Drop Down MenusCSS Drop Down MenuPure CSS Dropdown Menu -->

29 Mayıs 2023 Pazartesi

TAKVİM 10

 1 DEĞİŞEN ÖLÇÜ
Bir bilgeye , "Efendim dünyada en çok kimi seviyorsunuz ?" diye sormuşlar , "Terzimi seviyorum " diye cevap vermiş . soruyu soranlar şaşırmış ve "Aman üstad o kadar eşiniz dostunuz varken terzide nereden çıktı ? Neden onu seviyorsunuz ?" demişler .
 Bilge şöyle cevap vermiş : "Dostlarım , evet ben terzimi severim . Çünkü ona her gittiğimde ölçümü yeniden alır . Ama ötekiler öyle değildir . Benim hakkımda bir kez karar verir ve ölünceye kadar da beni hep aynı gözle görürler ."


2 NASİHATLER

  Bir iyiliği emir veya kötülükten nehiy gibi dine övülecek bir sebep yokken devlet adamlarının kapısını aşındırma . Bir gün tâbiînin ileri gelenlerinden Ahnef b. Kays (rah.) zamanın halifesinin yanında bulunuyordu . Mecliste çok şey konuşuldu . Ahnef devamlı susuyordu . Halife ona dönüp , niçin konuşmadığını sorunca Ahnef , "Yalan söylesem Allah (c.c.)'tan korkuyorum . Doğruyu söylemeye senden çekiniyorum . Onun için susuyorum" cevabını verdi  .aslında bir yanlış yapılırken sükût etmek ve gücü varken müdahale etmemek insanı vebale sokar 


3 Hanımların hatibi: Esmâ bint Yezîd (r.anha)
Babası ile kız kardeşi sahâbî olan Esmâ (Fükeyhe bint Seken), Evs kabilesinin Abdüleşheloğulları’na mensuptur. Muâz b. Cebel’in (r.a.) halasının kızı olup Bey‘atürrıdvân’da Hz. Peygamber’e (s.a.s.) biat eden hanımlardandı. Esmâ’ya şöhret kazandıran olay onun kadınları temsilen, Hz. Peygamber’in huzuruna giderek veciz bir konuşma yapmasıdır. Bu konuşma sebebiyle Rasûl-i Ekrem tarafından takdir edilen Esmâ (r.anhâ), “hatîbetü’n-nisâ” lakabıyla anılmıştır. Esmâ, Hz. Peygamber’e (s.a.s.) kadınların hayızdan ve cünüplükten nasıl temizleneceklerini sorması üzerine Hz. Âişe (r.anhâ), utanma duygusunun ensâr kadınlarının dinlerini öğrenmesine engel olmadığını söylemiştir. Onun, Hayber Gazvesi ile Mekke’nin fethine katıldığı, Yermük Savaşı’nda dokuz Bizans askerini öldürdüğü rivayet edilmektedir. Esmâ daha sonra Dımaşk’a yerleşti ve 30 (650) yılı civarında orada vefat etti. Onun rivayet ettiği 81 hadisin 55’i Müsned (VI, 452-461) ve Kütüb-i Sitte’de bulunmaktadır.

4 İman etmeden ölen kişilerin uhrevi durumu ne olacak?
Sahabeden Selmân-ı Fârisî hicretten sonra Medine’ye gelip Müslüman olmuş, arkadaşlık etmiş olduğu Hristiyanları ve amellerini anlatmış, Hz. Peygamber de “Onlar İslam dini üzere ölmediler.” buyurunca dünyası kararmıştır. Sonra “Şüphesiz, iman edenler; Yahudilerden, Hristiyanlardan ve Sâbiîler’den de Allah’a ve ahiret gününe inanıp salih amel işleyenler için Rableri katında mükâfatlar vardır. Onlar için herhangi bir korku yoktur; onlar üzüntü de çekmeyecekler” mealindeki ayet inmiştir. Ardından Hz. Peygamber Selmân’ı çağırıp şöyle buyurmuştur: “Bu ayet senin arkadaşların hakkında indi. Kim benim peygamber olarak geldiğimi işitmeden önce İsa’nın dini ve İslam üzere ölürse o hayırdadır. Ama bugün kim beni işitir de bana iman etmezse o da helâk olmuştur.” İslamiyet dışındaki dinlerin mensupları, Hz. Muhammed’e ve Kur’an’a inanıp “İslam milleti”ne girmedikçe iman etmiş sayılmazlar.


5 Medineli fedakar sahabi: Ebû Talha (r.a)

Sevdiği şeylerden Allah için vazgeçmenin de paylaşmanın da imanını olgunlaştırdığının farkında olan Ebu Talha, elinden geldiği kadar Medine’deki ihtiyaç sahiplerine yardım eder, bazen kendisi aç kalma pahasına kardeşlerini doyururdu. Bir defasında Allah Resulü, yardıma muhtaç biri için kendi evinde ikram edecek bir şey bulamayıp sahabeden yardım isteyince Ebu Talha hemen bu kimseye talip olmuş, kendisi ve çocukları aç kalma pahasına Peygamber misafirini evinde ağırlamıştı. Allah Teâlâ, bu olay üzerine indirdiği ayetle “Onlardan önce bu yurda yerleşmiş ve gönülden inanmış olanlar, kendilerine göç edip gelenleri severler, onlara verilenlerden dolayı içlerinde bir rahatsızlık duymazlar; ihtiyaç içinde olsalar bile onları kendilerine tercih ederler. Kim nefsinin bencilliğinden korunmayı başarırsa işte kurtuluşa erecekler onlardır.” (Haşr, 59/9) onların kurtuluşa eren kimseler olduklarını müjdelemişti. Allah Resulü de bu aileyi pek sever sık sık evlerine misafir olur, ikramlarını geri çevirmezdi.


6 İlahi kitapların sayısı
Hak Teâlâ, beşeriyeti doğru yola sevk etmek için, ilahi nizam, esas ve hükümlerini ihtiva eden mukaddes kitaplar; bu kitapları, inananlara tebliğ etmeleri için de peygamberler göndermiştir. “Bütün insanlar bir tek ümmet idi. (Aralarında ihtilafa düştüklerinden) Allah, (rahmetiyle) müjdeleyici, (azabı ile) korkutucu Peygamberler gönderdi. İnsanların ihtilafa düştükleri şeyler hakkında, hükmetmek için peygamberlerle beraber hak (ve gerçek) kitaplar inzal etti”. Her millete bir peygamber ve her peygambere de bir kitap veya suhuf verildiği Kur’an’da bildirilmiş ise de bütün peygamberlere indirilen kitapların isimleri ayrı ayrı zikredilmiştir. Kur’an’da isimleri zikredilen mukaddes kitaplar: Tevrat, Zebur, İncil ve Kur’an-ı Kerim’dir. Ayrıca 10’u Hz. Âdem’e, 10’u Hz. İbrahim’e, 50’si Hz. Şît’e ve 30’u da Hz. İdris’e olmak üzere yüz adet suhuf indirilmiştir. İslam dini, yalnız Kur’an’a değil, daha önce gönderilen mukaddes kitapların hepsine iman etmeyi emretmekte, bütün ilahi kitaplara inanmayı, iman esaslarından saymaktadır.

7 Ulaşım araçlarında namaz kılınır mı?
Dinimizde ulaşım araçlarında nafile namaz kılmak caiz ise de normal durumlarda farz namazların kılınması uygun görülmemiştir. Çünkü namazın kıyam, rükû, secde ve istikbal-i kıble gibi farzlarını yerine getirme imkânı yoktur. Ulaşım araçları ile seyahat edenler, namazlarını, oturdukları yerde ima ile ya da yolculuk öncesinde/sonrasında, mola yerlerinde cem ederek de kılabilirler. Cem, yalnızca öğle ile ikindi ve akşam ile yatsı namazları arasında olabilir. Öğle ile ikindinin cemi, ikindiyi öğle vaktinde öğle namazından sonra (cem-i takdim) ya da öğleyi ikindi vaktinde ikindi namazının öncesinde kılmak (cem-i tehir) şeklinde yapılabilir. Akşam ile yatsının cemi de yatsıyı akşam vaktinde akşam namazından sonra ya da akşamı yatsı vaktinde yatsı namazından önce kılmak şeklinde yapılabilir. Cem edilecek namazlar ara verilmeksizin peş peşe kılınır. Ayrıca cem-i takdim hâlinde birinci namaza başlarken, cem-i tehir hâlinde ise birinci namazın vakti içinde cem yapmaya kalben niyet edilir.


8 Şerh geleneği
Şerhler, bir ilim dalında meşhur olmuş genellikle kısa ve özlü metinler üzerine kaleme alınan, bu metinlerdeki kapalı ifadelerin açıklandığı, eksik bırakılan hususların tamamlandığı, hatalara işaret edildiği ve örneklerin çoğaltıldığı eserlerdir. Şerh yazımında, genellikle ders kitabı olarak okutulan özlü metinlerin açıklanması suretiyle eğitim faaliyetine yardım edilmesinin yanı sıra geniş ilmî tartışmaların yapılması gibi etkenler de rol oynamıştır. Bu bakımdan şerhin hitap ettiği okur kitlesine bağlı olarak öğretime yönelik şerhler kolay bir üslûpla yazılmıştır. Doğrudan ilmî katkı ve tartışmaya yönelik şerhlerin ise nispeten zor anlaşılır bir üslûpla kaleme alındığı görülür. İslâm dünyasındaki şerh geleneğinin ilk dönemlere kadar uzandığı, özellikle Memlükler ve ardından Osmanlılar zamanında yaygınlaştığı görülmektedir. İslâm literatüründe tefsirden hadise, kelamdan fıkha, İslam felsefesinden tasavvufa, edebiyattan mantığa zengin bir şerh mirası oluşmuştur.

9 Alim Allah C.C
Ne zaman sözümüzün doğruluğunu teyit etmek istesek, “Alîm Allah” ifadesini kullanırız. Bu, her şeyi bilen Allah’ın ilminin şahitliğine başvurmak demektir. Allah biliyor ki o dediğimiz doğrudur veya dediğimizi yapacağızdır. Ülkemiz insanının iç dünyasındaki samimiyete Rabbinin “Alîm” ismini şahit gösterişi dikkate şayandır. Samimi Müslümanın, kalbinde olana ne kadar güvendiğini gösterir. Şimdi, bu ismi anlamaya çalışalım. Alîm, “zaman ve mekân kaydı olmaksızın büyük-küçük, gizli-aşikâr, her şeyi hakkıyla bilen” anlamına gelir. Alîm ismine iman eden insan, içinde bulunduğu durum ne olursa olsun kendi gücünü aşan konularda onu bilen ve her şeye gücü yeten bir zatın himayesinde olduğunu bilir. Allah’ın Alîm olduğunu bilen O’ndan hiçbir şey gizlenemeyeceğini de bilir. Bu inancın ahlakımızın güzelleşmesindeki katkısına paha biçilemez. Zira içimizle, dışımızla her halimizin Allah’a malum olduğunu bilmek ve bunu hep hatırlamak bize sapasağlam bir iç kontrol sağlar.


10 Resulullah'ın hizmetkarı: Enes b. Mâlik (r.a)
Hz. Peygamber’i tanıdığı gün, küçük Enes’in hayatının en güzel on yılının başlangıcı oldu. Allah’ın elçisinin yanında bulunmak ve ona hizmet etmek ne büyük şerefti. Çocuk dostu Peygamber’in “yavrucuğum” diye hitap ettiği Enes’in yerinde olmak isteyen kaç Medineli çocuk daha vardı kim bilir? Kendisine hizmet ettiği on sene boyunca Resûlüllah (s.a.s) Enes’e bir kez olsun “öf” bile dememiş, yaptığı herhangi bir işten dolayı onu, ‘Niçin böyle yaptın?’, ‘Şöyle yapsaydın ya!’ diye azarlamamıştı. Hz. Peygamber vefat ettiğinde yirmi yaşında bir delikanlıydı Enes (r.a). Geçen on yılda Efendimizden çok şey öğrenmişti. Resûl-i Ekrem’in kendisine öğrettiklerini, onun yaşantısına ve ahlakına dair gözlemlediklerini başkalarıyla paylaşma isteği sayesinde Enes b. Mâlik en çok hadis rivayet eden üçüncü sahabi oldu. Hz. Ömer’in halifeliği zamanında Basra’ya yerleşen ve 103 yıl bereketli bir ömür yaşayan “Resûlüllah’ın Hizmetkârı”, burada vefat eden sahabilerin sonuncusu oldu.


11 Kıyamet-i Kübra: Kainatın Ölümü
Kâinatta bulunan her şey bir gün altüst olup, bütün insanlar ve canlılar ölecek, ardından yeniden diriliş gerçekleşecektir. İşte bu duruma kıyâmet denmektedir. Kâinatın ölümü olan kıyâmet, ahiret hayatının başlangıcıdır. Kıyâmetin peşinden gelecek olan hesap, mizan, cennet veya cehennem ahiret hayatının devamını oluşturur. Kur’an-ı Kerim’de kıyametin kesin olarak gerçekleşeceği, bu konuda herhangi bir şüphenin söz konusu olmadığı, ansızın gelip çatacağı ifade edilmektedir. Kıyâmetin zamanı konusunda ise Allah’tan başka hiç kimsenin bilgisinin olmadığı hatırlatılmaktadır. Bir gün bir sahabi, Allah Resûlü’ne “kıyamet ne zaman kopacak?” diye sorduğunda, Peygamberimiz (s.a.s), “O gün için ne hazırladın?” diye cevap vermiştir (Müslim, Birr, 164). Allah Resûlü (s.a.s), bu cevabı ile bize kıyametin ne zaman kopacağıyla ilgilenmek yerine, ondan sonrası için ne hazırladığımızı sorgulamamızı öğütlemektedir. Bize düşen bu nasihate kulak vermek ve âhirete hazırlanmaktır.

12 Yaşlılara Hürmet, Ömrümüze Bereket
Yaşlılar, Allah’ın dualarına icabet ettiği, ihsan ve ikramına mazhar kıldığı kimselerdir. Millî ve manevî değerlerimizi, kültürümüzü yarınlara taşıyan, geçmişimizle geleceğimizi birbirine bağlayan en değerli köprülerimizdir. Onlar, yuvalarımızın dayanağı, bereket kaynağıdır. Ağarmış saçları, bükülmüş belleri toplumumuz için birer rahmet ve mağfiret vesilesidir. Bugünün ihtiyarları dünün gençleri olduğu gibi bugünün gençleri de yarının ihtiyarları olacaktır. Bize düşen sevgi ve desteğimizi en çok hak eden anne-babamız başta olmak üzere küçükken bizi hayata hazırlayan yaşlılarımıza ihtimam göstermektir. Onların ihtiyaçlarını karşılamak, hayatlarını kolaylaştırmak ve tecrübelerinden faydalanmaktır. Yaşlılarımıza hürmetin, ömrümüze bereket katacağını unutmamak ve Peygamber (s.a.s)’in şu müjdesine layık olabilmektir: “Bir genç, ihtiyar bir kimseye yaşından dolayı hürmet ederse, Allah da ona yaşlılığında kendisine hürmet edecek birisini hazırlar.” (Tirmizî, Birr, 75)


13 Namazların Birleştirilmesi Hangi Durumda Uygundur?
Normal şartlarda her namazın vaktinde kılınması gerekir. Ancak geçerli bir mazeretin olması durumunda namazlar cem’ edilerek kılınabilir. “İki namazı birleştirmek” anlamına gelen cem’, öğle ile ikindi namazlarının öğle veya ikindi vaktinde; akşam ile yatsı namazlarının da akşam veya yatsı vaktinde birlikte kılınmalarını ifade eder. Hanefî mezhebine göre cem’ sadece hacılar için söz konusudur. Diğer mezheplerde (aralarında bazı konularda ihtilaf olmakla birlikte) sefer, yağmur, fırtına gibi mazeretlerle öğle ile ikindiyi veya akşam ile yatsıyı cem-i takdim ya da cem-i tehir yoluyla kılmak caizdir. Seferde olmak, imtihan saatiyle çakışmak, doktorun ameliyatta iken namazı vaktinde kılamaması gibi önemli mazeretlerin bulunduğu durumlarda Hanefî birisi de diğer mezhepleri taklit ederek anılan namazları cem ederek kılabilir. Namazları birleştirerek kılacak kişi, bu namazları peş peşe ve sırasına göre kılar; iki farz arasındaki sünnetleri kılmaz.


14 Acele İşe Şeytan Karışır
Düşünüp taşınmadan ivedi olarak yapılan işten iyi sonuç alınmayacağını belirtmek için “acele işe şeytan karışır” deriz. Genellikle bu atasözünü plansız programsız iş yapan ya da öfkeli anında ani kararlar vermeye yatkın olanların hata yapmasını önlemek için kullanırız. Acelecilikten sakınan ve sebatkâr kimseler hata payını asgarî seviyeye indirmesini bilir. İşte şeytan bizi tam da bu noktadan avlamaktadır, yani aceleci davranışlarımız, sebatsızlığımız onun işine gelmektedir. Zaman zaman düşünmeden hareket edip hatalar işleyebiliyoruz. Nihayetinde insanız ve ani çıkışlarla birilerinin kalbini kırabiliyoruz. Aynı şekilde başkaları da bizi derinden sarsabiliyor. Bir iş yapmaya niyet ederken teenniyle, yani acele etmeden karar verelim ki işimize şeytan karışmasın. İllaki bir şeyde acele etmemiz gerekiyorsa salih amel işleme noktasında acele edelim.

15 Hayrın Anahtarı Gönüller Sultanı Yiğit Sahabe: Sa'd B. Muâz (r.a)
Sa’d b. Muaz Medineli Evs kabilesinin reisi ve Ensarın ileri gelenlerindendir. Hicretten önce Medine’ye gelen Mus’ab b. Umeyr’in gayretiyle Müslüman olmuş, onun gayretiyle kabilesi aynı gün İslam’a girmiştir. Bu sebeple Müslümanlar bu yıla “Sevinç Yılı” adını verdiler. Sa’d b. Muaz Peygamberimizin istişare ettiği en önemli isimlerden biriydi. Müslümanlar adına alınacak kararlarda Ensarı temsil ederdi. Bedir günü Peygamberimize “Vallahi eğer şu denizi gösterip içine dalsan, biz de tereddüt etmeden ardından geliriz. Allah’ın emriyle yürüt bizi!” diyerek bağlılık ve desteğini bildirdi. Uhut günü canı pahasına Peygamberimizi korudu ve yaralarını tedavi etti. Ahzab günü (Hendek Savaşı günü) ağır yaralanınca Allah’a “Ya Rabbi! Eğer Kureyşle aramızdaki harp devam edecekse beni yaşat. Eğer sona eriyorsa beni şehadet mertebesine eriştir” diye dua etti. Hendek savaşından kısa bir süre sonra da vefat etti. Allah Resulüne Ensar arasından en sevgili kişinin Sa’d b. Muaz olduğu rivayet edilir.


16 Kurban Kesmek Yerine Yoksulları Doyursam Olur Mu?
İbadetler şekil, şart ve rükünlerine, hikmet, amaç ve teşri gerekçelerine göre yalnız emredildikleri şekilde yerine getirilir. Nitekim Kurban ibadeti de şartlarını taşıyan hayvanın usûlüne uygun olarak kesilmesiyle yerine getirilir. Bedelini infak etmek suretiyle kurban ibadeti yerine getirilmiş olmaz. Zira hayvanın kesilmesi bu ibadetin rüknüdür. Peygamberimiz de her yıl bizzat kurban keserek bu ibadeti yerine getirmiştir. Allah’ın rızasını kazanmak niyetiyle karşılıksız olarak fakir ve muhtaçlara yardım etmek, iyilik ve ihsanda bulunmak her Müslümanın önemli bir vazifesidir. Zaruret derecesinde ihtiyaç içerisinde bulunan kimseye yardım etmek dinimizde farz kabul edilmiştir. Ancak bu iki ibadetin birbirinin alternatifi olarak sunulması doğru değildir. Bu sebeple kesme olmadan hayvanı, sadaka olarak bir kişiye vermek kurban yerine geçmez. Aynı şekilde kurban bedelini de yoksullara ya da yardım kuruluşlarına vermek suretiyle, kurban ibadeti ifa edilmiş olmaz.


17 Kabir Hayatı
Kabir hayatı, kişinin ölümüyle başlayan, ikinci Sur’a üfleme yani yeniden dirilişle son bulan geçici bir hayattır. Geçicilik yönüyle dünya hayatına benzerken amellerin olmaması itibarıyla da ahiret hayatına benzer. Kabir hayatına dünya ile ahiret arasında “engel’ anlamına gelen “berzah” ya da “berzah hayatı”da denir. Kur’an-ı Kerim’de “berzah” şöyle anlatılır: “Onlardan birine ölüm gelince ‘Rabbim beni geri çevir, belki yapmadan bıraktığımı tamamlar, iyi işler yaparım’ der. Hayır, bu söylediği sadece kendi lafıdır. Tekrar diriltilecekleri güne kadar, arkalarında onları geriye dönmekten alıkoyan bir berzah (engel) vardır.” (Müminûn, 23/99-100) Kabir hayatının nasıl yaşanacağı ve mahiyeti konusunda çok açık bilgiler yoktur. Bir hadiste, “Kabir ya cennet bahçelerinden bir bahçe ya da cehennem çukurlarından bir çukurdur.” (Tirmizî, Kıyâmet, 26) buyrularak kabrin mahiyeti hakkında bilgi verilir. Kabirde mümin güzel bir hayat içinde bulunacaktır. Kabir hayatında kişinin iman ve amelleri belirleyici olacaktır.

 18 İsm-i Cami: Allah
Allah, bütün varlığın yoktan var edicisi; her şeye düzen, nizam tekâmül veren olan Zattır.
Allah ismi diğer bütün isimlerini içine alan en kapsamlı isimdir.
Bu isim ona özeldir. Bu isim tarihin hiçbir döneminde O’ndan başka bir varlığa ad olarak verilmemiştir. “Allah” kelimesinin kökeni konusunda çok şey söylenmekle birlikte çoğunluğun görüşüne göre müştak (türemiş) değildir. “Allah” ismi diğer bütün esma ve sıfatlarından önce gelmektedir.
Bu isme Laftazullah da denmektedir.
Allah varlığı kendiliğinden ve zorunlu olandır, var olan her şeyin arkasındaki temel sebeptir.
Tek gerçek varlık O’dur.
O’nu hesaba katmadan varlığı anlamaya çalışmak büyük bir hatadır.
Onun varlığı ve birliğine dayalı tevhid anlayışının dışındaki inanışlar bir sapmadır.
O’ndan gelir, O’na gideriz. O’nun adıyla başlanmayan bir iş varması gereken asıl sonuca varamaz.
Ona iman ile hayat gerçek anlamını bulur. Bu anlamla insan inançsızlık girdabından kurtulup, imanın selametine ulaşır.
Kalpler ancak Onu anmakla huzur bulur. Onu tanımamak ise büyük bir hüsran, kayıptır.



19 Kur’an, lafzı ve mânasıyla Allah kelâmıdır
Kur’an’ı Kerim Allah’ın vahyi olup Hz. Peygamber’e (s.a.s.) verilmiş bir mucizedir.
Kur’ân, bizzat Hz. Peygamber (s.a.s.) döneminde yazı ve ezber yoluyla kayda geçirilerek daha sonraki kuşaklara, naklinde şüphe olmayacak şekilde tevatüren ulaştırılmıştır.
Kur’ân-ı Kerîm’in açık ifadelerine, Hz. Peygamber’in (s.a.s.) açıklamalarına bağlı olarak ve tarih boyunca benimsenen İslam ilim geleneğindeki temel kabule göre Kur’ân, lafzı ve manasıyla Hz. Peygamber’e (s.a.s.) indirilmiştir.
“Kur’ân’ın sadece manasının öz olarak Hz. Peygamber’e (s.a.s.) indirildiği, onun da bunu kendi kültürünün kelimeleriyle söze dönüştürdüğü” yönündeki iddia, Allah Teâlâ ve Kur’ân-ı Kerim’e yapılan mesnetsiz, ilmî olmaktan uzak çirkin bir iftiradır.
Allah Teâlâ, “Biz her peygamberi, (kitabımızı) apaçık anlatsın diye kendi kavminin diliyle gönderdik” (İbrahim, 14/4) âyetiyle, her peygambere vahyi kendi kavminin diliyle göndermiştir.
Birçok âyet-i kerimede de, Kur’ân’ın Allah tarafından Arapça olarak Hz. Peygamber’e (s.a.s.) lafzen, Cebrail (a.s) vasıtasıyla indirildiği açık bir şekilde ifade edilmiştir.


20 Hayat İmtihandır
Hayatımız boyunca pek çok sıkıntı, keder ve musibetle karşılaşırız.
Başımıza gelen her olay dünya imtihanının bir parçasıdır. Ömür dediğimiz sermaye, imtihan için bize tanınan sınırlı süredir.
Hayatı; iman ve salih ameller ile geçirebilmek, karşılaştığımız hadiseler karşısında doğru tavırlar ortaya koyabilmektir. Ayet-i kerimede şöyle buyurulmaktadır: “Andolsun ki sizi biraz korku ve açlıkla; mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle sınayacağız. Sabredenleri müjdele!” (Bakara, 2/155)
Sebeplere başvuran; ilmin, aklın ve tecrübenin ışığında her türlü tedbiri alan mümin, aynı zamanda tevekkül etmeyi ve ilâhî takdire rıza göstermeyi bilmelidir. İsyan ve taşkınlıkla değil, teslimiyet ve sekînetle hareket etmelidir.
Korku, endişe ve karamsarlıktan uzak kalarak, Rabbine sığınmalıdır. En güvenli sığınak, Cenâb-ı Hakk’ın eşsiz kudreti, ilim ve hikmeti, yardım ve inayetidir. O’na olan inancını bir an bile yitirmemek, O’na dayanmak, O’na güvenmek ve O’ndan yardım dilemek müminin hayat ışığıdır.
Dua ve niyazla, tevbe ve istiğfarla, hamd ve şükürle Allah’a iltica etmek, kulluğun özüdür.


21 Yol ve Etrafındaki Surlar

Sabır, Cennetin Hazinesidir Rahmet Peygamberimiz [sallallahu aleyhi vesellem] buyuruyor ki: Sabır, cennetin hazinelerinden bir hazinedir. Açıklama: Sabır, acıya katlanmak, kişinin yapısına, tabiatına uygun olmayan hallere dayanmak demektir. Sabır acı olsa da meyvesi tatlıdır. Bu sebeple insan sabırlı olmalıdır. Sabırlı kimse hikmete uygun hareket eder, ilâhî takdire razı gösterir. Bunun neticesinde de birtakım tehlikelerden kurtulur, muvaffak olur. Bununla beraber müdafaası mümkün olan ancak tamirine güç yetmeyen bir haksızlığa tahammül, sabır değil, bir miskinliktir. 


22 Ömrü Artıran Üç Haslet

 Resûlullah [sallallahu aleyhi vesellem] şöyle buyuruyor: Akrabaya iyilik, güzel huy, güzel komşuluk yapmak yaşanılan diyarları mamur eder, ömürleri artırır ( yani feyizli ve bereketli kılar). Açıklama: İnsanın, durumlarına göre arkadaşlarına mal ve hizmet ile yardım ederek veya onları ziyaret ederek iyiliklerde bulunması gerekir. Buna sıla-i rahim denir. İnsan, güzel huylara sahip olmalıdır ve bilhassa komşularına karşı güzel muamelede bulunmalıdır. Bu tür davranışlar cemiyetin saygınlığının artmasına, insanların neşe içinde feyiz ve bereket dairesinde yaşamalarına vesile olur.


23 Altı Konuda Bizden Söz İstedi 

Resûl-i Ekrem Efendimiz [sallallahu aleyhi vesellem] bir gün şöyle buyurdu: Siz bana altı meselede söz verin, ben de sizin cennete girmenize kefil olayım. Konuşurken dosdoğru konuşun. Vaat ettiğinizi yerine getirin. Size bir şey emanet edildiği zaman hainlik etmeyin. Gözlerinizi harama karşı kapayın. Irz ve namusunuzu koruyun. Elinizi başkalarına zarar vermekten uzak tutun. Evimizin, sokağımızın, şehrimizin ve nihayet bütün yeryüzünün cennete dönüşmesinin formülü de bu altı maddede gizli değil mi? Bu bir niyet meselesi. Rüzgâr nereden eserse essin, diri olma, ayakta kalma niyeti. Bu niyet olunca Cenâb-ı Hakk’ın yardımıyla emniyetimiz tam olacak inşallah. 

24 En Büyük Bela 

Mâlik b. Dînâr hazretleri [kuddise sırruhû] anlatıyor: Bir gün Hasan-ı Basrî’ye sordum: - Dünya içinde en ağır (belalı) şey nedir? - Gönlün (manevi kalbin) ölmesidir, buyurdu. - Gönül neden ölür, dedim. - Dünyayı sevmekten, dedi

25 Kendin için istediğini arkadaşın için de iste

Sahabeden bir kadın elinde bir kumaşla Hz. Peygamber’in yanına gelerek, “Bunu giymeniz için kendi elimle dokudum.” dedi. O günlerde böyle bir kumaşa ihtiyacı olan Efendimiz bu hediyeyi aldı ve giyinerek ashâbın yanına geldi. Fakat bir sahabenin, “Yâ Resûlallah, bunu bana giydir!” demesi üzerine Rahmet Elçisi, bu sahabeyi kırmadı ve evine döner dönmez kumaşı katlayarak ona gönderdi. (Buhârî, Libâs, 18) Peygamberimiz, insanın kendisi için isteyebileceği bütün güzellikleri kardeşi için de dilemeyi, kendisinin sakındığı bütün kötülüklerden onun da uzak olmasını arzu etmeyi imanın bir gereği sayarak, ‘kendisi’ ve ‘başkası’ ayrımını adeta ortadan kaldırmıştır. Onun bu öğretisi, Mekke’den Medine’ye hicret sonrasında ensar’ın muhacirlere gösterdiği davranış biçimiyle zirve noktasına ulaşmıştır. Allah’ın övgüsüne mazhar olan bu tutum, (Haşr, 59/9) "gerektiğinde başkasını kendisine tercih etme anlayışı" (îsâru’n-nefs) olarak İslâm ahlâkının şahikasını oluşturmuştur.


26 İman-Salih Amel ilişkisi

Kur’ân-ı Kerîm’de iman ve salih amel yan yana zikredilmiş, amel-i salihin faydası ve gerekliliği üzerinde ısrarla durulmuştur. Allah Resûlü (s.a.s.) ise ahde vefa göstermek, emanete riayet etmek, konuştuğunda hayır söylemek gibi nice güzel hasleti imanın bir tezahürü olarak zikretmiştir. İman, aktif ve harekete geçirici bir güçtür. Kalbe yerleştiği andan itibaren kendiliğinden bir hareket başlar ve tıpkı kokusunu içinde tutamayan çiçek gibi dış dünyaya salih ameller olarak yansır. Amel-i salih imanın tabiî semeresidir. Salih amelin imanla ilişkisi, kalbin bedenle olan irtibatı gibidir. Zira kalp ile beden, iman ile salih amel birbirinden ayrı düşünülemez. Kalbî huzurun doya doya yaşanması, iman-amel bütünlüğünün sağlanması ile mümkündür. Çünkü imanı güçlendirecek ve tehlikelere karşı onu çepeçevre sararak koruyacak olan salih amellerdir. İmanın muhafazası, güçlendirilmesi, canlı tutulması ibadetlerle ve İslâm’ın güzel gördüğü davranışlarda bulunmakla sağlanır.


27 Seyyidü'l-İstiğfar

İstiğfar, kulun işlediği günahlardan ve yaptığı hatalardan dolayı Allah’tan af ve mağfiret niyaz etmesidir. Kur’an-ı Kerim’de işledikleri kötülüklerden pişman olup tövbe edenler övülmektedir. (Âl-i İmrân, 3/135) Kaynaklarda da “istiğfar” anlamı taşıyan pek çok dua bulunmaktadır. Hz. Peygamberin “Seyyidü’l-istiğfâr” (istiğfârın en güzeli) diye nitelediği dua ise şöyledir: “Allah’ım! Sen benim Rabbimsin! Senden başka hiçbir ilâh yoktur. Beni sen yarattın. Ben senin kulunum; gücüm yettiği kadarıyla senin ahdin ve va’din üzere bulunuyorum. Yaptığım fenalıkların şerrinden sana sığınırım. Üzerimde olan nimetlerini itiraf ederim; günahımı da itiraf ederim. Beni bağışla; çünkü senden başka hiçbir kimse günahları bağışlamaz.” (Buhârî, Deavât, 2) Aslında kişinin Rabbine yönelerek içinden geldiği gibi dile getirdiği her türlü bağışlanma duası zaten bir istiğfardır. Tövbe edecek kimsenin iki rekât namaz kılması, sonra Allah’a hamd, Resûlü’ne (s.a.s.) salât ve selam getirmesi, ardından tövbe ve istiğfar etmesi, akabinde de salavat ve hamd ile bitirmesi de tövbenin adabındandır.


28 Resulullah'ın sevgilisi: Hz. Aişe (r.anha)

Resûlullah’ın sevgili eşi Hz. Âişe; anlayış kabiliyeti, kuvvetli hafızası, Kur’ân’ı ve Hz. Peygamber’i doğru biçimde anlamaya yatkın zekâsıyla Rasûlullah’ın yanında özel bir mevki kazanmıştır. Resûlullah Hz. Âişe’ye verdiği değeri, “Âişe’nin diğer kadınlara üstünlüğü, tiridin diğer yemeklere üstünlüğü gibidir.” (Müslim, Fedâilü’s-sahâbe, 70) sözleriyle ifade etmiştir. Hz. Peygamber, onunla bir arada bulunmaktan, seyahatlerinde kendisiyle sohbet etmekten, davetlere onunla birlikte katılmaktan, sorularına cevap vermekten memnun olurdu. Bu sayede Âişe’nin (r.anhâ) eğitimi, vahyin aydınlattığı Peygamber evinde daha da gelişti ve olgunlaştı. Hz. Peygamber’e karşı beslediği derin sevgi yanında onun (s.a.s.) emirlerini yerine getirmeye de büyük özen gösterirdi. Geceleri namaz kılar, günlerinin çoğunu oruçla geçirirdi. Kimsenin aleyhinde konuşmayı sevmezdi. Kanaatkâr, mütevazı, vakur ve cömertti. Öksüz ve fakir çocukları himayesine alır, onların terbiye ve yetiştirilmesine itina eder, sonra da kendilerini evlendirirdi.


29 İsrâ ve Miraç

İsrâ, Peygamberimizin bir gece, Mekke’deki Mescid-i Harâm’dan Kudüs’teki Mescid-i Aksâ’ya yolculuğuna denir. Miraç ise Resûlullah’ın Allah’ın kudret ve azametine şahit; rahmet, mağfiret ve müjdesine nail olduğu kutlu yükselişidir. Miracın ilk durağı Kudüs’teki Mescid-i Aksâ’dır. Müslümanların üç harem-i şerifinden biri olan Mescid-i Aksâ ve üç mübarek beldemizden biri olan Kudüs, İslam medeniyetinin en önemli şahitlerinden, en değerli bilgi ve medeniyet hafızlarındandır. Zira Kudüs, Hz. İbrâhim ve ondan sonra gelen birçok peygamberin yaşadığı ve defnedildiği, Hz. Musa’nın kavmine girmelerini emrettiği, Hz. Davud’un fethettiği, oğlu Hz. Süleyman’ın inşa ettiği, Peygamberimizin miraca yükseldiği, mübarek yüzünü dönüp namaz kıldığı, Hz. Ömer’in Resûlullah’ın izinden giderek fethini gerçekleştirdiği, Eyyûbîler’in, Memlükler’in ve Devlet-i Aliyye ’nin hizmetini görmekten şeref duyduğu mübarek bir belde, kutsal bir topraktır. Bu yüzden Kudüs ve Mescid-i Aksâ sevdasını gönlünde taşımak, buralara hizmet için çabalamak her Müslümanın en önemli görevlerindendir.


30 Anne babanın rızası Rabbimizin rızasına vesiledir

İnsanın anne-babası, onun büyüyüp yetişmesi ve şahsiyet kazanması için yıllarca emek verir. Bu yüzden yüce dinimiz, insana anne-babasıyla iyi geçinmeyi, onların hatırını saymayı, haklarını korumayı emreder. Zorluklar karşısında maddi ve manevi anlamda anne-babaya destek olmanın, bilhassa yaşlandıklarında merhamet göstererek ihtiyaçlarını karşılamanın vefa borcu olduğunu anlatır. Peygamberimiz de “Anne baba, kişinin cennete girmesine vesile olacak ana kapılarından birisidir. Bu kapıdan girme fırsatını kaybetmek ya da değerlendirmek artık senin arzuna kalmış!” buyurmuştur. (Tirmizî, Birr, 3) Bu yüzden anne-babaya iyilik etmek, onların gönüllerini hoşnut ederek rızalarını kazanmak, Allah’ın hoşnutluğunu kazanmaya götüren erdemli davranışlardandır. Bunun tam tersi ana-babaya isyan etmek, hürmetsizlik etmek, kalplerini kırmak ise müminlerin uzak durması gereken hususlardandır. Zira Peygamberimiz “Rabbin hoşnutluğu anne babanın hoşnutluğuna bağlıdır. Rabbin öfkesi ise, anne babanın öfkesine bağlıdır.” (Tirmizî, Birr, 3) buyurmuştur.
















Hiç yorum yok:

Yorum Gönder