Drop Down MenusCSS Drop Down MenuPure CSS Dropdown Menu -->

30 Haziran 2023 Cuma

TAKVİM 17

1 - Öfkelenince okunacak dua

Duygularımız bizatihi iyi veya kötü değildir. Öfke de tüm duygular gibi fıtridir. Aslolan duygularımızın bize hâkim olmasına izin vermemektir.Çocuklar büyüdükçe duygularını kontrol etmeyi öğrenirler. Rabbimiz öfkelerine hâkim olanları “işlerini iyi ve güzel yapan insanlar” olarak nitelendirmiştir (Âl-i İmrân, 3/134). Peygamberimiz de (s.a.s.) gerçek güçlünün öfkesine hâkim olabilen kişi olduğunu söylemiştir (Buhârî, Edeb, 26).Öfke ile hareket etmenin zıddı rıfktır. Rıfk öfkeyle değil, stratejik akılla hareket etmektir. Rıfk ile muamele eden muvaffak olur. Öfke anında susmalı, durup birkaç saniye düşünmeli, oturuyorsak ayağa kalkmalı, ayaktaysak oturmalı veya bulunduğumuz mekândan başka bir yere geçmeliyiz. Abdest almalı ve şeytanın körüklemeyi çok sevdiği öfkeyle mücadelede Rabbimize dua ederek yardım istemeliyiz: “Allah’ım! Günahımı bağışla, kalbimdeki öfkeyi dindir ve beni fitnecilerin saptırmasından koru…”(Taberani, el-Mu’cemü’l-Kebir, XXIII, 338, No:785).Fakat sürekli ve aşırı öfke ruhsal veya hormonal bir bozukluğun habercisi olabileceğinden uzmana müraacat etmek gerekmektedir.


2 - Evlatlarımız arasında adalet

Çocuklarımız bizim mülkümüz değil, Allah’ın belli bir zamana kadar bakımlarını bize emanet ettiği kutlu misafirlerdir.Ailenin birden fazla çocuğa sahip olması durumunda çocukların her birinin aile içinde ve dışında haklarının korunması, hem çocukların geleceğe hazırlanmasında hem de aile saadetinin sağlanmasında çok önemli bir etkendir. Peygamberimiz (s.a.s.) çocuklar arasında bir öpücükle de olsa, ayrım yapılmamasını öğütlemiştir. Oğlu gelince öpüp kucağına alan, fakat kızı gelince ilgisizce yanına oturtan adamı da çocukları arasında haksızlık yaptığı için kınamıştır(Beyhakî, Şuabü’l-îmân, VI, 410).Anne babalara, çocukları arasında yapacakları bağışlarda eşit olmalarını tembihlemiş, evlatlar arasındaki farklı muameleyi zulüm olarak nitelemiştir (Nesâî, Nuhl, 1). Bazı ebeveynler farkında olmayarak çocuklarının birine aşırı hoşgörülü davranmakta, diğerlerine istenmeyen çocuk muamelesi yapabilmektedirler.Bu tutumlar, çocukların kişilik ve duygusal gelişimlerine zarar verir, kardeşler arasında kıskançlığa yol açabilir.Anne babaların tutumlarını buna göre belirlemeleri önemlidir.

3- SIRAT KÖPRÜSÜ NASIL GEÇİLİR

Bir yakın dostu Ebu Ali Dekkâk hazretlerini vefatından sonra rüyasında gördü. Çok geniş olan bir sırat köprüsünden geçiyordu. "Efendim! Sırat kıldan ince, kılıçtan keskindir diye biliyoruz. Bu ne haldir?" diye sordu. Ebu Ali cevap verdi: "Elbette bu söz doğrudur. Fakat sıratın üzerinden geçene göre değişir. Kişi dünyada ne kadar geniş giderse, burada o kadar dar bir köprüden geçer. Dünyada Allâh'ın emir ve yasaklarından inceliğe ne derece dikkat ederek yaşarsa, burada da o kadar geniş bir köprüden yürür." Fahreddin-i Râzi tefsirinde "Sırat-ı Müstakim-i" izah ederken der: Allah niçin `sırat-ı müstakim' buyurdu da sıratla aynı manaya gelen Sebil-i müstakim' buyurmadı? Zira sırat lafzi cehennemdeki sıratla ilgilidir: insana onu hatırlatır. Öyle ki, insan dünyada ki sıratta yürürken korku ve ümit üzere olmalıdır." Bazı rrıüfessirler "Sırat ikidir. Biri dünyevi, diğeri uhrevi sırattır" demişlerdir. Dünyadaki sırat Allah kelamında ve hadis-i şeriflerde bildirilen doğru yoldur. Allah'ın emirlerine ıtaat, yasaklarından da kaçınarak yaşamaktır. Uhrevi sırat ise cehennem üzerine kurulan; kıldan ince, kılıçtan keskin diye tarif edilen köprüdür." Ebül-FazI Ahmed? hazretleri der ki: "Aslında sırat köprüsünü aydınlatan bir ışığı yoktur. Çünkü o, cehennemin üstünde kurulmuştur, karanlıktır. Sırat köprüsünde olacak nurlar ancak üzerinde yürüyenlerin nurudur." Bu cümlenin tasdiki için şu ayet-i kerimeyi okurdu: "Onlar nurları önlerinde ve sağlarında yürürler." "Peki, neden `sollarında denmedi de Sağlarında' buyuruldu?" sorusunu şöyle cevaplardı: "Çünkü`mümin kulların âhirette sollari yoktur. Nasıl ki, cehennem ehlinin de sağı yoktur."


4 - SUYU 3 NEFESTE İÇMENİN FAYDALARI

Enes ibni Malik -radıyallahu anh- demiştir ki: "Rasûlullah (s.a.v.) suyu üç nefeste içer ve şöyle buyururdu: «Suyu üç nefeste içmek, hem insanı suya kandırır, hem mideye daha faydalıdır, hem sağlığa daha uygundur (Müslim, Eşribe, 123; Ebü Dkud, Eşribe, 19; Tirmizi, Eşribe, 13)


5 - İNSAN - MAL
Hakim b. Hizam diyor ki;, "Rasulullah'tan mal istedim verdi. Tekrar istedim yine verdi, üçüncü defasında da verdi ve şöyle buyurdu: "Ey Hakim! Bu mal hoş ve tatlıdır. Kim ki bir malı tamahsız olarak elde ederse bu mal onun için bereketli olur. Kim de hırsla elde  ederse bereketini görmez. Yedikçe acıkan kimsenin haline döner."
Buhâri ve Müslimde rivâyet edildiğine göre Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Kimin hedefi ahiret mutluluğu olursa Allah zenginliği onun kalbine yerleştirir, iki yakasını bir araya getirir, dünyalık da ister istemez ona gelir. Kimin hedefi dünyalık elde etmek olursa Allah fakirligi onun iki kaşı arasına yerleştirir, iki yakasını bir araya getirmez, dünyalıktan da ancak nasibi kadarını elde eder." Yine bir başka hadis-i şeriflerinde Hz. Peygamber (s.a.v.): "Haramlardan sakin ki insanların en abidi olasın. taksimine razı ol ki insanların en zengini olasın." buyurmuştur.


6 - EVİNİN BİR EKSİĞİ VAR

Bir" rivayete göre hükümdarın biri, dillere destan muhteşem bir saray yaptırmıştı. Öyle ki, sarayın her odası ayrı bir güzellik sergisi, her köşesi ince tezyinatla işlenmiş ayrı bir sanat eseri gibiydi. Kapılar, kakma sanatının en nadide örneklerini taşırken, duvarlar baştan başa rûhu okşayan enfes hat örnekleriyle doluydu. Hülasa, kısa bir vakitte bu sarayın husüssi özelliklerini tamamıyla anlatabilmek mümkün değildi. Hükümdar bir gün, evliyaullah'tan bir zatı, saraya davet etti. Davete icabet edip saraya teşrif eden mübarek misafirine sarayın her tarafını kemal-i edeple gezdirdikten sonra, niyetin' şu sözlerle lzhar etti:
"-Efendim! Sarayı nasıl buldunuz? Su hususta görüşlerinizi almak isteriz." Hükümdarın bu sualine karşılık o Hak dostu: " Sultanım! Sarayın dünyevi ihtişamı gerçekten de göz kamaştırıyor. Zira sarayın yapımında emeği geçen sanatkarlar, bütün maharetlerini- ortaya koymuşlar. Kısaca her şey mükemmel!" dedi ve ilave etti: "-Sade bir eksiği var!". Bu cevabı hiç beklemeyen hükümdar ise birden şaşırdı ve sonra hayretle: "-Allah Allah! Efendim bu sarayın eksiği nedir?" diye tekrar sordu. O Hak dostu, insanı tefekkür deryasına daldıran ve bütün kainat için geçerli olan şu manidar cevabı verdi: "-Bekası yok!,.


7 - MEVLÂNÂ HÂLİD BAĞDÂDÎ k.s.

Altın silsilenin 30. halkası ve yeni bir kolbaşısı bu sefer Osmanlı ülkesinden, Irak'ın Musul vilayetine bağlı Şehrezür kasabasından, Kendisinden sonra Nakşilik neredeyse "Hâlidilik" olmuş ve bu kol Osmanlı ülkesinin en yaygın tarikatı haline gelmiştir. Yedi yıl süreyle sürdürdüğü tedris hizmetinden sonra içinde hissettiği boşluğu doldurmak ve manevi bir teselliye nail olmak amacıyla hacca gitmeye karar verdi: Yaya olarak tam bir yıl sürecek olan bu yolculuk boyunca da boşdurmadı. Hacdan sonra Abdullah Dehleviye intisab etmek için yola çıktı. Yolda her bölgedeki ulema ve meşayihin kabrini ziyaret etti. Şeyhinin yanında seyr u sülükunü tamamlayıp irşad icazetini alan Mevlânâ Halid şeyhinden aldığı işaretle tekrar memleketine döndü. Son arzusu sorulduğunda verdiği cevap ilginçtir: "Son arzum dindir, dinin kemâli ve kuvvet bulması için de dünyayı isterim." Salihiyelde -üç yıl kadar irşad hizmetiyle meşgul olduktan sonra 1241/1825 yılında tekrar hacca gitti. Hac dönüşü Şam'da kolera hastalığına yakalandı. Çok geçmeden 12 Zilkade 1242, 10 Haziran1826 yılında vefat etti. Vefat) sırasında ağzından: "Ey itminana eren nefs, O senden, sen de O'ndan razı olarak dön Rabbine!" (el-Fecer, 89/27-30) ayetleri dökülmüşdü. Kabri, Şam Sahiliyeşde Kasyon tepesi eteğindedir. Mevlanâ Hâlid'in tedris ve ilmi eserleriyle başlayan şöhreti, İslâm dünyasının her bölgesine gönder-diği yüzlerce halifesi ile yolu büyütmüştür.



8 - NAMAZ

Rasülullah sallallâhu aleyhi ve sellem buyurdular. Muhammed oğlu Ca'fer babasından o da ceddinden nakleder: - Namaz Allahü Teala ve Tekaddes hazretlerinin rızasına bir vesiledir. Melekleri sevmektir, peygamberlerin bir ahlaki bir adetidir. Namaz, marifetin nuru, imanın esasıdır. Namaz duaya icabet-tir. Amellerin kabulüdür. Namaz rızıkda bereketdir. Bedenler için bir rahattır. Düşmanlara karşı bir si-lahtır. Şeytanın keyfini kaçırmaktır. Namaz, onu kılanla ölüm meleği (Azrail) arasında bir şefaatçı-dır. Namaz, onu kılanın kabrinde bir kandil, yanında bir döşek, münker-nekir meleklerinin sorularına bir cevap, kıyamete kadar kabrinde kendisine bir arkadaştır. Kıyamet günü olunca ise, onu kılanın üstünde bir gölge, başında bir tac, bedeninde bir elbise, önünde giden bir nur, cehennem ile arasında bir perde. Şan' mübarek ve yüce olan Allah'ın huzurunda mü'minler için bir senet, iyi amellerin ağır gelmesi için bir ağırlık, sıratı geçmeğe bir vasıta, cennet kapılarının açılması için bir anahtar olur. Zira muhakkak ki namaz bir tesbihtir, bir tahmiddir, bir takdistir, bir tazimdir, bir kıraetdir, bir duadır. Ve yine şurası muhakkaktır ki, bütün amellerin en şereflisi vaktinde kılınan namazdır. İşte bu sayılan değerler, hepsi namaz kılanlara bir müjdedir.


 9 - BESMELE

Birgün Peygamber Efendimizin yanında birisi yemek yiyordu. Besmele çekmemişti. Yemeği bitirdi, ancak bir lokmasi kalmıştı. Onu ağzına atarken, "Evvelinde de, ahirinde de Bismillah olsun" dedi. Bunun üzerine Resülei ekrem efendimiz güldü ve sonra: - Şeytan durmadan, bununla beraber yiyordu. Yemek yiyen adam Allâh'ın adını zikredince, şeytan yediğini kustu."


10 - KURU ZAHMET OLMASIN

Hangi konuda olursa olsun bir işin doğru yolda olması o konuda bilgi sahibi olmayı gerektirir. Dini yaşamak da böyledir. İmam Gazâlî (kuddise sırruhû) şöyle buyuruyor:                                            "Ey Hak yolcusu! Sana emredilen şeyleri yapman ve nehyedilen şeylerden sakınman için    bilmen gereklidir.Yoksa ne olduğunu, ne için ve ne şekilde yapıldığını bilmediğin taatleri nasıl yerine getireceksin? Yahut  günah olduğunu bilmediğin şeylerden nasıl sakınacaksın? Eğer gereken bilgiyi elde etmezsen çoğu kez, senelerce taharetini ve namazlarını ifsat eden bir durumda ibadet edersin de haberin bile olmaz. Yahut iman ve ibadet konularında  bir müşkülle karşılaşırsın da onu sorup halledecek bir kimse aramazsın."


11-12 MERHAMET VE ŞEFKAT

Şefkât ve merhamet , katı kalpliliği yumuşatan , kin ve düşmanlığı eriten , nefretin yerine muhabbeti getiren , insanları birbirlerine yaklaştıran ve bağlayan bir vasıftır .

 Her hususta olduğu gibi , şefkât ve merhamet bakımından da insanların en üstünü Peygamber(s.a.v.)'imizdir . Kur'ân-ı Kerîm'de şöyle buyurulur , meâlen :

 "Ey müminler ! Andolsun ki içinizden size , sıkıntıya uğramanız kendisine ağır gelen , size düşkün , inananlara şefkâtli ve merhametli bir Peygamber gelmiştir ."(Sûre-i Tevbe 128)

 Yine "Müminlerden sana tâbî olanları kanatların altına al " (Sûre-i Şuarâ 215)

 Şefkat ve merhametin meydana gelebilmesi için sevginin olması şarttır . Sevgi , insanın  , büyümesi , gelişmesi , ferdî ve ictimâî inişâfı , hayata sağlam bir şekilde intibakı için lüzumludur . Bu sebeple insanın , herşeyden önce sevgi ve şefkate ihtiyacı vardır .

 Sevgiden mahrum bir insan bedenen gelişirsede , şefkat ve merhametten nasibini alamaz . İşte bundan dolayıdır ki , peygamberler ve vârisleri dinî tebliğ ederken insanlara şefkatle ve merhametle muamele etmişlerdir .

"bedeviler ve birtakım insanlar , Rasûlullah(s.a.v.)'ın yanına geldiler de .

-Siz çocukları öper misiniz dediler

-Evet , cevabını verince , onlar

-Vallhi biz öpmeyiz dediler . Bunun üzerine Peygamer Efendimiz 8s.a.v.)

-Allah(c.c.) sizden rahmeti aldıysa ben (vermeye mâlik olur muyum ? " buyurdu ve ilave etti :"Merhamet etmeyene merhamet edilmez"(Sahih-i Müslim 4/1808)

 Allah (c.c.)'ı sevenin Üç Kerameti vardır

1-Deniz misali cömert olmak

2-Güneş gibi şefkatli olmak

3-Toprak gibi mütevazi olmak


13 -ALLAH c.c. A HİCRET

Hadis-i şeriflerde zikredilen Allah (c.c.)'a hicret etmek  , nefsi terbiye edip haramlardan kaçınmak , kalbi zikirle diriltmek , Allah (c.c.) Teâla'yı sevmek ve kalple o'nu görürcesine yüksek bir hale erişmek , manevi yolculuğun amelleri ve neticesidir .

 Bu yolculuğa "syrü süluk" veya "manevi sefer" denir . Bu seferde , mülk âleminden melekût âlemine , ilm'l yakîn'den ayne'l yakîn mertebesine , kötü huyları bırakıp iyi huylarla süslenmeye , gafletten zikre , kafir , gafil , fasık , hasta ve katılaşmış bir kalpten , uyanık , sağlam ve Allah (c.c.) ile huzur bulmuş bir kalbe geçiş yapılır .

  "Ne zamandan beri müslümansın" diye sorulduğunda , "Kâlû bel'adan beri " diye cevap veririz . Kâlû belâ , biz insanların , Allah (c.c.) Teâla'nın Rabb'liğine , birliğine şahitlik ettiğimiz vaktin ism olmuştur . Allah (c.c.) Teâla , bütün insanları toplayıp bir anlaşma yap mıştır . Bu anlaşma , Kur'ân-ı Kerîm'de şöyle anlatılır :

 "Rabb'in , âdemoğullarının sırtlarından soylarını  çıkardı ve onları kendilerine şahit tuttu . Ben sizin Rabb!iniz değil miyim , dedi . Onlar , şüphesiz sen bizim Rabb'imizsin biz de şahidiz dediler. Kıtamet günü , bizim bundan haberimiz yoktu demeyesiniz diye...(A'râf 7/172)


14-ASR-I SAADETTE BAYRAM

Allah (c.c.) Teâla , nimetler içinde yaşayan insanoğlunun onları vereni unutmaya meyilli olduğunu şöyle ifade buyuruyor :

"İnsana bir zarar geldiği zaman , ( o zararın giderilmesi için) bize dua eder . Fakat biz sıkıntısını kaldırınca , sanki kendisine dokunan sıkıntıdan ötürü bize dua etmemiş gibi geçip gider . İşte böylece haddi aşanlara yapmakta oldukları (kötü, çirkin ) şeyler güzel gösterildi" (yunus 10/12)

 Asr-ı Saâdette bayram kutlamaları  , geniş bir alan olan musallada bayram namazı kılınarak başlardı . Erkekler , çocuklar , kadınlar , herkesin orada toplanmasını bizzat Peygamberimiz (s.a.v.) isterdi . Dışarı çıkacak elbisesi olmadığını söyleyen bir hanımada  Allah (c.c.) Resûlü ödünç bir elbise alıp bayrama katılmalarını buyurmuştur . ( Buharî)

 Kılınan bayram namazı sonrasında bayram kutlamaları başlarsı . Kılıç kalkan oyununa benzer oyunlar oynanırdı . Habeşli veya Sudanlı oldukları bildirilen bazı müslümanlar mescidde oyunlar sergilerlerdi . Özellikle hanımlar bayram coşkusunu evlerde de devam ettirmiş , def çalınıp şarkılar söylenmiştir .



15-SURELERİN FAZİLETLERİ

 Kur'ân-ı Kerîm baştan sona fazilettir . Okuyan için her harfine on  sevap kazandırır . Bazı sûreler ise daha özel , bildirilmiş faziletlere sahiptir . Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuşlardır :

"Kul hüvellahu ehad sûresi Kur'an'ın üçte birine denktir" (Buharî , ,Tirmizî )

 "Kim geceleyin Bakara sûresinin son iki âyetini (Âmene'r-resûlü'yü) okursa bu ona yeter "(Buharî , Müslim , Tirmizî)

 "İçinde Âyetü'l-kürsî okunan eve şeytan girmez . Girmişse okununca kaçar " (Hâkim , İbn Hibbân )

 "Kur'an'ın kalbi Yasîn'dir . Kim onu Allah(c.c.)'ın rızasını ve ahireti isteyerek okursa muhakkak günahları affedilir"(Hâkim , Ebû Davud)

 "Mülk Sûresi (Tebâreke) kabir azabına manidir . O kurtarıcıdır . Onu her gece okuyanı kabir azabından kurtarır" (Hakîm , Tirmizî )

 İnsan ve cin şeytanlarının şerrinden muhafaza için  de İhlâs , Felak ve Nâs Sûrelerini sabah akşam üçer defa okumalıdır .


16-SAMİMİ GAYRET

 Başarı karar ve gayrettir . Yani başarmak için , önce başarmaya karar vermek , sonra da zorluklara katlanarak çalışmakm gerekir . Abdülkerim el-Cîlî (k.s.)'de başarının gayretteki samimiyete bağlı olduğunu belirtiyor ve ekliyor :

" İsteğinde samimi olan kimsenin iki alâmeti vardır . Yöneldiği ve istediği şeyin olacağına kesin olarak inanmak ve gücü nisbetinde istenen şeylerin gereğini yapmak . Hali böyle olmayan kimseye himmet ve azim sahibi denmez . O sadece boş temennilerle avunan ve davasında yalancı olan birisidir . Böyle bir kimse aradığını bulamaz , secdiğine kavuşamaz . Onun hali , elinde kalemi kağıdı olmayan , okuma ve yazmasını da bilmeyen bir kimsenin mektup yazmasına benzer . Bu durumda olan biri nasıl mektup yazacak ki ?"


17-VAHİY VE AKIL

İnsanın sorumlu tutulması için akıllı olması şart koşulmuştur . Bu şartı da aklı veren Allah (c.c.) koymuştur . Akıllı olamayan kimse sorumlu tutulmamıştır . Akılsahibi kimselerin sorumlu tutulduğu dinin kaynağı ise vahiydir . Dolayısıyla vahyi anlamada , akıl hizmetkâr kılınmıştır .

 Fakat aklı dinin kaynağı kabul etmek genel bir anlayış haline getirilmek istenen bir hastalıktır . Akla taşıyamayacağı bir yük yüklenmektedir . Aslî vazifesi bir tarafa bırakılmaktadır . "İlâm dini akıl dinidir" şeklinde bir ifade kullanılıyor ve bu ifadedn "Dinin kaynağı akıldır" gibi çok yanlış bir sonuç çıkrtılıyor . Halbuki dinin kaynağı akıl değil Allah (c.c.)'ın vahyidir.

 Aklı dinin kaynağı olarak görenler , kendilerinde de akıl olduğu için vahyin getirdiklerine bakmadan akıllarına geleni din diye ortaya koymaktadırlar . Herkesin akıl seviyesi  de farklı olduğundan akılların farklılığı kadar farklı dinî anlayışlar ortaya çıkmaktadır . Aklı , kendi anlayışına göre hareket etmek için değil , vahyin hizmetkârlığında kullanmak gerekir .


18-CANANA CAN FEDA

 Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyuruyorlar :

" Allah (c.c.) için can vermek cennetten tatlıdır . Kıyamet günü şehitlere "işte cennet önünüzde başka bir isteğiniz var mı ? diye sorulunca şöyle derler :Yâ Rabbi ! Bizi dünyaya geri gönderde senin için bir kez daha canımızı verelim  , senin sevginle bir kez daha ölelim" (Müslim , Nesâî , Tirmizî)

 Peygamber aşığı şair Fuzûlî de sanki bu hadis-i şerifin şerhini yapar gibi şöyle diyor :

"Cânımı cânân istemiş , minnet cânıma ,

  Can nedir ki  ,vermiyem cânânıma "


19-DEĞİŞEN ÖLÇÜ

Bir bilgeye , "Efendim dünyada en çok kimi seviyorsunuz ?" diye sormuşlar , "Terzimi seviyorum " diye cevap vermiş . soruyu soranlar şaşırmış ve "Aman üstad o kadar eşiniz dostunuz varken terzide nereden çıktı ? Neden onu seviyorsunuz ?" demişler .

 Bilge şöyle cevap vermiş : "Dostlarım , evet ben terzimi severim . Çünkü ona her gittiğimde ölçümü yeniden alır . Ama ötekiler öyle değildir . Benim hakkımda bir kez karar verir ve ölünceye kadar da beni hep aynı gözle görürler ."


20-NASİHATLER

  Bir iyiliği emir veya kötülükten nehiy gibi dine övülecek bir sebep yokken devlet adamlarının kapısını aşındırma . Bir gün tâbiînin ileri gelenlerinden Ahnef b. Kays (rah.) zamanın halifesinin yanında bulunuyordu . Mecliste çok şey konuşuldu . Ahnef devamlı susuyordu . Halife ona dönüp , niçin konuşmadığını sorunca Ahnef , "Yalan söylesem Allah (c.c.)'tan korkuyorum . Doğruyu söylemeye senden çekiniyorum . Onun için susuyorum" cevabını verdi  .aslında bir yanlış yapılırken sükût etmek ve gücü varken müdahale etmemek insanı vebale sokar .


21 - Her şeyi koruyup gözeten: Ya Hafız

Hafîz, “korumak ve muhafaza etmek” anlamındaki hıfz kökünden türeyen bir sıfattır. Allah’ın isimlerinden biri olarak “kâinatta zerre kadar bir şey bile gözetiminden uzak olmayan ve tabiatı dengede tutup koruyan” anlamına gelir. Kâinatın işleyişinde her şeyin yerli yerinde olması, küçükten büyüğe bütün varlığın birbirinin var oluşunu destekleyecek bir düzen içinde sistemi devam ettirmesi Rabbimizin Hafîz isminin tecellisi iledir. Hayatımızın, ailemizin, vatan ve devletimizin, mal ve mülkümüzün her türlü tehditten, (Yusuf, 12/64) Allah kelamının tahrif ve tebdilden muhafaza edilmesi (Hicr, 15/9) hep bu isimledir. Asıl koruyanın Allah olduğunu; O korumadığı zaman hiçbir korumanın kâr etmeyeceğini bilmek bizi, O’nun kapısından başka yerlerde korunma arayarak boynumuzu onlara teslim etmekten korur. Allah’ın himayesine girmek şahsiyet ve haysiyetimizi korumanın yegâne yoludur. Allah’ın korumadığını kimse koruyamaz. O’nun koruduğuna da kimse ilişemez. (Yunus, 10/107)


22 - Havz-ı kevser

İslamî literatürde havz, âhirette Hz. Muhammed (s.a.s)’e tahsis edileceği bildirilen çok büyük bir havuzu, kevser de yine Resûlullah’a ayrılan, bütün cennet ırmaklarının kendisinden doğduğu büyük bir su kaynağını veya nehri ifade eder. Arapçada ayrı ayrı kullanılan bu iki kelime Türkçe’de havz-ı kevser şeklinde tek bir terime dönüşmüştür. Kur’an’da havz kelimesi geçmezken, kevser ise aynı adla anılan surede (Kevser, 108/1) bir defa zikredilmektedir. Kıyamet gününde diğer peygamberlerin de havuzlarının bulunacağını, onların havzın başına gelecek ümmetlerinin çokluğu ile övüneceklerini, Hz. Peygamber’in de kendi havzına gelecek ümmetinin diğerlerininkinden fazla olacağını ümit ettiğine dair rivayetler vardır. (Tirmizî, “Ṣıfatü’l-ḳıyâme”, 14; Taberânî, VII, 212) Muhtelif rivayetlerde söz konusu nehir, etrafı incilerle örülmüş kubbelerle çevrili, suyu gümüşten beyaz, miskten daha hoş kokulu, baldan tatlı gibi özelliklerle tanıtılır. (Buhârî, “Riḳāḳ”,53)


23 - Çocuklarımızı eğitimsiz bırakmayalım

Allah’ın nadide bir emaneti, göz aydınlığımız olan çocuklarımız, aynı zamanda en büyük sorumluluk alanımızdır. Onların en güzel şekilde yetiştirilmesi, dinî inanç ve değerleri öğrenmesi ve yaşaması, ruh ve beden bakımından sağlıklı, bilgili ve faziletli olabilmesi için anne- baba bütün imkânlarını kullanarak gayret etmelidir. Çocuğun hem dünya hem de ahiret mutluluğunu hedef alan bir eğitim verilmelidir. Çünkü böyle bir eğitim, Hz. Peygamber tarafından ana babanın çocuğuna bırakacağı “en güzel miras” olarak nitelendirilmiştir.’ (Tirmizî, Birr, 33.) Çocuklarımızın, sağlıklı bireyler olarak yetiştirilmesi ve ahlaki değerlerin gelecek kuşaklara aktarılmasında başta ebeveynler olmak üzere öğretmenlerden din görevlilerine kadar toplumun üzerine düşen sorumluluklar vardır. Vatanını, milletini, dinini seven, ahlaklı, manevi duyguları yüksek nesiller yetiştirmek için seferber olalım. Geleceğimizin mirasçısı olan çocuklarımızı, eğitimsiz bırakmayalım.


24-Gusül nasıl yapılır?

Önce Besmele okunarak “Niyet ettim cünüplükten temizlenmek için yıkanmaya” diye niyet edilir. Eller bileklere kadar yıkandıktan sonra bedenin herhangi bir yerinde pislik varsa onlar temizlenir, sonra edep yerleri yıkanır. Bundan sonra yukarıda tarif edildiği üzere namaz abdesti gibi abdest alınır. Abdest bitince evvela başa, sonra sağ omuza, sonra sol omuza, daha sonra da vücudun diğer taraflarına üçer defa su dökülerek vücut yıkanır. Her döküşte su bedenin her tarafına ulaştırılarak ovuşturulur. İğne ucu kadar kuru bir yer kalmamak üzere vücudun her tarafı üç defa iyice yıkanır. Yıkanırken suyun, saçların diplerine, sakal, bıyık ve kaşların altına, göbek boşluğuna, kulakların iç kısmına ve küpe deliklerine ulaştırılması sağlanır. Parmaklarda sık olan yüzükler yerinden oynatılarak altları yıkanır. Vücuda yapışmış olan ve suyun bedene ulaşmasına engel olan şeyler giderilir. Dişlerin arasında kalan yemek ve ekmek kırıntıları temizlenir. Gusül yaparken dua okunmaz, edep yerleri örtülü değilse kıbleye dönülmez ve gereksiz yere konuşulmaz.


25-Allah ilim yolcusuna cenneti kolaylaştırır

İslam’ın gönderiliş hikmetlerinden biri de insana hak ve hakikate götüren yolları öğretmek, cehaleti ortadan kaldırmaktır. İnsan, hangi yaşta ve hangi konumda olursa olsun eğitim ve terbiyeye muhtaçtır. Zira insan, yaratılış gayesine ilimle ulaşır. Ahlak ve adabı ilimle kuşanır. Kalbini, ruhunu ve vicdanını ilimle aydınlatır. Dünyasını ilimle, eğitimle imar eder. Peygamber Efendimiz (s.a.s), ilmin kıymetini ashabına şöyle anlatmıştır: “Kim ilim için yola çıkarsa Allah ona cennete giden yolu kolaylaştırır. Melekler, hoşnutluklarından dolayı ilim talebesine kanatlarını serer. Sudaki balıklara varıncaya kadar yer ve gök ehli âlim kişinin bağışlanması için Allah’a yakarır. Âlimin, âbide üstünlüğü, ayın diğer yıldızlara olan üstünlüğü gibidir. Kuşkusuz âlimler peygamberlerin vârisleridir. Peygamberler miras olarak ne altın ne de gümüş bırakmışlardır; onların bıraktıkları yegâne miras ilimdir. Dolayısıyla kim onu alırsa büyük bir pay almış olur.” (Tirmizî, İlim, 19)


26 Vesveseye karşı yapılacak dua
Fısıltı, söz, fiskos, kuruntu, demek olan vesvese yaygın olarak; kötü bir işin yapılması, iyi bir işin terk edilmesi veya geciktirilmesi ya da eksik yapılması için şeytanın insanı kışkırtması, aklını çelmesi ve akla kötü düşünceleri getirmesi anlamında kullanılır. İnsana düşen vesveseye itibar etmemesidir. Hadis kaynaklarımızda, müminlere vesvese ile hareket etmemeleri tavsiye edilmiş, vesvesenin dinî-hukukî bir hüküm doğurmayacağı da belirtilmiştir. “Allah Teâlâ, içlerinden geçen fena şeylerle amel etmedikçe veya onu konuşmadıkça, o şey yüzünden ümmetimi hesaba çekmeyecektir.” (Buhârî, Talak, 11; el-Eymân ve’n-nüzûr: 15) Kur’an’da vesveseci şeytanın şerrinden Allah’a sığınılması emredilmiş bu konuda Nas suresindeki duanın yapılması tavsiye edilmiştir. “De ki: " De ki: "Cinlerden ve insanlardan; insanların kalplerine vesvese veren sinsi vesvesecinin kötülüğünden, insanların Rabbine, insanların Melik'ine, insanların İlah'ına sığınırım." (Nas, 114, 1-6)

27 Eşrefoğlu Rumi "Divan-ı İlahiyat"
Asıl adı Abdullah, babasının adı Ahmed Eşref’tir. Künyesi Abdullah Rûmî b. Seyyid Ahmed Eşref b. Seyyid Muhammed Süyûfî (Mısrî) dir. Mısır’dan Suriye’nin Hama kasabasına, daha sonra Anadolu’ya göç edip önce Manisa’ya, ardından da İznik’e yerleşmiş bir aileden gelir. Eşrefoğlu’nun edebî şahsiyeti tasavvufî inançları doğrultusunda gelişip şekillenmiştir. Şiirlerinde Yûnus Emre tesiri hâkim olmakla beraber kendine has söyleyişlerin bulunduğu manzumeleri de vardır. Eşrefoğlu Rumî’nin en önemli eseri “Divanı” dır. Bu eseri Divan-ı İlahiyatlar içinde önemli bir yere sahiptir. Eşrefoğlu'nun şiirleri bugüne kadar hem Osmanlı Türkçesi'yle hem de günümüz alfabesine aktarılarak birkaç kez yayınlanmıştır. Bu eser Yunus Emre ve Niyazi-i Mısri'nin İlahiyat'ından sonra, gerek yazma ve gerekse matbularının çokluğundan; yapılmış olan onlarca besteli ilahisinden anlaşıldığı kadarıyla, Müslüman Türk coğrafyasında oldukça rağbet görmüştür.

28 Ahirette yakınlarımızla görüşebilecek miyiz?
Bilindiği üzere İslam dininin imân esaslarından birisi de âhiret gününe inanmaktır. Yüce Allah’ın yarattığı her şeyin bir ömrü olduğu gibi, bu dünya hayatının da bir sonu vardır. Bu âlem ve üzerindeki bütün varlıklar belirli bir süre için yaratılmıştır. Bir gün gelecek ne bu âlemden ve ne de üzerindeki yaratılmışlardan bir eser kalacaktır. Kâinattaki bu mükemmel nizam bozulacak, sonrasında da âhiret denilen âlem başlayacaktır. Âhiret inancı, hak dinlerin hepsinde mevcut olan bir inançtır. Bütün peygamberler tarafından teyid edilmiş bir esastır. Ahirette cennet ehli, kendileri gibi inançlı ve iyi ahlaklı aile bireyleriyle beraber olacaklardır. Kişi sevdiğiyle beraberdir. Burada önemli olan husus, iman kardeşliğidir. Kendi ehlinden de olsa imanı olmayanlar birlikte bulunamaz. Tur Suresi'nin 21. ayetinde şöyle belirtilmektedir: "İman eden ve nesilleri de iman konusunda kendilerinin yoluna uyanlar var ya, biz onların nesillerini kendilerine kattık. Bununla beraber onların amellerinden hiçbir şey eksiltmeyiz. Herkes kazandığı karşılığında rehindir.”

29 Her işi anlamlı, her emri hikmetli olan: Hakim
Hakîm kelimesinin sözlük anlamı iyileştirmek amacıyla menetmek, düzeltmek, hükmetmektir. Hakîm kelimesi Kur’an-ı Kerim’de doksan yedi yerde geçmektedir. Kur’an’da Allah’ın ismi olarak yer alan hakîm kelimesi hiçbir âyette tek başına geçmemektedir. Bir çok âyette yenilmeyen yegâne galip anlamına gelen Azîz ismiyle, yine birçok âyette, hakkıyla bilen anlamındaki Alîm ve buna yakın mânalar içeren Habîr ve Vâsi ile, ayrıca izzet, şeref ve hükümranlık bakımından en yüce anlamındaki Alî, övülmeye lâyık demek olan Hamîd ve kullarını tövbeye sevkeden ve tövbelerini kabul eden mânasındaki Tevvâb ile birlikte kullanılmıştır. Şüphesiz bu isimlerin birlikte olarak geçmesinin de pek çok hikmeti vardır. Allah Teâlâ, yaptığı her şeyi yerli yerince, eksiksiz ve tam yapar. En üstün bir ilim sahibidir ve yaptığı her şey mutlaka bir hikmet vardır. Hikmetsiz asla iş yapmaz. Bütün emirleri insanların yararına olduğu gibi bütün yasakları da insanların zararınadır.

30 Gaybın bilinmesi
Gayb, gözle görülmeyen beş duyu ile algılanmayan ve bilinmeyene denir. İnsanlık tarihi boyunca farklı din, medeniyet ve felsefî kanaatlere sahip bulunan milletlerin büyük çoğunluğunun gayb telakkileri farklı olmakla birlikte gayba iman konusunda genellikle olumlu bir tavır ortaya konmuştur. İnsanoğlu, her zaman geleceğe ait olayları önceden öğrenmek istemiştir. İnsanın bu isteği bazen onu yanlış yönlere yöneltmiştir. Günümüzde bazı kimselerin gelecekle ilgili haberler verdiğini öne sürerek yaptığı yanlış yönlendirmelere itibar edilmemelidir. Bunlar Kitap ve Sünnette yeri olmayan, sonradan ortaya çıkmış bidat ve hurafelerdir. Geleceği Allah’tan başkasının bildiğini söylemek, İslam dininin en temel ilkesi olan Tevhid’e aykırıdır. Gaybın bilgisi yalnızca Allah’a aittir. Kur’an “Gaybın anahtarları O’nun katındadır. Onları, O’ndan başkası bilmez.”(En’am 6/59) buyurur. Hz Peygamber de bu konuda kendisinin gaybı bilmesi gerektiğine inananları uyarmıştır.





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder