Drop Down MenusCSS Drop Down MenuPure CSS Dropdown Menu -->

16 Ekim 2016 Pazar

ABDULLAH İBN-İ MÜBAREK


 



Abdullah İbn-i Mübarek dörtbin alimden ve arda İmam-ı Azam(r.h.)'dan ve Süfyan-ı Sevrî(r.h.)'denilim almıştır . Birçok büyük alim ve bu meyanda Ahmed ibn-i Hanbel (r.h.)kendisinden ilim almıştır . Doğumları H.118 veya H.119 tarihine rastlar .
 Süfyan-ı Sverî (r.h.) onun hakkında bütün ömrüm keşke Abdullah İbn-i Mübarek'in üç gününe denk olsaydı diye imrenmiştir .
 Hem ilim hem irfan sahibi bu zat bakalım nasıl bir babanın evladıdır . İşte ibretli hikayesi :
 Mübarek Türk asıllı bir köle idi . Günahtan sakınan ve son derece muttaki bir zattı . Sahibi Mübareki bahçesine bekçi olarak vazifelendirmişti . Birgün bahçe sahibi bekçiye "Mübarek bana bahçeden ekşşi bir nar getir "dedi .Mübarek gitti bir nar getirdi ama nar tatlı çıktı . Bahçe sahibi "ben sana ekşi bir nar getir demedimmi" diye çıkıştı . Mübarek"ben hangi ağaç ekşi hangi ağaç tatlı nar verir nerden bilebilirim" dedi . ve ilave etti"kim tadına bakmışsa bunu o bilir" dedi . Bahçe sahibi sordu"bu güna kadar bakmadın mı" Mübarek şöyle cevap verdi"Bana tadına bakma müsadesi verilmediği için ihtiyatla hareket etme ve bahçeyi koruma banim vazifemin gereğidir , ben bunu yerine getirdim"
 Bahçe sahibi onun bu dindarlığından memnun olup"sen benim meclisimde bullunmaya layık birisin "dedi ve bahçıvanlığı bir başkasına havale etti . Sonra evlilik hazırlığı için gençlik çağına erişen kızı adına Mübarekle sohbet etti . Mübarek şunları söyledi"Cahiliyye devri Arabları kızlarını hasep ve nesebi ölçü alarak gelin ederlerdi .Yahudiler parayı esas alırlar , hıristiyanlar güzelliği . Müslümanlar ise namzedin dini durumuna bakarlar . Bu dört yoldan hangisi beğeniliyorsa o emredilmeli . "
 Mübarekin fikirleri adamın hoşuna gitti . Evine döndü . Kızın annesine aktarıp "Bu kızı dindarlıkta , takva ve zühdde , köle olmasına rağmen zamanının önderi olan Mübarek!e verelim" dedi . Anne!de  razı oldu . Bu kızdan Abdullah ibn-i Mübarek dünya ya geldi . Adı geçen tacirin zenginliği ve pek çok malı veraset yoluyla onların eline geçti
 Abdullah ibn-i Mübarek'in isyandan itaate dönüşü
 Gençliğinde içkiye müptela idiler . Bir elma bahçesine girdiler . Arkadaş ve dostlarınıda davet ettiler . Yiyecek ve içecek için haylli masraf yaptılar . Lehviyyatla meşgul oldular . İyice sarhoş olup akılları başlarından gitti , seherde ayrıldılar . Çalgı çalmaya teşebbüs ettiler . Baktılar ki çalgı aletinden ses gelmiyor , aleti gözden geçirdiler . Yine ses gelmedi . Nihayet çalgı ilahi kudret ile konuşup ayeti kerimeyi okudu Meal" İman edenlerin Allah'ı ve Haktan ineni zikir için kalblerinin huşu ile yumuşaması zamanı hala gelmedi mi? Onlar daha evvel kendilerine kitap verilip ve üzerlerinden uzun zaman geçmiş artık kalbleri kararmış gibi olanlardan olmasınlar..."Sazı kırıp içkiyi döktüler . Kullandıkları rengarenk kadhleri kırdılar . Kendilerini ilim talebine ve Allah(c.c.)'a kulluğa verdiler .


 Sultan Osman Gâzi 1326'da Allah (c.c.)'ın rahmetine kavuşupfâni dünyayı terk edince ulemadan Ali Hasan haber salıp oğulları Orhan Gâzi ile Alaeddin Paşa'yı çağırttı . Onlara dediki , "Osman beyimizin mirasını siz kardeşler bölüşeceksiniz , usul böyledir . Bakın alimlerimizde buradalar . Neyi var neyi yok artık sizin helalinizdir."
 Araştırdılar , fetholunan topraklar , tuzluğu , kaşıklığı  , birkaç iyi at ve birkaç koyunu vardı . Orhan bey kardeşine şöyle dedi "Buyur karındaşım ne istersen al" Alaeddin Paşa başını hayır manasında sallıyayarak cevap verdi"Bu vilayetler senin hakkındır . Ülkeye çobanlık etmeye bir padişah gerek . Bu vilayetin halini göre ve başara , ve hemen ona esvab gerek , ki bu yurtlar padişah ola . Koyunlar dahi padişahın şöleni ola . Şimdi bizim miras edecek nemiz kaldı ki"
 Orhan Gâzi dediki"Gel imdi o çoban sen ol"
 Alaeddin paşa dediki "Kardeş atamızın duası ve himmeti seninledir . Onun içindir ki kendi zamnında askeri sana koşmuştur . Sen bana Kite Ovasında futura denen yeri ver yeter ."
 Orhan Gâzi'nin bu cevaba gözleri yaşardı ve kardeşine sarılarak onu kutladı ve devletin başına geçti


 Milletini Emanetullah olarak gören Osmanlı devletinde akıl hastalarına bimarhanelerde son derece şefkatle muamele edilip ceviz karyolalarda , ipek çamaşır ve çarşaflarda yatırılıp musiki ile tedavi edilirdi .
 Aynı dönemlerde Avrupada ise akıl hastalarının ruhuna şeytan girmiş denilerek diri diri yakılıyordu .
 İstanbuldaki bimarhaneleri gören Mongeri Pere'nin "Burası Avrupanın asırlar sonra tahayyul edeceği bir müessesedir" dediğini ve Osamanlının uyguladığı bu musiki ile tedavi metodunun ABD'de ancak 1956 yılında uygulamaya geçebilmiştir .





 Zeyd bin sabit (r.a.)Übeyy Bin Kabb(r.a.)'a şöyle bir mektup yazmıştır :
"Allah (c.c.) dili kalbin tercumanı kalbide bir kap ve idareci yapmıştır . Dil kalbin gösrediğiyoldan gider . ona boyun eğer . Kalp dile hükmettiği sürece ağızdan çıkan söz yapıcı , mutedil olur . Dilin kayması ve sürçmesi vuku bulmaz
 Kalbi dilinin önünde olayanın hilmi yoktur . Kişi sözü diline bıraktığında kalbi dilinin söylediklerine karşı çıkarsa bu söyledikleriyle sahibinin burnunu keser ( rezileder)
 Kişi sözünü tartarak söylrse konuşacağı yerleri tesbit eder . Cimrinin lafı bol yardımı kıttır . Çünkü kalbi diline değil dili kalbine hakimdir . Yine o söylediklerini unutup hareketleriyle sözünü tasdik etmeyenlerin mürüvvet ve şerften mahrum plduklarını görürsün . Başkalarının ayıplarını görüp , kendi kusurlarını mühimsemeyen emredilmediği şeyleri yapmaya zorlanan kimse gibidir . Vesselam "(Hayatü's Sahâbe 4-228/229)


 İslam dini mensuplarına çalışmayı emretmiş , tenbelliği şiddetle yasaklamıştır . Nitekim Kur'an-ı Kerîm'de Meâlen"Hakikaten insan için kendi çalıştığından başkası yoktur" (Sûre-i Necm , 39) buyurularak dünya ve ahiret için çalışmanın ehemmiyetine işaret edilmiştir
 Peygamber Efendimiz(s.a.v.)'de "Hakikat Allah(c.c.) size çalışmayı farz kıldı , o halde çalışınız" (Feyzü'l Kadir 2/245) buyurarak çalışmamızı emretmiştir .
 Lisanımızda "Boş duranı Allah(c.c.)'da kuluda sevmez" diye çalışmaya teşvik eden güzel bir sözümüz vardır
 Şair , "Allah(c.c.)'a dayan , sa'ye sarıl hikmete ram ol
 Yol varsa budur bilmiyorum başka çıkar yol , diyerek muvaffak olmanın yegane şartının çalışmak olduğuna işaret etmiştir
  Çalışmak kadar devamda mühimdir "Allah(c.c.)'ın en sevdiği amel az da olsa devamlı yapılandır" hadis-i Şerifi buna işaret eder .
 Çalışmamak bir tembellik , tembellik ise bir hastalıktır . Peygamber Efendimiz (s.a.v.) "Allah(c.c.)'ım tenbellik ve acizlkten sana sığınırım" buyurmuştur . Tenbellik afettir ki kşinin muvaffak olamam sebeplerinin başında gelir
 Bir baksana gökler uyanık yerler uyanıktır
 Dünya uyanıkken uyumak maskaralıktır


 Muâz Bin Cebel (r.a.) rivayet ediyor ve diyor ki .
"Ben Peygamberimiz (s.a.v.)'in bindiği hayvanın arkasında (rekisinde) olduğum halde gidiyorduk Aramızda ancak devenin semerinin arkası (dayanılan kısmı) vardı.Peygamberimiz (s.a.v.)
-Ya Muâz dedi bende
-Buyur ya Resûlullah (s.a.v.) dedim (hiçbirşey demeden) bir müddet daha gidince yine
-Ya Muâz dediler , ben yine
-Buyur ya Resûlullah (s.a.v.) dedim . Yine birşey demeden bir müddet gittikten sonra
-Ya Muâz buyurdular  , bende
-Buyur ya Resûlullah (s.a.v.) dedim
-Kulları üzerinde Allah(c.c.)'ın hakkı nedir biliyor musun dedi , bende
-Allah (c.c.) ve Resûlü (s.a.v.) daha iyi bilir dedim Peygamberimizde
-Allah (c.c.)'ın kulları üzerindeki hakkı Allah(c.c.)'a kulluk edip hiçbir şeyi ona ortak koşmamalarıdır ,buyurdu . Bir müddet gittikten sonra tekrar
-Ya Muâz buyurdu , bende
-Buyur Ya Resûlallah (s.a.v.) dedim Peygamberimiz (s.a.v.)
-Kullar Allah (c.c.)'a kulluk edip, ona hiçbir şeyi ortak koşmadıklarında kulların Allah (c.c.) üzerindeki hakları nelerdir ? buyurdu , bende
-Allah (c.c.) ve Resûlü (s.a.v.) daha iyi bilir dedim . Peygamberimizde
-Kulların Allah (c.c.) üzerindeki hakları onlara azab etmemesidir , buyurdular (Müslim , Kitâbü'l İman)


 Kethüdâzâde Arif Efendi baston kullanmasının cevazını soran bir adama şu cevabı vermiş :
 "Arapçada asâ denilen bu alete Türkçede çomak , deynek , frenkçede baston derler . Diğer lisanlardada tabii olarak başka isimleri vardır . İsimlerin çokluğu ile birşeyin çokluğu lazım gelmez . Kitaplarda asâ'nın belli bir ölçüsü yoktur . İnsanın boyuna göredir . Uzun boylu , orta boylu , kısa boylu adamlar için nasıl lazım gelirse ucu eğri olur , doğru olur , boyalı olur , boyasız olur . Cansızdır adama tabiidir . İnsana hizmet etmek içindir.İşe nasıl gelirse öyle kullanılır . Gençlere , pirlere kullanması sünnet-i seniyyedir."


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder