve ondan yararlanmasıdır.


17 Gençliğimiz en büyük imkan ve zenginliğimiz

Gençlik, insan ömrünün baharıdır. Hayallerin ve fikirlerin yeşerip geliştiği, güç ve heyecanın zirvede olduğu dönemdir. Gençlik iyi değerlendirildiğinde kişiye dünya ve ahiret saadetini kazandıracak, aksi halde ise pişmanlıkla anılan yıllara dönüşecektir. Nitekim Peygamberimiz (s.a.s) “İhtiyarlık gelmeden önce gençliğin kıymetini bilin!” (Buhârî, Ezân, 36) uyarısında bulunur. Sevgili Peygamberimizin müjdesine göre, Allah’a kulluk bilinciyle yetişen genç, dehşetli kıyamet gününde arşın gölgesi altında korunacaktır. Gençlerimiz, geleceğimizdir, umudumuzdur. Bizi güçlü kılan en büyük imkân ve zenginliğimizdir. Her bir gencimiz bizim için ayrı bir değerdir; ilgiyi, iyiliği, desteği ve sevgiyi hak etmektedir. Onların insanlığa faydalı, millî ve manevî değerlerine bağlı, bilinçli ve ideal sahibi fertler olarak yetişmeleri için hep birlikte gayret gösterelim.


18 İbn Ümmü Mektûm (r.a)

İslamiyet’i ilk kabul edenlerden biri olan İbn Ümmü Mektûm, sohbetinde bulunmak için sık sık Resulüllah’ın huzuruna gelirdi. Bir gün Peygamberimiz’in, Kureyş’in ileri gelenlerine tebliğ vazifesini yaptığı esnada yanına gelerek ondan kendisine Kur’an okumasını istedi. Allah Resulü, onunla ilgilenemedi. İbn Ümmü Mektûm, cevap alamayınca talebini birkaç defa tekrar etti. Isrardan rahatsız olan Resul-i Ekrem yüzünü buruşturup muhataplarıyla konuşmayı sürdürdü. Tam sözünü bitirip yerinden kalkacağı sırada ilahi ikaz geldi: “Yanına âmâ geldi diye yüzünü ekşitip döndü. Nereden bileceksin, belki de o günahlarından arınacaktı. Yahut o öğüt alacak ve o öğüt kendisine fayda verecekti. Öğüde ihtiyaç duymayan kimseye gelince, sen ona yöneliyorsun. Onun inkâr ve isyan pisliği içinde kalmasından sen mesul değilsin. Sana koşarak gelen ve Allah’tan korkan kimseyi ise ihmal ediyorsun.” (Abese, 80/1-10) Bu hadiseden sonra Hz. Peygamber, İbn Ümmü Mektûm’a iltifat ve ikramda bulundu, ona ailesinin ferdi gibi muamele etmeye başladı.


19 Anne ve babaya hürmet

İnsanın bu dünyaya gelmesine vesile olan anne-babası, onun büyüyüp yetişmesi ve ilk eğitimini alarak şahsiyet kazanması için yıllarca emek verir. Bu yüzden yüce dinimiz, insana anne-babasıyla iyi geçinmeyi, onların hatırını saymayı ve haklarını korumayı emreder. Zorluklar karşısında maddi ve manevi anlamda anne-babaya destek olmanın, bilhassa yaşlandıklarında muhabbet ve merhamet göstererek ihtiyaçlarını karşılamanın vefa borcu olduğunu anlatır. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulur: “Rabbin, kendisinden başkasına asla ibadet etmemenizi, anne babaya iyi davranmanızı kesin olarak emretti. Eğer onlardan biri ya da her ikisi senin yanında ihtiyarlık çağına ulaşırsa, sakın onlara “öf!” bile deme; onları azarlama; onlara tatlı ve güzel söz söyle. Merhamet göstererek tevazu kanadını indir ve de ki: ‘Rabbim! Onlar beni küçükken nasıl koruyup büyüttülerse, sen de öylece onlara merhamet göster.’” (İsrâ, 23-24) İyilik ve ihsanımızı, bir çift tatlı sözümüzü ve güler yüzümüzü, saygı ve hoşgörümüzü anne babamızdan esirgemeyelim. Onların gönlünü yapma ve hayır dualarını alma gayretinde olalım.


20 Astrolojiye inanmak

Astroloji, "Halk arasında yıldız falı, burç falı gibi inanışları konu edinen, gök cisimlerinin oluşum ve özelliklerinin insanın geleceğine etkilerini konu alan bir uğraştır." Gök cisimleri ve yıldızlara asla metafizik anlamda bir güç izafe edilmemelidir. İslam, yıldızların, insanların kaderlerini şekillendirici bir etkisinin olabileceği yolundaki inanca karşı çıkmıştır. Ayrıca günümüzde yapılan pek çok astrolojik yorum, gayba ait bilgiler verme iddiası taşımaktadır. Gayb bilgisi ise yalnızca Allah’a aittir. İslam dini; falcılık, kehanet, medyumluk vb. faaliyetleri şiddetle yasaklamıştır. Yıldız falcılığının da bu kapsamda yasaklanması doğaldır. Bu bakımdan astroloji, İslam âlimlerinin reddettiği uğraşılardan olmuştur. İslam dini bu işlerle uğraşanlara danışmayı, onların yönlendirmelerine göre hareket etmeyi, bu konularda söylediklerini onaylamayı tasvip etmez. Müslümanların bunlardan uzaklaşması ve bunlarla meşgul olanlara ilgi göstermemesi gerekir.


21 Müslümanlar ilim ve medeniyetin öncüleridir

Müslümanlar, İslam’ın ilk emri olan “Oku” buyruğun ışığında çağlar boyunca ilme, eğitime, okumaya önem verilmiş, mekteplerde, medreselerde nice bilim insanı yetişmiştir. Mekke’den Medine’ye, oradan dünya yayılan İslamiyet, muhatap olduğu toplumların öncelikle zihinlerini yeniden yapılandırmıştır. Beytül Hikme’den itibaren dünya bilim mirasından istifade eden Müslümanlar, tıp, felsefe, matematik, fizik, kimya alanlarında dünyada elde edilmiş bütün keşifleri ve kuramları Arapçaya tercüme etmişlerdir. Bu sayede hem İslam coğrafyasında irili ufaklı pek çok aydınlanma gerçekleşmiş, İslam âlimleri birikimlerini kendisi dışındaki medeniyetlere de aktarmışlar ve onları etkilemişlerdir. Endülüs’ten Orta Asya’ya kadar uzanan geniş bir coğrafyada Müslümanlar yüzyıllar boyu dinî ve dünyevi ilimlerin lokomotifi olmuşlardır. Farabi, İbn Sina, İbn Rüşd, Biruni, Akşemseddin ve Uluğ Bey gibi hem kendi dönemini hem de geleceği aydınlatan yüzlerce âlim yetişmiştir.


22 İslam’ın kubbesi: Ahlat

Ahlat, Urartulardan Osmanlılara kadar çeşitli devletlerin ve hanedanların idaresinde kalmıştı. Hz. Ömer devrinde İslam topraklarına katılan şehir, XI. yüzyılda Türk İslam medeniyetinin bedii örneklerinden biri olmuştu. XII. yüzyılın başlarından itibaren de İslam âleminin en büyük şehirlerinden biri hâline gelmiş ve tarihinin en parlak devrini yaşamıştı. İlim, sanat ve kültür alanında çalışmalar yapılan Ahlat aynı zamanda “Fityan” adı verilen Anadolu’daki ilk esnaf ve sanatkâr birliklerinin kurulduğu beldedir. Mimari alanda adını sadece Ahlat’a değil Anadolu’nun çeşitli vilayetlerine de yazdıran ustalar beldeyi mamur etmişti. Bitlis Vilâyeti Salnâmesi’ne göre Ahlat’ta ikisi hisar içinde olmak üzere yedi cami vardı. Günümüzde Ahlat’ta tarihî ve mimari değeri olan altı kümbet, üç mescit ve bir kale bulunmaktadır. Ahlat özellikle sanat değeri yüksek mezar taşlarıyla meşhurdur.


23 Ailede büyüklere saygı

İnsanın doğumla başlayan hayat serüveni; çocukluk, gençlik, yetişkinlik ve yaşlılık basamaklarından geçip ölümle nihayete erer. Doğum ve ölüm gibi yaşlılık da ilahî kanunun bir gereğidir. Günümüzde de yaşlılara yapılan başka türlü muameleler söz konusu. Yaşlılarımız evlerinde, odalarında, huzurevlerinde, bir bakıma kendi başlarına yalnızlığa terk edilebiliyor. Aile büyüklerine saygı göstermek hem dinî bir emirdir hem de bir insanlık görevidir. Yaşlılıkta insan, içinde bulunduğu dönem dolayısıyla fazlasıyla duygusaldır. İlgiye ve sevgiye çocuklar kadar muhtaçtır. Çocukların yetişmesinde sevgi nasıl belirleyici bir role sahipse yaşlılar da aynı şekilde sevgiyle, ilgiyle hayata tutunurlar. Ahir ömürlerini huzur ve sükûnet içerisinde geçirmelerini sağlamak onlara karşı göstermemiz gereken vefa ve insanlık borcunun gereğidir. Yaşlı anne babalarına kol kanat geren ve hürmet gösteren evlatlar olalım. Yüce Allah’ın katında ret olunmayan dualardan da biri anne ve baba duası olduğunu unutmayalım.


24 Bir karşılık beklemeden bol bol veren: El-Vehhâb

Rabbimizin “Vehhab” ismi O’nun kullarına sınırsız ve kesintisiz ikramlarını anlatır. Bir küçük kâinat olan bedenimizi, onunla tam bir uyum içinde yaşayabilmemize uygun olan bu koca evreni, içinde doğup büyüdüğümüz ailemizi, onların bize gösterdiği şefkat ve sevgiyi, varlığımızın devamı olan evladüiyamizi, bizim sandığımız aklımızı hâsılı her şeyimizi bir bedel ödemeksizin bize hibe eden hep O’dur. Başlangıçta kullar bu lütuf ve ihsanları hak etmek için bir şey yapmış da değildir. Zaten “Vehhab” zorlayıcı bir sebep olmaksızın, tamamen karşılıksız vermektir. Vehhab olan Allah hiçbir karşılık almadan verir; ama kendi istediği şekilde ve zamanda... Çünkü O’nun verişi bir görev karşılığında hak edilmiş ücretler değil, her şeyi bilen (Alîm) ve her yaptığını bir hikmete göre yapan (Hakîm) olan yüce yaratıcının ihsanıdır. O’nun ilmine ve hikmetine iman edenler, O’nun verdikleri (ve vermedikleri) konusunda “neden” diye hesap sormazlar, itiraz etmezler.


25 İlim ve hikmet önderi eşsiz sahabi: Abdullah b. Mes'ûd

Abdullah b. Mes‘ûd (r.a.), Mekke’nin zor şartlarında Hz. Peygamber’in emriyle Habeşistan’a gittiği gibi Medine’ye hicret edenlerin ilkleri arasında da yer almıştı. İbn Mes’ûd, ashab-ı kiram içerisinde ayrıcalıklı bir yere sahip olmasının yanında Hz. Peygamber nazarında da oldukça önemli bir isimdi. Sahabiler arasında ahlakı ve yaşantısı itibarıyla “Resulüllah’a en fazla benzeyen kimse” olarak kabul edilen İbn Mes’ûd, Hz. Peygamber’in hayat tarzını, ahlak ve tavırlarını örnek alma konusunda son derece gayret gösterirdi. Hz. Peygamber’in bizzat terbiyesinde yetiştirdiği âlim ve arif bir sahabi olan bu isim, Kur’an’ı ve Resulüllah’ı o denli iyi anlamıştı ki Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer başta olmak üzere pek çok sahabi, kendisine danışmadan iş yapmazdı. Bu itibarla onun fikirlerini “en isabetli görüş” olarak kabul ederlerdi.


26 Gün içinde kılamadığımız namazların kazası

Günlük işler, sanat ve meslekler, aile fertlerinin geçimini sağlamak için yapılan çalışma ve yolculuklar namazın geriye bırakılması için özür sayılmaz. Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulur: “Öyle kimseler vardır ki, onları ne bir ticaret, ne de bir alışveriş, Allah’ı anmaktan, namazı dosdoğru kılmaktan ve zekât vermekten alıkoyar. Onlar, kalplerin ve gözlerin dehşete düşeceği günden korkarlar.” (Nûr, 24/37) Unutmak, uyuyakalmak gibi meşru mazeret olmaksızın namazı kazaya bırakmak büyük günahtır. Hangi şekilde olursa olsun vaktinde kılınmayan namazların mutlaka kaza edilmesi gerekir. Meşru mazerete dayalı olarak namazını vaktinde kılamayan kimse bundan bir sorumluluk altına girmediği gibi o namazı kaza etmekle borcundan da kurtulur. İhmal ve tembellik sebebi ile namazı vaktinde kılmayan kimse ise bu namazı kaza etmekle namaz borcundan kurtulur. Namazı vaktinde kılmamanın vebalinden kurtulmak için ise kişinin tövbe etmesi gerekir.


27 Vakıflar

Türk ve İslam medeniyeti ile özdeşleşen vakıf düşüncesi, esasında tarih boyunca toplumsal yaşamın ayrılmaz bir parçası olmuştur. Vakıf ve yardımlaşma müesseselerinin asıl zirve noktasına ulaşması ise İslam dininin iyilik ve yardımlaşma ile ilgili öğretileri vesilesiyle olmuştur. İslam düşüncesinin toplumsal birlik ve beraberliğe atfettiği önemle birlikte müminlerin hayırda yarışmaları gerektiği inancı ve felsefesi, Müslüman devlet ve toplumların esas dinamiğini oluşturmuştur. Bilhassa Peygamberimizin (s.a.s.) şahsında eylem ve sözleri ile muazzam bir örnekliğe ulaşan Allah adına hayırda yarışma, iyilik ve yardımda bulunma, bütün Müslümanlar için en önemli hususlardan kabul edilmiştir. Nitekim Müslümanların yardımlaşması, yetimi, fakiri gözetmesi, onlara iyilik yapması, infakta bulunması gerektiği ile ilgili ayetlerin sayısı Kur’an da oldukça fazladır. Pek çok ayette namaz emrinin hemen ardından zekât emredilmiştir.


28 Engellilik: Cennete kavuşturan imtihan

İnsana Yüce Rabbimiz katında değer kazandıran, şöhreti, kudreti, sağlığı ya da zenginliği değildir. İnsan varlıkların en şereflisi olarak Allah katında değerlidir ve bu değeri yükseltmesinin yolu ancak iman, ibadet, iyi davranışlar ve güzel ahlak ile mümkündür. Dolayısıyla doğuştan ya da sonradan ortaya çıkan hastalık ve engellilik hâlleri, hayatın gerçeği olup insanın noksanı değildir. Bilâkis sabır, sebat ve gayretle sonu cennete ulaştıran birer imtihan vesilesidir. Sağlığımızı korumak ve gerektiğinde tedavi yollarına başvurmak Rabbimizin emri, Peygamberimizin sünnetidir. Bütün gayretimize rağmen takdir-i ilâhî sonucu herhangi bir hastalığa yakalanırsak, o zaman da tedavi olmalı, maneviyatımızı güçlü tutmalı ve sabretmeliyiz. Elimizdeki her nimet gibi, yaşadığımız her zorluk da Rabbimizin rızasını kazanmak için bir vesiledir. Yüreğimizde beslediğimiz sevgiyle engelli kardeşlerimize umut aşılamak, onlar için hayatı kolaylaştırmak hepimizin vazifesidir.


29 el-Fettâh

Fettâh, “iyilik kapılarını açan, mutlak adaleti sağlayan, hak ile batılı birbirinden ayırıp gerçeği ortaya çıkaran, mümin kullarının muzaffer olmalarını sağlayan” anlamlarına gelir. Bitkilerin çiçek açması, tohumların çatlaması, rızık ve rahmet kapılarının açılması hep Fettah isminin tecellisi ile olduğu gibi kalplerin marifete, akılların hakikate, gönüllerin ferahlığa açılması da yine bu ismin tecellisi iledir. Nimetini açtığında engel olacak olmadığı gibi rahmet kapılarını açmazsa o nimeti bize ulaştıracak hiçbir kuvvet de yoktur. O’nun açtığı kapıyı kimse kapatamaz; açmadığını da kimse açamaz. Kullarına rızık ve merhamet kapılarını; zor veya kördüğüm olmuş işleri, hakkı görmeleri için insanların kalplerini ve gözlerini, sıkıntı ve darlıktan sonra gönülleri açan O’dur. İmam Kuşeyri’ye göre Cenab-ı Hakk’ın el-Fettâh ismiyle müsemma olduğunu bilen bir kul, O’nun lütuf ve kereminin mutlaka geleceği ümidini taşır. Her an görünmez âlemlerden bir hayır ve bereket kapısının açılması mümkündür. Allah’tan bunu istemek ve sebeplerine yapışmak lazımdır.


30 Yetimlere sahip çıkmak

Yetimler topluma Allah’ın emanetidir. İslâm’ın yetimlere ilişkin konularda yaptığı vurgunun, günümüz itibariyle hem yetimleri, hem öksüzleri, hem de annesi babası tarafından terkedilen, kimsesiz, aç, açık ve muhtaç durumdaki bütün çocukları kapsadığını söyleyebiliriz. Peygamberimiz (s.a.s.) yetim çocukların fiziken ve ruhen gelişimine, eğitim ve öğretimine büyük özen göstermiş ve bu hususta önemli tavsiyelerde bulunmuştur. O yetim çocuklara olan sevgi ve ilgisini fiilî olarak da ortaya koymuş, onlara sahip çıkmış, kol-kanat germiştir. O, “Ben her mümine kendi nefsinden daha ileriyim, daha üstünüm. Bir kimse ölürken mal bırakırsa, o mal kendi yakınlarına aittir. Fakat borç veya yetimler bırakırsa, o borç bana aittir; yetimlere bakmak da benim vazîfemdir.” (Müslim, Cuma, 43) buyurmuş ve Ebû Ümâme’nin (r.a.) Kebşe, Habîbe ve Fâria adlı üç küçük kızını himayesine alarak bu yetim yavruların ihtiyaçlarıyla yakından alâkadar olup onların nebevî terbiye altında yetişmelerini sağlamıştır. (İbn-i Sa’d, III, 610)


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder