Drop Down MenusCSS Drop Down MenuPure CSS Dropdown Menu -->

24 Nisan 2021 Cumartesi

OSMANLI TARİHİ 179 FATİH SULTAN MEHMED (Fatihin Şahsiyeti)

 


FATİH'İN ŞAHSİYETİ 

Yedinci Osmanlı padişahı olan Fatih Sultan Mehmed'in babası Sultan II. Murad Han, annesi Hüma Hatun'dur. 30 Mart 1432 günü Edirne'de doğdu. Küçük yaşta tahsiline ve yetişmesine çok ehemmiyet verilen Şehzade Mehmed devrin en mümtaz alimlerinden ilim öğrendi. Okumaya başlayacağı gün Çandarlı Halil Paşa kendisine sırmalı bir cüz kesesi gönderdi. İlk hocası Molla Yegan'dı. Daha sonra meşhur din ve fen alimi zahiri ve hatmi ilimlerde mütehassıs Akşemseddin Hazretleri'nin terbiyesine verildi. On bir yaşına geldiğinde idari yönden tecrübe kazanması için Manisa sancakbeyliğine tayin edildi. Tahsiline çok önem verildiğinden Molla Ayas, Molla Gürani gibi devrin meşhur alimleri yanında bulunuyor ve kendisine hususi dersler veriyorlardı. Matematik, hendese (geometri), hadis, tefsir, fıkıh, kelam ve tarih ilimlerinde fevkalade yetişti. Şehzade Mehmed, Manisa sancakbeyliğine getirildiği sene ağabeyi Amasya Valisi Şehzade Alaaddin' in vefatı üzerine yegane veliaht Fatih Sul tan Mehmed Han 297 durumuna geldi. Gerek büyük oğlunun vefatından duyduğu ızdırap gerekse son yıllardaki bunalımlı hadiseler sebebiyle II. Murad Han saltanatı oğlu Mehmed'e terk ederek Manisa'ya çekildi. Bizans'ın elindeki Şehzade Orhan'a karşı oğlunun saltanatını garanti altına almış olmayı da düşünmüş olmalıdır. Ancak Osmanlı tahtına çocuk yaşta birinin geçmesi Avrupa devletlerini bir kez daha bu ülke topraklarına yöneltti. Osmanlı devlet adamlarının böylesine nazik bir devrede devletin başında tecrübeli Murad Han'ı görmek istemeleri Mehmed'in fazla saltanat sürmesine meydan vermedi. Bir yıl dört ay sonra yerini babasına bırakarak tekrar Manisa'ya döndü. Şehzade Mehmed Manisa'da geçirdiği bu ikinci valilik devresinde gerek şahsı, gerek Osmanlı devleti için çok verimli oldu. Zira genç şehzade bu müddet zarfında akademik faaliyet devresine girerek liyakatli hocalar yanında bilgi ve tecrübesini artırdı. Ayrıca babasının yanında seferlere katılmaktan da geri durmadı. II. Murad'ın Arnavutluk üzerine yaptığı harekatta onun yanında bulunmuş, Kosova Meydan Muharebesi'nde de merkezde savaşı takip etmişti. Böylece kumandanlık yeteneğini geliştirmek ve savaş tecrübesini artırmak imkanına da kavuşmuştu. Otuz yıl saltanat süren Fatih Sultan Mehmed Han orta boylu, kırmızı beyaz yüzlü, dolgun vücutlu, sakalları altın telleri gibi kalın, yanakları dolgun, kolları kuvvetli, burnunun ucu hafif kıvrık, saçı siyah ve sık olup, kuvvetli fiziki bir yapıya sahipti. Ne istediğini, ne yapacağını, ne yapabileceğini bilen ve bu büyük işleri başara - bilmek için gerekli tedbirleri, yorulmak bilmeyen bir azim, sabır ve sükunetle hazırlayan bir insandı. Türk tarihi, sayılamayacak kadar çok kahraman ve cihangirlerle doludur. Fatih Sultan Mehmed de bunların başında gelenlerdendir. Çünkü o kılıçla keşfi yan yana yürütmüş, çağ açıp çağ kapatmıştır. İstanbul'u bütün ganimetleri içinde firuze bir yüzük taşı gibi parmağında taşımış, bu güzel şehri torunlarının torunlarına bırakmıştır. Onun için, asırlar boyu her cephesiyle yazılmış, çizilmiş, 298 Kayı II: Cihan D e vleti hakkında Garp'ta ve Şark'ta çok şeyler söylenmiştir. Tetkik edildikçe derinleşen, derinleştikçe deryalaşan bu büyük cihangirin, sayısız vasıflarından bazıları şunlardır: "Fatih Sultan Mehmed soğukkanlı ve cesur idi. Bu özelliğinin en güzel misalini, Belgrad muhasarası sırasında, askerin gevşediğini gördüğü zaman önlerine geçip düşman hatlarına girerek gösterdi. İstanbul muhasarasında da donanmanın başarısızlığı yüzünden atını denize sürmesi bu cesaretinin büyük bir örneğidir:' Çok merhametli ve müsamahalı idi. Kendisine elli gün mukavemet eden ve birçok Müslüman'ın şehit edilmesine sebep olan İstanbul şehri ve onun sakinleri hakkında gösterdiği merhamet, aklın alamayacağı genişliktedir. Halbuki o devir Avrupa'sında muzaffer bir kumandan, zaptettiği şehrin halkına görülmedik zulüm ve işkence yapmakta kendini haklı görürdü. Fatih vicdan hürriyetine büyük kıymet verirdi. Gayrı müslim tebaasının din ve mezheplerine asla dokunmadı, herkesi vicdani inanışında serbest bıraktı. İstanbul'un imarında ücret karşılığı kullandığı Rum esirlerine, biriktirdikleri paralarla hürriyetlerini satın alma imkanını sağladı. Bu müsamaha o devir dünyasının hayalinden bile geçirmediği bir olgunluk eseri idi. Batılıların iddialarına göre şehre giren Türkler, mabetleri yıkmışlar veya yakmışlar, hiçbir şey bırakmamışlardır. Halbuki bunları yıkan ve yakan yine kendileridir. Bizanslılar surlarda açılan gediklerin tamirinde kullanılmak üzere yüzden ziyade kilise yıkmışlardır. Öyle ki, Fatih Sultan Mehmed, Ayasofya'yı yakından seyrederken, bir yeniçeri neferinin kilisenin taşlarından birini sökmek üzere olduğunu görünce, mani oldu ve: "Size malca alınacak şeylere izin vermiş, mülk ise benimdir demiştim" diyerek yeniçeriyi şiddetli bir şekilde cezalandırmıştır. Askeri ve siyasi sahada eşsiz bir deha idi. Askeri alanda başarısının ilk özelliği kılıçla kalemin işbirliğidir. Ordunun disiplinine çok dikkat ederdi. En küçük itaatsizliği ve buna sebep olan subayları şiddetli bir şekilde cezalandırırdı. Ordusunu, plansız, düzensiz hareket ettirmez, macera hevesiyle kan dökmezdi. Kendi devrine kadar atalarının yer yer, ada ada yapmış oldukları akınlarını, Fatih Sultan Mehmed Han 299 planlı bir fütuhat haline getirdi ve devletini, sistemli bir idarecilik şuuruyla istikrarlı, yerleşmiş bir devlet yaptı. Otuz senelik saltanat devresinde düzenlediği küçük büyük seferler, memleketin coğrafi birliğini sağlamaya dayanır. Bu gayeye ulaşmak için de at geçmez kayalıklardan, geçit vermez nehirlerden geçerek; durmadan, dinlenmeden, kış yaz demeden savaştı. Bütün bu seferleri bir plana göre yaptığından, nereye gitmesi, nerede durması lazım geldiğini bilerek hareket etti. Yapacağı seferlerin muvaffakiyetle neticelenmesini sağlamak için aylarca bu seferin bütün teferruatını hazırlardı. Kumandanlığı ile diplomatlığı daima beraber hareket ederdi. Hangi devlet üzerine sefer düzenleyecekse, o devletin iç ve dış münasebetlerini, zaaflarını, kuvvetini, diğer devletlerle olan münasebetlerini en ince noktasına kadar tetkik eder ve sefere hasmının en zayıf ve kendisinin en kuvvetli zamanında çıkardı. Yapacağı seferlerden en yakınlarını bile haberdar etmez ve bunların gizli kalmasına çok dikkat ederdi. "Sırrıma sakalımın bir tek telinin vakıf olduğunu bilsem, onu yolar atarım:' sözü meşhurdur. Böyle hareket etmeyi muvaffakiyetlerinin başlıca sebeplerinden sayardı. Nitekim bu hareketinin neticesinde İsfendiyar Beyliği ve Trabzon Rum İmparatorluğu'nu kolayca ele geçirdi ve nice seferleri muvaffakiyetle tamamladı. Zira bu sayede düşmanları, askeri işbirliğine girişemezlerdi. Çok başarılı bir diplomattı. Otuz sene, Asya ve Avrupa'da hazan birkaç cephede beş, on hatta daha fazla devletle birden harp halinde bulunduğu günler oldu. Böyle zamanlarda düşmanlarının, kuvvetlerini birleştirmemenin, siyasi müzakereler, vaatler ve muvakkat tavizlerle müttefikleri birbirinden ayırmanın yollarını bulurdu. Avrupalı devletlerin Osmanlılarla ilgili hareketlerini müzakere eden bütün meclislerinde geniş bir haber alma teşkilatına sahipti. Almanya'da yerlilerden elde edilmiş casusları vardı. İtalya ise, son derece gizli ve daimi bir Türk haber alma servisi ile örülü idi. Fatih, bu teşkilatı sayesinde düşmanlarından günü gününe haberdar olur, hareketlerini değerlendirerek tedbirler alırdı. Fatih, ordu ve donanmasını iyi bir şekilde tekamül ettirmişti. Ordunun silahları birkaç senede yenilenir ve daha mütekamilleri, 300 Kayı II: Cihan D evleti eskilerinin yerine konurdu. Osmanlı donanmasının tekamül etmiş şekilde kurucusu Fatih'tir. Topçuluğa gerekli ehemmiyeti veren ilk padişahtır. Fatih'ten önce, top, bütün dünyada, daha çok sesi ile düşmanı ürkütmek için kullanılırdı. Büyük kaleleri yerlebir edebileceği ve meydan muharebelerinde rol oynayacağı hiç düşünülmemişti. Fatih, bütün bunları akıl ederek, o tarihe kadar görülmeyen sayı ve çapta top yapılmasına yöneldi. Topların balistik ve mukavemet hesaplarını kendisi yaptı. Piyadeye de, öncesine nispetle, büyük önem verdi. Osmanlı ordusu esas bakımından bir süvari ordusu olmaya devam etmişse de, yeniçeri ve azab gibi piyade sınıfları, Fatih devrinde daha da önem kazandı. Fatih Sultan Mehmed bir taraftan teşkilat, teknik, askeri nizam ve disiplin, fetihler, imar ve iskan faaliyetleri kültür ve medeniyet hamleleri ile devletine asırlar boyu devam edecek bir süper güç olmanın yolunu açarken diğer taraftan da bu gücü inhitata uğratacak sebepleri de araştırıyor ve en yetkili kişilerin dikkatine tevdi ediyordu. Nitekim bir Edirne yolculuğu sırasında yanında bulunan Molla Kırımi'ye: "Kırım vilayeti mamur bir yer imiş. Orada pek çok alim ve fazıl yetişirmiş. Hatta bir ara altı yüz musannif varmış ki hep telifler ile iştigal ederlermiş. Gerçek midir?" diye sordu. Molla: "Evet sultanım, öyle idi. Ben onların sonlarına yetiştim. Lakin şimdi ne o mamuriyetten eser, ne de o musanniflerden haber var:' dedi. Fatih inkırazlarının sebebini sorunca: "Bir hain vezir zuhur edip ulemaya adavet (düşmanlık) etti. Aralarına nifak düşürdü. Gitgide ilim ehli ile devlet erkanı arasında husumet ve soğukluk derinleşti. Bu yüzden memleket haraba yüz tuttu. Malumunuzdur ki ilim ve marifet memleketin mamuriyetine sebeptir" cevabını verdi. Bu cevap üzerine Fatih, Veziriazam Mahmud Paşa'yı yanına çağırtarak Mollanın söylediklerini anlattıktan sonra ulemaya ne Fatih Sul tan Mehmed Han 301 yolda muamele ve ilimleri nasıl himaye etmek gerektiğini bir kez daha hatırlatmıştır. 280 Fatih Sultan Mehmed, doğu Türkleri ile temasa büyük önem verdi. Oğlu Sultan II. Bayezid de Türk medeniyetini ilerletmek hususunda babasını takip etti. Doğu Türklerinin, Timur Han devri medeniyeti denilen, medeniyet hareketlerinin benzeri, Fatih devrinde Osmanlılarda tahakkuk etti. Fatih, batı dillerinden bir kaçını bilmesi sebebiyle Avrupa literatürünü çok iyi takip etmiş, Türklerin her hususta Avrupalılardan üstün bulunması sebebiyle, Avrupa'dan bir şey alma ihtiyacını duymamıştır. Londra'da, National Gallery'de, Fatih Sultan Mehmed'in bir portresi bulunmaktadır. Bu portrenin Centile Bellini tarafından yapıldığı delil olmadığı halde iddia edilmektedir. Halbuki, National Gallery'de bu portre ile ilgili dosyadaki bilgilerden anlaşıldığına göre, her şeyden önce portre üzerindeki Centile Bellini adı kesin olarak okunamamıştır. Ayrıca Bellini'nin İstanbul'a geldiğinde Fatih kırk sekiz yaşındadır. Oysa tablodaki Fatih' in yaşı en fazla otuzlu yıllarını yansıtmaktadır. Fatih resmini yaptırmış olsa bu tablonun İstanbul'da bulunması lazım gelirken neden iki asır sonra Venedik'te çıktığı meselesi de ayrıca sorgulanması gereken hususlardır. Bellini'nin Topkapı Sarayı için manzara resimleri yaptığı bilinmekle beraber, padişahla görüştüğü ise belli değildir. üç oğlu ve bir kızı oldu. Büyük oğlu Mustafa, Konya valisi iken vefat etmişti. Ortanca oğlu Bayezid ile küçük oğlu Cem, babalarının vefatından sonra saltanat mücadelesine girişeceklerdir. Hanımı Gülbahar Hatundan doğan kızı Gevherhan Sultan ise Akkoyunlu Uzun Hasan'ın oğlu Uğurlu Mehmed beyle evlenmiştir. Bu evlilikten doğan Göde Ahmed Bey daha sonra Akkoyunlu hükümdarı olacaktır.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder