Drop Down MenusCSS Drop Down MenuPure CSS Dropdown Menu -->

15 Haziran 2023 Perşembe

TAKVİM 14

  CEHENNEMDEN UZAKLAŞMAK İÇİN

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) “Her insan üç yüz aftmıs mafsal üzerine yaratılmıştır. Buna göre insan, her gün Allâh'ı tekbir eder, Allâh’a hamd eder, Allâh'ı tesbih eder ondan bağışlanmasını diler, yol üzerinde insanlara eziyet veren taş, diken, kemik gibi şeyleri kaldırıp atar veya iyiliği emreder, kötülüğü nehyeder ve bütün bunların hepsi üç yüz altmışı bulursa o gün, kendisini cehennemden uzaklaştırmış olarak akşamlar” buyurmuştur.


2 Medine'de bayram

Medine’de öncesinde yapılan hazırlıklarla başlardı bayram. Allah Resûlü, bayram namazı öncesinde yoksulların, ihtiyaçlarını karşılayabilmeleri için fıtır sadakasının verilmesini isterdi (Buhârî, Zekât, 76). Kendisi de sabah namazı sonrası farklı yollardan bayram namazının kılınacağı musallaya ulaşırdı. Kadınların da iştirak ettikleri bayram namazının kılınması sonrasında bayramlar (Tirmizî, Cumʿa, 36); büyük topluluklarının katıldığı coşkulu bir biçimde kutlanırdı. Bu günlerde meşru çerçevede eğlenilmiş ve bazı oyunlar oynanmış/izlenmiştir. Hatta Hz. Peygamber’in Hz. Âişe ile beraber Mescid-i Nebevî’de Habeşistan’dan gelen bir grubun mızrak-kalkan oyunlarını seyrettiği; onun, bayram münasebetiyle Hz. Âişe’nin yanında genç kızların geçmiş dönem savaşlarıyla ilgili ezgi söylemesine müsaade ettiği bilinmektedir (Buhârî, Îdeyn, 2-3; Müslim, Ṣalâtü’l-îdeyn, 17-21). Bu uygulamalar günümüzde yaşatmaya çalıştığımız geleneklerimizin oluşmasına da zemin hazırlamıştır.


3 Bayramlarda ziyaretleşme

Bayram günleri anne-baba, akraba, dost ve tanıdıkların ziyaret edildiği güzel zaman dilimleridir. Karşılıklı hayır duaların yapıldığı bu anlarda, fiziki olarak yanlarında bulunamadığımız yakınlarımıza teknolojik imkânlarla ulaşabiliriz. Onlarla konuşarak, mesajlaşarak bayramlaşma halkamızı genişletebilir ve mutluluğumuzu insanlarla paylaşabiliriz. Bayram ziyaretleri esnasında kardeşlerimizle tebrikleşme ve hediyeleşmenin hayata güzellik olarak yansıyan sonuçları bulunmaktadır. Gönüllerimizde muhabbet duyguları artar. Harçlıklar ve ilgiyle sevindirilen çocukların temiz kalplerinde güzel bayram hatıraları oluşur. Bayramların güzelliklerini çocuklarımızla paylaşalım. Bayram günlerinde şehit ailelerini, yaşlı ve kimsesizleri ziyaret edelim. Bu vesileyle acıları paylaşalım, sevinçler çoğaltalım. İnsanların sıkıntı ve tasalarını aşıp bayram günlerinde mutlu olmalarını sağlayalım. birlik ve içinde nice bayramlara kavuşalım.


4 Namaz insanı nasıl kötülüklerden alıkoyar?

İbadetlerin en büyüğü olan namaz bizleri kötülüklerden korur. Allah Teâlâ; “Sana vahyedilen kitabı oku ve namazı kıl. Muhakkak ki namaz, hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyar. Allah’ı anmak elbette (ibadetlerin) en büyüğüdür. Allah yaptıklarınızı bilir.”(Ankebût 29/45) ayeti ile bizlere bunu bildirmektedir. Namaz kulun Rabbi ile buluşmasının sembolik ifadesi olan bir ibadettir. Kul vakitleri belirlenmiş namaz aracılığıyla günde beş kez yaratıcısının huzurunda durur. O’nun büyüklüğünü, kudretini gönülden hisseder. Bu his huşu duygusu olarak ibadetine yansır. Rükû ve secdesiyle teslimiyet halini alır. Namaz kılan kişi manevi anlamda kulluk şuuruna ulaşır. Rabbinin kendisini görüp-gözettiğini bilir. Bu bilinç hali, namaz ibadetinin hayata sirayet etmesini sağlar. Söz ve davranışlarında kul kendini ıslah eder. Zihnini ve ruhunu arındırır. Kötülüklerden uzak durma duygusu artar. İnsan yaşamında kötülüklerine engel olan namaz insandan başlayarak tüm toplumu kuşatır.


5 Bütün hayatımızı Ramazan kılalım

Ramazan bizlere bir korunak oldu. Kavgalara, çirkinliklere, kötü sözlere, günah ve isyanlara karşı iç âlemimizi kapattık. Bu tür olumsuzluklara karşı sadece midemize değil aynı zamanda dilimize, elimize, gönlümüze bütün uzuvlarımıza iftarı olmayan bir oruç tutturduk. Dilimizin iftarı güzel sözlerimiz, gönlümüzün iftarı, güzel duygularımız oldu. Aklımızın iftarı, insanlığa huzur verecek bilgi ve düşünceler üretmek oldu. Elimizin iftarı hayırlı işlerimiz oldu. Gözümüzün iftarı, güzelliklere bakarak Yüce Rabbimizin kudret ve kuvvetini tefekkür etmek oldu. Ramazan, bizler için bir sabır ve şükür eğitimine dönüştü. Yeryüzünde açlık ve susuzluk çeken milyonların acısını, yüreğimizin derinliklerinde hissettik. Elimizdeki nimetlere şükrettik. Bununla birlikte her bir nimetin emanet olduğunu, bir gün mutlaka geri alınacağını tekrar tekrar hatırladık. Ramazanın bize bıraktığı mirasa sahip çıkalım. Gelin, bütün hayatımızı Ramazan kılalım. Gelin bütün hayatımızı şerlere, haramlara, gayrı-ı meşru istek ve arzulara oruç kılalım.


6 Ezan okunurken nasıl davranmalıyız?

Ezanı işittiğimizde Hz. Peygamber’in öğrettiği şekilde, tekrar etmeliyiz. ‘Hayye ale’s-salâh’ ve ‘Hayye ale’l-felâh’ denildiğinde ise ‘Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh’ demeli ve müezzinin söylediği son tekbir ve kelime-i tevhide de icabette bulunmalıyız. Ezan okunup bittikten sonra da Hz. Peygamber’in öğrettiği ve şefaatine vesile olunacağını bildirdiği ezan duasını okumalıyız: “Allâhümme rabbe hâzihi’d-da‘veti’t-tâmme ve’s-salâti’l-kâime âti Muhammeden el-vesîlete ve’l-fazîlete ve’b‘ashü makâmen mahmûdeni’llezî vaadteh” Bu duanın manası şöyledir: 'Ey bu mükemmel davetin ve kılınacak namazın rabbi olan Allah’ım! Muhammed’e sana yaklaştırıcı her türlü vesileyi ver, onu en güzel faziletlerle donat. Onu vaat ettiğin övgü makamına yücelt' Bu nebevi tavsiyeye uyarak duada bulunalım. Peygamberimizin cennette elde edeceği yüce makamlar onun ümmeti için de bir yücelik ve rahmet olacaktır. Onun ulaştığı makama Rabbimiz bizleri de kavuştursun.


7 Namazda örtülmesi gereken yerler açılır ise ne yapmalıyız?

Namaz kılmak için gerekli şartlardan biri setr-i avrettir. Setr-i avret, vücudun örtülmesi gereken kısımlarını ifade eden fıkhi bir kavramdır. Erkeklerin asgari göbekle diz kapakları arasının; kadınların ise yüz, ellerin bileklere, ayakların topuklara kadar olan kısmı haricinde bütün bedenlerinin örtülü olması gerekmektedir. Tek başımıza veya cemaatle kıldığımız namaz esnasında örtülmesi zorunlu olan bir organımız kendi irademiz dışında açılırsa ve onu hemen örtersek namazımız bozulmaz. Açılan kısım organın dörtte birine ulaşır ve bir rükün eda edilecek süre boyunca açık kalırsa namazımız bozulur. Bir rükün Sübhânellâhi’l-azîm diyecek kadar geçen zamanda eda edilir. Kendi irademizle uzuvlarımızı açacak olursak namazımız hemen bozulur. Namazlarımızı örtülmesi gereken yerler ile alakalı hükümleri bilerek eda etmeliyiz. Bu şartın ortadan kalktığı durumlar da ise namazımıza, açılan uzuv ve geçen zamanı dikkate alarak ya devam etmeli ya da onu tekrar kılmalıyız.


 8 Örneksiz, modelsiz yaratan: El-Bâri

Allah Teâlâ’nın bütün varlıkları yaratışında ortaya koyduğu ilim, irade ve kudret; insanın anlamaktan aciz olduğu bir boyuta sahiptir. O, kâinatı eşsiz bir şekilde, herhangi bir örneğe bakmaksızın kendi belirlediği Sünnetullah denilen ölçülere göre yaratmıştır. Yaratılmışların farklılıklarına rağmen aralarında bulunan ahenk ve nizamı ortaya koyan bu yaratılış, Allah’ın güzel isimlerinden olan örneksiz, modelsiz yaratan anlamındaki el-Bâri isminin tecelli etmiş halidir. Allah’ın yaratışındaki bu özelliği tefekkür etmek, yaşamımızla bizi bu düzenin uyumlu bir parçası haline getirir. Allah’ın el-Bâri ismine iman etme ve teslimiyet gösterme insanı yaratılmışlara kulluk etmekten korur. Gerçekleşen olayların asıl yaratıcısının Allah olduğu hakikatini zihinlerde daima canlı tutar. Bu olaylardan olumsuz etkilenerek aşırı üzüntülü olmaktan kurtarır. Bizler de yaşantımızda Allah’ın bu yaratış kanununu örnek alarak meziyetlerimizi amaçlarına uygun olarak kullanmalıyız.


9 Geceyi secdesiyle aydınlatan sahabi: Abdullah b. Ömer (r.a)

Abdullah b. Ömer, 625 yılında Mekke’de doğdu. Babası İslam’ın ikinci halifesi Hz. Ömer ile beraber Müslüman oldu ve onunla birlikte hicret etti. Hendek Savaşı dâhil düzenlenen birçok sefere katıldı. 85 yaşında Mekke’de vefat etti. Abdullah b. Ömer, Hz. Peygamber’in eşi Hafsa validemizin kardeşi olduğu için hane-i saadete sürekli yakın olmuştur. Öğrendiği Hz. Peygamber’in söz ve uygulamalarını Müslümanlara ulaştırmıştır. Bu yönüyle o, 2630 rivayet ile en çok hadis nakleden ikinci sahabidir. Onun, Hz. Peygamber’in sünnetine uyma konusunda sahabe arasında da farklı bir yeri vardır. Ona olan sevgi ve bağlılığı Abdullah’ın bütün hayatına yansımıştır. Hz. Peygamber’in hakkında söylediği: “Abdullah ne iyi insan, bir de gece namazı kılsa!” (Buhârî, Fedâilü’s-sahâbe, 19) hadisini işittikten sonra Peygamberimiz’in sevgisine nail olmak için gece namazını hiç terk etmemiştir. Gecelerini, uzunca durduğu secdelerle; bizi de Efendimizden naklettiği hadislerle aydınlatmıştır.


10 Ye'cûc ve Me'cûc

Ye’cûc ve Me’cûc isimleri Kur’an’da ve sahih hadislerde geçmektedir. Kehf sûresinin 93-97. ayetlerinde Ye’cûc ve Me’cûc’ün geçmişte etrafa zarar verdikleri için Zülkarneyn’in yaptırdığı setle engellendiği bildirilir. Enbiyâ sûresinin 69-97. ayetlerinde ise ‘şaşmaz söz’ yaklaştığında ortaya çıkacak bir topluluk şeklinde haklarında bilgi verilir. Şaşmaz söz’den kastın kıyamet olduğuna dair âlimlerimizin çoğunluğu kanaat belirtmiştir. Bu kelimelerin kökeni ve kimi kastettiği ile ilgili tartışmalar da bulunmaktadır. Hadislerde “Eşrâtü’s-sâʿa”, “Fiten ve Melâhim”, “Enbiyâ”, “Kıyâmet” gibi bablarda yer alan rivayetler konu ile ilgili bilgiler barındırmaktadır. Kelâm kitaplarında bu konu ‘Kıyamet alametleri’ bölümlerinde dile getirilir. Kur’an ve hadislerden hareketle Ye’cûc ve Me’cûc’ün yaşam alanlarından çıkarak dünyaya zarar veren topluluklar olduğunu, bu özellikte toplulukların geçmişte var oldukları gibi gelecekte de ortaya çıkabileceğini söylemek yerinde olur.


11 Allah’a şükreden bir kul olmayayım mı?
Peygamber Efendimiz bir gece namaz kılarken o kadar çok ağladı ki, sakalından süzülen gözyaşları göğsüne hatta yere damladı. Bu hali gören Hz. Âişe hayret ederek, “Yâ Resûlallah! Yüce Allah senin geçmiş ve gelecek bütün günahlarını affettiği halde niçin ağlıyorsun?” diye sordu. Peygamberimiz (s.a.s) şöyle cevap verdi: “Allah’a şükreden bir kul olmayayım mı?” Peygamberimizin gözyaşlarındaki şükür, yapılan iyiliğin değerini bilmek ve iyiliğe iyilikle karşılık vermektir. Namazın anlamında var olan şükür, maddi ve manevi bütün nimetlerin asıl sahibinin Allah Teâlâ olduğunu idrak etmektir. Kulun dilinde daim olan şükür, Allah’a gönülden itaat edip günahlardan uzak durmak suretiyle, nimete minnettar olmaktır. Rabbimiz Vehhâb’dır, Rezzâk’tır, Kerîm’dir. Küçük-büyük, zengin-fakir, güçlü-zayıf her insan, hayatını ancak O’nun verdiği imkân ve ikram sayesinde sürdürebilir. Bu gerçeğin farkında olmak mümin bir kul olmanın vazgeçilmez gereğidir.

12 Hz. Peygamber'in Ramazan ayında yaptığı özel ibadetler
Hz. Peygamber (s.a.s.), Mekke’deyken yılın belirli günlerinde oruç tutardı. Medine’ye hicretinden sonra ayda üç gün oruç tuttuğu ve bunu ashabına da tavsiye ettiği rivayet edilir. Bu sünnetin, Müslümanları ramazan orucu ibadetine hazırlama süreci olarak değerlendirilmesi mümkündür. Hz. Peygamber (s.a.s.), ramazan ayının son on günü içinde bulunan Kadir Gecesi’nde Müslümanların ibadete ve duaya önem vermelerini tavsiye etmiştir. Kendisi de ramazanın son on gününü ibadetle geçirerek manevi açıdan arınmaya örneklik etmiştir. Cebrail (a.s.), ramazanda her gün Hz. Peygamber’e gelir; o yıl nazil olan vahyi mukabele ederlerdi. Hz. Peygamber (s.a.s.) Cebrail’le (a.s.) buluştuğu zamanlarda esen rüzgârdan daha cömert olurdu. (Buhari, Savm, 7.) Allah Rasulü (s.a.s.), ramazan ayında günlük hayatını aksatmamaya çalışır; oruç günlerinde yapması gereken işleri varsa onları yerine getirirdi. Nitekim ramazanda birçok sefere çıktığı görülmektedir. 


13 Murakabe ve muhasebe bilinci
Dünya ahiretin tarlasıdır. Her gelen mutlaka göçer ve her kul ektiğini biçer. Kim dünyada zerre miktarı iyilik yaparsa onun karşılığını görecektir. Kim de zerre miktarı kötülük yaparsa, ahirette bununla yüzleşecektir. (Zilzâl, 99/7,8) Rabbimiz, “Ey iman edenler! Allah’a itaatsizlikten sakının. Herkes yarın için ne hazırladığına baksın!” (Haşr, 59/18) buyurarak ahiret için hazırlıklı olmayı emreder. Bizleri murakabeye yani iç dünyamıza dönerek bir muhasebe yapmaya davet eder. Murakabe niçin yaratıldığımızı, nereden gelip nereye koşmakta olduğumuzu kendimize sormaktır. Hatalarımızın ve günahlarımızın hesabını tutarak telafi etmek için uğraşmaktır. Allah’ın her an bizimle beraber olduğu bilinciyle yaşamaktır. İmanımızdan güç alıp aklımızı kullanarak nefsimize hâkim olmaktır. Şeytanın tuzaklarına ve dünyanın bitmek bilmez arzularına kapılmamak için daima uyanık olmaktır. Murakabe gönlünü Allah’a bağlayarak samimiyetle ibadet etmek, hayırda ve takvada yarışmaktır.


14 Ölçüp biçip yaratan: el-Hâlık
Hâlık “bir amaca göre planlı, şuurlu ve ahenkli bir şekilde yaratan”dır. Bu isim bir yönüyle insanı hiçbir şey yaratmaya gücü yetmeyen başka varlıklarda tanrılık vehmetmekten yani şirkten korurken diğer yönüyle de Allah’ın takdiriyle var olan her şeye razı olmayı kolaylaştırır. Herhangi bir şeyin var olmasının O’nun yaratmasına bağlı olduğunu bilmek var olsun diye uğraştıklarımız olmayınca arzumuz hilafına var kılınana razı olmayı kolaylaştırır. Bizi yaratılıştaki düzen ve amaçlılığı görmeye teşvik eder. Allah’ın her işinin bir ölçüye ve hesaba göre olduğunu bildirerek o nizama zıt düşmek suretiyle varlığını ziyan etme tehlikesine karşı uyarır. Kur’an’a göre Allah her an yaratmaya devam etmektedir Rabbimizin yaratıcılığının çeşitli yönlerini vurgulayan başka isimler de vardır: Bâri’, Musavvir, Muhyî gibi. Haşr suresinde yaratmanın birbirini takip eden üç safhasına işaret eden Hâlık, Bâri’ ve Musavvir isimleri peşpeşe zikredilmiştir.


15 İki kuşak sahibi Esma Bint Ebu Bekir (r.a)
Esma, Hz. Ebû Bekir’in kızıdır. Onun adı ilk defa Hz. Peygamber’in hicret hazırlıklarını sürdürdüğü sırada oynadığı rol dolayısıyla ön plana çıkmıştır. Peygamberimiz hicret emrini alınca Hz. Ebû Bekir’in evine gitmiş Hz. Ebû Bekir’in evde bulunan Esma ile Aişe’nin sır saklamayı bildiklerini söylemesi üzerine onların yanında o gece hicret etme kararı verdiğini ve yanına yol arkadaşı olarak da kendisini seçtiğini açıklamıştır. Hemen yol hazırlığına başlayan Esma ve Aişe deriden bir torbaya azık koyup bir kırbaya da su doldurdular; ancak kapların ağızlarını bağlamak için ip bulamayınca Esma babasının teklifi üzerine belindeki kuşağı çıkarıp ikiye böldü; bir parçasıyla azık torbasının diğer parçasıyla da su tulumunun ağzını bağladı. Bundan son derece memnun olan Hz. Peygamber’in, “Allah bu kuşağının karşılığında cennette sana iki kuşak versin” diye iltifat etmesi üzerine “Zâtünnitâkayn” (iki kuşaklı) lakabını almıştır.


16 Zekat verilen mallar
Zekât Verilmesi Gereken Mallar
1.  Altın: Altının nisabı 80,18 gramdır. Bunun külçe, süs eşyası halinde olması ile kapkacak olarak kullanılması arasında bir fark yoktur, hepsi zekâta tabidir.
2. Gümüş: Gümüşün nisabı da 561 gramdır.
3. Ticaret Malları: Ticaret malları da zekâta tabi mallardandır. Hangi cinsten olursa olsun, ticaret mallarının değeri altın nisabına ulaşırsa zekâtının verilmesi gerekir.
4. Paralar: Elde bulunan paraların değeri altın nisabına ulaştığı takdirde zekâta tabi olur.
5. Hayvanlar: Üretmek, süt veya yün almak maksadı ile beslenen ve yılın yarıdan fazlasını kırlarda ve otlaklarda geçiren koyun, keçi, sığır, manda ve develer sayıca nisap miktarına ulaştıkları takdirde zekâta tabi olurlar.


17 İnsanın kemal yolculuğu
İniş çıkış, yaşamın olağan karakteridir ve her yerdedir. Necip Fazıl Kısakürek, insanın iç dünyasındaki iniş çıkışların Çile şiirindeki şu mısralarda ne güzel ortaya koyar: “Ne yalanlarda var, ne hakikatta, / Gözümü yumdukça gördüğüm nakış. / Boşuna gezmişim, yok tabiatta, / İçimdeki kadar iniş ve çıkış.” Evet, insan hem dış dünyası hem iç dünyası itibariyle iniş çıkışlardan müteşekkildir. Sürekli mutluluk, sürekli huzur, sürekli refah, ona özgü değildir. Modern psikiyatrı, iç ve dış dürtülerin elinde mütemadiyen şekillenmeye, dalgalanmaya devam eden insan psikolojisinin daima mutlu olmasının gerçek dışı bir önerme olduğunu savunur. İslam’ın cennet vaadi tam olarak dünya hayatındaki bu imkânsızlığa yöneliktir. Ebedî mutluluğun yegâne vatanı cennettir. O da dünya hayatındaki imtihanı başarıyla geçenlerin kazanacağı bir ödüldür.

18 Sadaka-i Fıtır
Sadaka-i fıtır, Hanefî müçtehitlere göre Ramazan bayramının birinci günü tan yeri ağarınca vacip olur. Şâfiî, Mâlikî ve Hanbelî müçtehitlere göre Ramazanın son günü güneşin batması ile farz olur. Buna göre sadaka-i fıtır ödemenin zamanı; Hanefîlere göre Ramazan bayramının birinci günü tan yerinin ağarması, diğer müçtehitlere göre Ramazan ayının son günü güneşin batmasıdır. Ancak sadaka-i fıtır vaktinden önce verilebilir. Hanefî müçtehitlere göre bayram gecesi fecr-i sadıktan önce doğan çocuk için fıtır sadakası verilmesi gerekir, diğer müçtehitlere göre gerekmez. Sadaka-i fıtrın meşru bir mazeret bulunmaksızın vaktinden sonraya bırakılması günahtır. Fakat fitre borcu zimmetten düşmediği için, daha sonraki günlerde ödenmesi gerekir. Fıtır sadakasının; oruç ibadetinin kabulüne vesile, günahlara kefaret ve fakirlere rızık olması için zamanında verilmesi daha uygun olur. Fıtır sadakasının miktarı her yıl Din İşleri Yüksek Kurulu tarafından belirlenmektedir.

19 Bayramlarda hediyeleşmek
Hediye, yürekten duyulan bir sevginin nişanesidir. Bu yüzdendir ki azlığına çokluğuna bayram günleri hediye olarak tatlı, şeker ve çocuklara harçlıklar verilebilir. Asla hediyeler küçümsenmemelidir. Alçakgönüllülük, hilm ve tevazu gibi yüksek ahlâkî vasıflara sahip olan Hz. Peygamber (sav), “Davet edene icabet edin ve hediyeyi reddetmeyin...” İbn Hanbel, I, 405. buyurmuştu. Kendisi hediyenin maddî değerinden ziyade, hediyeleşmenin önemli olduğuna işaret etmişti. Öyle ki Kutlu Nebî, Âişe validemizin iyi niyetle de olsa hediyeyi geri göndermesini doğru bulmamıştı. Bir gün Hz. Peygamber (sav) bir şey taşıyarak Hz. Âişe"nin yanından çıkan bir kadınla karşılaştı ve ona “Bu nedir?” diye sordu. Kadın, “Bunu Âişe"ye hediye ettim ama kabul etmedi.” dedi. Hz. Peygamber, Âişe"nin yanına girince ona, “O kadının hediyesini kabul etseydin ya!” dedi. Âişe, “Yâ Resûlallah, o muhtaç birisi ve getirdiği hediyeye benden daha çok ihtiyacı var.” diye cevap verdi. Bunun üzerine üzerine Hz. Peygamber, “Peki hediyesini kabul edip ona daha iyi bir şey veremez miydin?” ( Abdürrezzâk, Musannef, X, 44)

20 Ramazan bayramı: Neşe ve huzur iklimi
Allah Resûlü (sas): “Her toplumun bir bayramı vardır. Bu da bizim bayramımızdır.” (Buhârî, Îdeyn, 3) sözüyle bayramların nadide günler olduğuna vurgu yapmıştır. Ramazan Bayramı da Rabbimizin ikramı olarak birlikte kulluk sevincini yaşadığımız özel bir zaman dilimidir. Ramazan bayramında inananlar bir önceki ayı oruç, sadaka, itikâf, teravih gibi ibadetlerle geçirmenin huzurunu yaşarlar. Allah’ın rahmetine ulaşma ümidinin neşesini yüreklerinde taşırlar. Ramazan bayramı, insanlar arasında kaynaşmanın imkânı olarak büyük bir öneme sahiptir. Rahmet ikliminin toplumsal boyutta hissedilmesine de vesiledir. Bu bayram, toplumumuz ve kardeş coğrafyalarımızda bulunan her bir kesim için farklı anlamlar taşır. Ramazan bayramının getirdiği neşe ve huzur iklimini millet ve ümmetçe yaşanılır kılabilmek için fakir, yaşlı, yetim ve kimsesizlerle ilgilenmeli, kardeşlerimize kol-kanat germeliyiz. İhtiyaçlarını giderecek adımlarla bayram sevincimize onları da ortak etmeliyiz.

21 Arayıştan arınışa: Ebû Zer El-Gıfâri (r.a)
Müslüman olmadan önce etrafına korku salan sert mizaçlı Ebû Zer artık Peygamber ahlâkıyla ahlâklanmış, arınmış, harama el uzatmak bir yana fakir ve düşkünlerin sığınağı olmuş ve sade bir hayat sürmeye karar vermişti. Resûlullah’tan aldığı terbiye sayesinde asıl zenginliğin gönül zenginliği olduğunu anlamış, dünyalık her şeyden yüz çevirmeyi tercih etmişti. Bundan böyle o nerede olursa olsun Allah’a karşı sorumluluğunun bilincinde olacak, kötülüğün peşinden hemen bir iyilik yapacak, insanlara güzel ahlâka uygun biçimde davranacak, en zor şartlarda bile iffetli davranacak ve doğruluktan asla taviz vermeyecekti. Peygamber’e gerçek bir dost olmak, onun tavsiyelerine uymayı gerektirirdi. Nitekim öyle de oldu. Zühdü ve takvasıyla Resûlullah’ın gönlünü kazanan Ebû Zer onun şu övgüsüne mazhar oldu: “Ebû Zer’den daha doğru sözlü ve vefalı olanını ne gökyüzü gölgelendirmiş ne de yeryüzü üzerinde taşımıştır.” (Tirmizî, Menâkıb, 35)

22 Arkadaşını söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim
Ebu Muse’l-Eş’arî’nin (ra) naklettiğine göre Allah Resûlü (sas) şöyle buyurmuştur: “Birlikte olduğun iyi arkadaşla kötü arkadaş, güzel koku taşıyanla körükçüye benzer. Güzel koku taşıyan kimse, ya sana o kokudan verir veya sen satın alırsın ya da güzel kokusu sana ulaşır. Körükçü ise ya (ateşiyle) elbiseni yakar ya da kötü kokusu seni bulur.” (Buhârî, ez-Zebâih, 31) Hadis-i şerif, arkadaş seçiminin ne kadar önemli olduğunu göstermektedir. Arkadaşlarımız bizim kişiliğimizi olumlu veya olumsuz yönde farkında olmadan şekillendirebilir. Bu sebeple “Arkadaşını söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim.” sözü bu etkinin ne kadar derin olabileceğinin bir ifadesidir. Arkadaş seçimimize dikkat etmeliyiz. Zira bu durum sadece dünyada değil ahiret hayatımızı da etkileyebilir.

23 Vahiy meleği Cebrail (a.s)
Rabbimiz insanlara yol gösteren vahyini bir melek aracılığıyla peygamberlerine bildirmiştir. Vahyi özel bir yakınlık sahibi olan meleklerden seçilen elçi Cebrail a.s. peygamberlere getirmektedir. Vahiy meleği Cibrîl için ayetlerde bir çok farklı isim kullanılmaktadır. Bu isimler, Ruh, Ruhu’l-Kudüs, Ruhu’l-Emin, ve Resul’dür. Vahiy meleğinin farklı isimlerle tanımlanması ona verilen önemin ve değerin bir göstergesidir. Zira birçok ayette Cibrîl’in, övülerek arşın sahibi katında değerli, güçlü, güvenilen, sözü dinlenilen şerefli bir elçi olduğu özellikle vurgulanmaktadır. Siret kaynaklarında Cibrîl’i işaret eden başka isimler de kullanılmaktadır. Ehl-i Kitap alimleri vahiy meleğini 'namus' olarak isimlendirmektedir. Namus ise sır saklayan, gizli bir takım bilgilere sahip olan kimse demektir. Böylece namus Cibrîl’i işaret eden bir başka isim olmaktadır. Böyle bir ismin veriliş nedeni de emanet edilen vahyi gerektiği gibi koruyup muhafaza etmesinden dolayıdır.

24 Günahta ısrar etmeme ve tövbe
Tövbe gerçekte bir ruhi ve zihinsel dönüşümün eyleme yansımasını ifade eder. Tövbenin dil ile ifadesi insanın günaha direnmesi konusunda iradeyi uyaran ve güçlendiren bir etkiye sahiptir. Ama onun asıl oluşumu kalpte başlayıp davranışlarla tamamlanır. Kalp pişmanlık duyup günahların esaretinden kurtulmaya karar verince irade bu işi hayata geçirir. Bu sebeple günahtan dönüşün özünde Allah’a karşı işlenen suça duyulan pişmanlık üzerine verilen bir söz yer alır. Tövbenin kimyası bu pişmanlıkla yoğrulmuştur. İnsanın içini yakan, yakarken de günahları kül eden bir pişmanlıktır bu. Günahı terk edip bir daha işlememek, kul hakkı söz konusu ise helalleşmek tövbenin tamamlayıcı unsurlarıdır. Tüm benliği kaplayan bu pişmanlığa Kur’an, nasuh yani samimi tövbe adını veriyor. Samimi tövbe günahların affedilişinin ve cennete girişin rehberi konumundadır. (Şûra, 66/8.)

25 İmsak neye göre belirleniyor?
Kur’an-ı Kerim’de orucun başlangıç ve bitiş vakti, mecazi bir anlatımla şöyle belirtilmiştir: “...Fecrin beyaz ipi siyah ipinden sizin için ayırt edilir hale gelinceye kadar yiyin için, sonra orucu geceye kadar tamamlayın...” (Bakara, 2/187) İmsak, oruç yasaklarından (yeme içme ve cinsel ilişki) uzak durma vaktinin başlangıcı; iftar ise, oruç yasaklarının sona erdiği güneşin batma vaktidir. Bu vakitle birlikte akşam namazının vakti de girmiş olur. Diyanet İşleri Başkanlığı, imsak vaktinin başlangıcı olarak bilimsel bir ölçüt olan astronomik tanı, yani 18°’yi esas almaktadır. Bu ölçütü, ilk Müslüman astronomlardan itibaren yapılagelen astronomik gözlemler de teyit etmektedir. Buna göre sabah şafağının başlangıcı, güneşin ufka 18° yaklaşması (bir başka ifadeyle güneşin doğmadan önce ufkun 18° altında olması) halindeki vakit olarak tespit edilmiştir.

26 Hz. Peygamber'in manevi evladı Zeyd b. Hârise (r.a)
Zeyd b. Hârise (ra), Kur’ân-ı Kerîm’de adı geçen tek sahâbidir. Allah rasûlüne peygamberlik görevinin verilmesinden otuz beş yıl önce doğmuştur. Cahiliye devrinde henüz çocukken annesiyle akrabalarını ziyarete giderken kaçırılmış, Ukaz panayırında köle olarak satılmıştır. Derken Hz. Peygamber Zeyd’i ailesiyle görüştürmüş, dilerse kendileriyle gidebileceğini söylemiştir. Fakat Zeyd, Hz. Peygamber’in yanında kalmayı tercih etmiştir. Bu tercihten sonra Resûlüllah Zeyd’i Kâbe’nin yanındaki Hicr mevkiine götürmüş; “Şahit olun, Zeyd benim oğlumdur, o benim mirasçım, ben de onun mirasçısıyım!” demiş, ardından da onu âzat etmiştir. Zeyd (ra); Bedir, Uhud ve Hendek savaşlarına, Hudeybiye seferine ve Hayber’in fethine katılmıştır. Allah Resulü, Mûte Savaşı için orduyu yola çıkarırken sancağı Zeyd’e vermiş, “Zeyd şehit olursa sancağı Cafer b. Ebû Tâlib alsın, o da şehit düşerse Abdullah b. Revâha alsın” demişti. Üç sahâbi de bu sıraya göre şehit düşmüş, gözyaşları içinde Hz. Peygamber’in dualarına mazhar olmuştu.

27 Ahiyanı-ı Rum
Anadolu’da Moğol İstilası sırasında Türk siyasi birliği dağılmıştı. İşte o tarihlerde dağılan Türk ve İslam nüfuzunun artmasına katkı sağlamak, toplumu yeniden toparlamak, uzak diyarlara gidip kültür aşılamak, yardım etmek, yurt aramak ve İslam’ı yaymak için çalışan gönüllü Anadolu erleri ortaya çıktı. Bunlar Ahiyan-ı Rum, Baciyan-ı Rum, Gaziyâni—Rum ve Abdalân-ı Rum’dur. Bu unsurlar uc bölgesinde yeni kurulmakta olan Osmanlı Devleti içerisinde etkili olmuşlar, savaşlara katılmışlar, yeni fethedilen bölgelere, ıssız yol geçitlerine veya dağ başlarına yerleşerek bu bölgelerde yerleşik yaşamın temellerini atmışlardır. Daha sonra Ahi Evran bu insanları örgütledi, esnaf arasında dayanışma çalışmalar yapan Ahilik teşkilatına dönüştürdü. Ahilik teşkilatı uzun yıllar Anadolu topraklarının en güçlü dayanağı oldu. Ahi teşkilatı yaptığı faaliyetlerle şehirlerin kalkınmasını sağladığı gibi gaza ve cihat faaliyetlerine katılımların artmasında da büyük rol oynamıştır.

28 Varlık imtihanında faziletli bir yiğit: Abdurrahman b. Avf (r.a)
“Amr’ın kulu (Abdü Amr)” manasındaki ismini değiştirip “Abdurrahman” ismini verdiğinde ömrü boyunca unutamayacağı bir öğüt vermişti sanki ona Allah’ın Resûlü: Hiçbir şeyin değil yalnızca Rahman’ın kulu olmak. İşte bu öğütle zorlukları göğüslemiş refaha erdiğinde, hatta ileriki dönemlerde önemli vazifeler üstlendiğinde dahi bu öğüdü tutma gayretini devam ettirmişti. Ne malın mülkün, ne de şöhretin kölesi oldu. Rahman’ın kuluydu Abdurrahman. Sadece malını değil canını da ortaya koymuştu O’nun için. Uhud’da peygamberine siper ettiği vücudu yirmiden fazla yara almış, hatta bu yaralardan dolayı ayağında aksaklık oluşmuştu. Buna rağmen Resûlullah ile birlikte tüm savaşlara katıldı. Ona imamlık yapma şerefine erişmiş bu faziletli sahabi, cennetle müjdelenen sahabiler arasında yer alsa da ömür boyu rehavete kapılmadan ahiret kaygısıyla yaşadı.

29 el-Mümin
Rabbimizin zatına duyulan sonsuz güveni ifade eden “mümin” ismi “emn” kökünden türemiştir. Emn/emniyet, “güven içinde bulunmak, korkusuz olmak” anlamındadır. Bu kökten türeyen bir isim olan “mümin” “başkalarının güven içinde olmasını sağlayan, sözüne güvenilen” demektir. Mümin aynı zamanda “inanıp tasdik eden, doğrulayan” anlamlarına da gelir. Bu yönüyle bizzat Rabbimiz tarafından kendi kitabında Allah’a ve elçilerine inananlara isim olarak verilmiş ve insan Rabbinin isimlerinden biriyle vasıflandırılarak onurlandırılmıştır. Âdeta Rabbimiz bizde görmek istediği ahlakı bizim için isim yaparak telkin etmekte; müminlerden taşıdıkları bu sıfatın zorunlu sonucu olarak, sözüne, ahlakına güvenilir; çevresinde itimat uyandıran biri olmalarını beklemektedir. Nitekim Efendimize Mekke halkının daha peygamberlikten önce verdikleri “Emin” ismi de aynı kökten gelen bir sıfattır ve onun karakterinin bir neticesi olarak tüm insanların kendisine güvendiğini ifade eder.

30 İtikaf adabı
İtikâfın şartları, niyet etmek, oruçlu olmak, itikâfı beş vakit cemaatle namaz kılınan camide yapmak ve kadının ayhali ve lohusa hâlinde olmamasıdır. Kadın, camide değil, evinde namaz kıldığı odada itikâf yapar. İtikâfın Adabı 1. Ramazan’ın son on gününde itikâfa girmek. 2. İtikâf esnasında boş şeyler konuşmamak; Kur’an, hadis-i şerif ve peygamberlerin hayatına ait kitaplar okumak. 3. Temiz elbise giymek, güzel koku sürünmek. İhlas ile itikâf yapan mümin, bir süre dünya işlerinden ayrılarak Allah’a yönelir. Düşmanı olan şeytanın şerrinden en sağlam kaleye sığınmış, Allah’ın evi olan camide onun sonsuz rahmetine iltica etmiş olur. Bu durumda olan bir mümin, Allah’ın evinde onun misafiridir. Ev sahibine layık olan da misafirine ikramda bulunmaktır. Peygamber Efendimiz, vefat edinceye kadar Ramazan’ın son on günü itikâfa devam etmişlerdir.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder