Bir bilgeye , "Efendim dünyada en çok kimi seviyorsunuz ?" diye sormuşlar , "Terzimi seviyorum " diye cevap vermiş . soruyu soranlar şaşırmış ve "Aman üstad o kadar eşiniz dostunuz varken terzide nereden çıktı ? Neden onu seviyorsunuz ?" demişler .
Bilge şöyle cevap vermiş : "Dostlarım , evet ben terzimi severim . Çünkü ona her gittiğimde ölçümü yeniden alır . Ama ötekiler öyle değildir . Benim hakkımda bir kez karar verir ve ölünceye kadar da beni hep aynı gözle görürler ."
2 NASİHATLER
Bir iyiliği emir veya kötülükten nehiy gibi dine övülecek bir sebep yokken devlet adamlarının kapısını aşındırma . Bir gün tâbiînin ileri gelenlerinden Ahnef b. Kays (rah.) zamanın halifesinin yanında bulunuyordu . Mecliste çok şey konuşuldu . Ahnef devamlı susuyordu . Halife ona dönüp , niçin konuşmadığını sorunca Ahnef , "Yalan söylesem Allah (c.c.)'tan korkuyorum . Doğruyu söylemeye senden çekiniyorum . Onun için susuyorum" cevabını verdi .aslında bir yanlış yapılırken sükût etmek ve gücü varken müdahale etmemek insanı vebale sokar
5 Medineli fedakar sahabi: Ebû Talha (r.a)
Sevdiği şeylerden Allah için vazgeçmenin de paylaşmanın da imanını olgunlaştırdığının farkında olan Ebu Talha, elinden geldiği kadar Medine’deki ihtiyaç sahiplerine yardım eder, bazen kendisi aç kalma pahasına kardeşlerini doyururdu. Bir defasında Allah Resulü, yardıma muhtaç biri için kendi evinde ikram edecek bir şey bulamayıp sahabeden yardım isteyince Ebu Talha hemen bu kimseye talip olmuş, kendisi ve çocukları aç kalma pahasına Peygamber misafirini evinde ağırlamıştı. Allah Teâlâ, bu olay üzerine indirdiği ayetle “Onlardan önce bu yurda yerleşmiş ve gönülden inanmış olanlar, kendilerine göç edip gelenleri severler, onlara verilenlerden dolayı içlerinde bir rahatsızlık duymazlar; ihtiyaç içinde olsalar bile onları kendilerine tercih ederler. Kim nefsinin bencilliğinden korunmayı başarırsa işte kurtuluşa erecekler onlardır.” (Haşr, 59/9) onların kurtuluşa eren kimseler olduklarını müjdelemişti. Allah Resulü de bu aileyi pek sever sık sık evlerine misafir olur, ikramlarını geri çevirmezdi.
18 İsm-i Cami: Allah
Allah, bütün varlığın yoktan var edicisi; her şeye düzen, nizam tekâmül veren olan Zattır.
Allah ismi diğer bütün isimlerini içine alan en kapsamlı isimdir.
Bu isim ona özeldir. Bu isim tarihin hiçbir döneminde O’ndan başka bir varlığa ad olarak verilmemiştir. “Allah” kelimesinin kökeni konusunda çok şey söylenmekle birlikte çoğunluğun görüşüne göre müştak (türemiş) değildir. “Allah” ismi diğer bütün esma ve sıfatlarından önce gelmektedir.
Bu isme Laftazullah da denmektedir.
Allah varlığı kendiliğinden ve zorunlu olandır, var olan her şeyin arkasındaki temel sebeptir.
Tek gerçek varlık O’dur.
O’nu hesaba katmadan varlığı anlamaya çalışmak büyük bir hatadır.
Onun varlığı ve birliğine dayalı tevhid anlayışının dışındaki inanışlar bir sapmadır.
O’ndan gelir, O’na gideriz. O’nun adıyla başlanmayan bir iş varması gereken asıl sonuca varamaz.
Ona iman ile hayat gerçek anlamını bulur. Bu anlamla insan inançsızlık girdabından kurtulup, imanın selametine ulaşır.
Kalpler ancak Onu anmakla huzur bulur. Onu tanımamak ise büyük bir hüsran, kayıptır.
19 Kur’an, lafzı ve mânasıyla Allah kelâmıdır
Kur’an’ı Kerim Allah’ın vahyi olup Hz. Peygamber’e (s.a.s.) verilmiş bir mucizedir.
Kur’ân, bizzat Hz. Peygamber (s.a.s.) döneminde yazı ve ezber yoluyla kayda geçirilerek daha sonraki kuşaklara, naklinde şüphe olmayacak şekilde tevatüren ulaştırılmıştır.
Kur’ân-ı Kerîm’in açık ifadelerine, Hz. Peygamber’in (s.a.s.) açıklamalarına bağlı olarak ve tarih boyunca benimsenen İslam ilim geleneğindeki temel kabule göre Kur’ân, lafzı ve manasıyla Hz. Peygamber’e (s.a.s.) indirilmiştir.
“Kur’ân’ın sadece manasının öz olarak Hz. Peygamber’e (s.a.s.) indirildiği, onun da bunu kendi kültürünün kelimeleriyle söze dönüştürdüğü” yönündeki iddia, Allah Teâlâ ve Kur’ân-ı Kerim’e yapılan mesnetsiz, ilmî olmaktan uzak çirkin bir iftiradır.
Allah Teâlâ, “Biz her peygamberi, (kitabımızı) apaçık anlatsın diye kendi kavminin diliyle gönderdik” (İbrahim, 14/4) âyetiyle, her peygambere vahyi kendi kavminin diliyle göndermiştir.
Birçok âyet-i kerimede de, Kur’ân’ın Allah tarafından Arapça olarak Hz. Peygamber’e (s.a.s.) lafzen, Cebrail (a.s) vasıtasıyla indirildiği açık bir şekilde ifade edilmiştir.
20 Hayat İmtihandır
Hayatımız boyunca pek çok sıkıntı, keder ve musibetle karşılaşırız.
Başımıza gelen her olay dünya imtihanının bir parçasıdır. Ömür dediğimiz sermaye, imtihan için bize tanınan sınırlı süredir.
Hayatı; iman ve salih ameller ile geçirebilmek, karşılaştığımız hadiseler karşısında doğru tavırlar ortaya koyabilmektir. Ayet-i kerimede şöyle buyurulmaktadır: “Andolsun ki sizi biraz korku ve açlıkla; mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle sınayacağız. Sabredenleri müjdele!” (Bakara, 2/155)
Sebeplere başvuran; ilmin, aklın ve tecrübenin ışığında her türlü tedbiri alan mümin, aynı zamanda tevekkül etmeyi ve ilâhî takdire rıza göstermeyi bilmelidir. İsyan ve taşkınlıkla değil, teslimiyet ve sekînetle hareket etmelidir.
Korku, endişe ve karamsarlıktan uzak kalarak, Rabbine sığınmalıdır. En güvenli sığınak, Cenâb-ı Hakk’ın eşsiz kudreti, ilim ve hikmeti, yardım ve inayetidir. O’na olan inancını bir an bile yitirmemek, O’na dayanmak, O’na güvenmek ve O’ndan yardım dilemek müminin hayat ışığıdır.
Dua ve niyazla, tevbe ve istiğfarla, hamd ve şükürle Allah’a iltica etmek, kulluğun özüdür.
21 Yol ve Etrafındaki Surlar
Sabır, Cennetin Hazinesidir Rahmet Peygamberimiz [sallallahu aleyhi vesellem] buyuruyor ki: Sabır, cennetin hazinelerinden bir hazinedir. Açıklama: Sabır, acıya katlanmak, kişinin yapısına, tabiatına uygun olmayan hallere dayanmak demektir. Sabır acı olsa da meyvesi tatlıdır. Bu sebeple insan sabırlı olmalıdır. Sabırlı kimse hikmete uygun hareket eder, ilâhî takdire razı gösterir. Bunun neticesinde de birtakım tehlikelerden kurtulur, muvaffak olur. Bununla beraber müdafaası mümkün olan ancak tamirine güç yetmeyen bir haksızlığa tahammül, sabır değil, bir miskinliktir.
22 Ömrü Artıran Üç Haslet
Resûlullah [sallallahu aleyhi vesellem] şöyle buyuruyor: Akrabaya iyilik, güzel huy, güzel komşuluk yapmak yaşanılan diyarları mamur eder, ömürleri artırır ( yani feyizli ve bereketli kılar). Açıklama: İnsanın, durumlarına göre arkadaşlarına mal ve hizmet ile yardım ederek veya onları ziyaret ederek iyiliklerde bulunması gerekir. Buna sıla-i rahim denir. İnsan, güzel huylara sahip olmalıdır ve bilhassa komşularına karşı güzel muamelede bulunmalıdır. Bu tür davranışlar cemiyetin saygınlığının artmasına, insanların neşe içinde feyiz ve bereket dairesinde yaşamalarına vesile olur.
23 Altı Konuda Bizden Söz İstedi
Resûl-i Ekrem Efendimiz [sallallahu aleyhi vesellem] bir gün şöyle buyurdu: Siz bana altı meselede söz verin, ben de sizin cennete girmenize kefil olayım. Konuşurken dosdoğru konuşun. Vaat ettiğinizi yerine getirin. Size bir şey emanet edildiği zaman hainlik etmeyin. Gözlerinizi harama karşı kapayın. Irz ve namusunuzu koruyun. Elinizi başkalarına zarar vermekten uzak tutun. Evimizin, sokağımızın, şehrimizin ve nihayet bütün yeryüzünün cennete dönüşmesinin formülü de bu altı maddede gizli değil mi? Bu bir niyet meselesi. Rüzgâr nereden eserse essin, diri olma, ayakta kalma niyeti. Bu niyet olunca Cenâb-ı Hakk’ın yardımıyla emniyetimiz tam olacak inşallah.
24 En Büyük Bela
Mâlik b. Dînâr hazretleri [kuddise sırruhû] anlatıyor: Bir gün Hasan-ı Basrî’ye sordum: - Dünya içinde en ağır (belalı) şey nedir? - Gönlün (manevi kalbin) ölmesidir, buyurdu. - Gönül neden ölür, dedim. - Dünyayı sevmekten, dedi
25 Kendin için istediğini arkadaşın için de iste
Sahabeden bir kadın elinde bir kumaşla Hz. Peygamber’in yanına gelerek, “Bunu giymeniz için kendi elimle dokudum.” dedi. O günlerde böyle bir kumaşa ihtiyacı olan Efendimiz bu hediyeyi aldı ve giyinerek ashâbın yanına geldi. Fakat bir sahabenin, “Yâ Resûlallah, bunu bana giydir!” demesi üzerine Rahmet Elçisi, bu sahabeyi kırmadı ve evine döner dönmez kumaşı katlayarak ona gönderdi. (Buhârî, Libâs, 18) Peygamberimiz, insanın kendisi için isteyebileceği bütün güzellikleri kardeşi için de dilemeyi, kendisinin sakındığı bütün kötülüklerden onun da uzak olmasını arzu etmeyi imanın bir gereği sayarak, ‘kendisi’ ve ‘başkası’ ayrımını adeta ortadan kaldırmıştır. Onun bu öğretisi, Mekke’den Medine’ye hicret sonrasında ensar’ın muhacirlere gösterdiği davranış biçimiyle zirve noktasına ulaşmıştır. Allah’ın övgüsüne mazhar olan bu tutum, (Haşr, 59/9) "gerektiğinde başkasını kendisine tercih etme anlayışı" (îsâru’n-nefs) olarak İslâm ahlâkının şahikasını oluşturmuştur.
26 İman-Salih Amel ilişkisi
Kur’ân-ı Kerîm’de iman ve salih amel yan yana zikredilmiş, amel-i salihin faydası ve gerekliliği üzerinde ısrarla durulmuştur. Allah Resûlü (s.a.s.) ise ahde vefa göstermek, emanete riayet etmek, konuştuğunda hayır söylemek gibi nice güzel hasleti imanın bir tezahürü olarak zikretmiştir. İman, aktif ve harekete geçirici bir güçtür. Kalbe yerleştiği andan itibaren kendiliğinden bir hareket başlar ve tıpkı kokusunu içinde tutamayan çiçek gibi dış dünyaya salih ameller olarak yansır. Amel-i salih imanın tabiî semeresidir. Salih amelin imanla ilişkisi, kalbin bedenle olan irtibatı gibidir. Zira kalp ile beden, iman ile salih amel birbirinden ayrı düşünülemez. Kalbî huzurun doya doya yaşanması, iman-amel bütünlüğünün sağlanması ile mümkündür. Çünkü imanı güçlendirecek ve tehlikelere karşı onu çepeçevre sararak koruyacak olan salih amellerdir. İmanın muhafazası, güçlendirilmesi, canlı tutulması ibadetlerle ve İslâm’ın güzel gördüğü davranışlarda bulunmakla sağlanır.
27 Seyyidü'l-İstiğfar
İstiğfar, kulun işlediği günahlardan ve yaptığı hatalardan dolayı Allah’tan af ve mağfiret niyaz etmesidir. Kur’an-ı Kerim’de işledikleri kötülüklerden pişman olup tövbe edenler övülmektedir. (Âl-i İmrân, 3/135) Kaynaklarda da “istiğfar” anlamı taşıyan pek çok dua bulunmaktadır. Hz. Peygamberin “Seyyidü’l-istiğfâr” (istiğfârın en güzeli) diye nitelediği dua ise şöyledir: “Allah’ım! Sen benim Rabbimsin! Senden başka hiçbir ilâh yoktur. Beni sen yarattın. Ben senin kulunum; gücüm yettiği kadarıyla senin ahdin ve va’din üzere bulunuyorum. Yaptığım fenalıkların şerrinden sana sığınırım. Üzerimde olan nimetlerini itiraf ederim; günahımı da itiraf ederim. Beni bağışla; çünkü senden başka hiçbir kimse günahları bağışlamaz.” (Buhârî, Deavât, 2) Aslında kişinin Rabbine yönelerek içinden geldiği gibi dile getirdiği her türlü bağışlanma duası zaten bir istiğfardır. Tövbe edecek kimsenin iki rekât namaz kılması, sonra Allah’a hamd, Resûlü’ne (s.a.s.) salât ve selam getirmesi, ardından tövbe ve istiğfar etmesi, akabinde de salavat ve hamd ile bitirmesi de tövbenin adabındandır.
28 Resulullah'ın sevgilisi: Hz. Aişe (r.anha)
Resûlullah’ın sevgili eşi Hz. Âişe; anlayış kabiliyeti, kuvvetli hafızası, Kur’ân’ı ve Hz. Peygamber’i doğru biçimde anlamaya yatkın zekâsıyla Rasûlullah’ın yanında özel bir mevki kazanmıştır. Resûlullah Hz. Âişe’ye verdiği değeri, “Âişe’nin diğer kadınlara üstünlüğü, tiridin diğer yemeklere üstünlüğü gibidir.” (Müslim, Fedâilü’s-sahâbe, 70) sözleriyle ifade etmiştir. Hz. Peygamber, onunla bir arada bulunmaktan, seyahatlerinde kendisiyle sohbet etmekten, davetlere onunla birlikte katılmaktan, sorularına cevap vermekten memnun olurdu. Bu sayede Âişe’nin (r.anhâ) eğitimi, vahyin aydınlattığı Peygamber evinde daha da gelişti ve olgunlaştı. Hz. Peygamber’e karşı beslediği derin sevgi yanında onun (s.a.s.) emirlerini yerine getirmeye de büyük özen gösterirdi. Geceleri namaz kılar, günlerinin çoğunu oruçla geçirirdi. Kimsenin aleyhinde konuşmayı sevmezdi. Kanaatkâr, mütevazı, vakur ve cömertti. Öksüz ve fakir çocukları himayesine alır, onların terbiye ve yetiştirilmesine itina eder, sonra da kendilerini evlendirirdi.
29 İsrâ ve Miraç
İsrâ, Peygamberimizin bir gece, Mekke’deki Mescid-i Harâm’dan Kudüs’teki Mescid-i Aksâ’ya yolculuğuna denir. Miraç ise Resûlullah’ın Allah’ın kudret ve azametine şahit; rahmet, mağfiret ve müjdesine nail olduğu kutlu yükselişidir. Miracın ilk durağı Kudüs’teki Mescid-i Aksâ’dır. Müslümanların üç harem-i şerifinden biri olan Mescid-i Aksâ ve üç mübarek beldemizden biri olan Kudüs, İslam medeniyetinin en önemli şahitlerinden, en değerli bilgi ve medeniyet hafızlarındandır. Zira Kudüs, Hz. İbrâhim ve ondan sonra gelen birçok peygamberin yaşadığı ve defnedildiği, Hz. Musa’nın kavmine girmelerini emrettiği, Hz. Davud’un fethettiği, oğlu Hz. Süleyman’ın inşa ettiği, Peygamberimizin miraca yükseldiği, mübarek yüzünü dönüp namaz kıldığı, Hz. Ömer’in Resûlullah’ın izinden giderek fethini gerçekleştirdiği, Eyyûbîler’in, Memlükler’in ve Devlet-i Aliyye ’nin hizmetini görmekten şeref duyduğu mübarek bir belde, kutsal bir topraktır. Bu yüzden Kudüs ve Mescid-i Aksâ sevdasını gönlünde taşımak, buralara hizmet için çabalamak her Müslümanın en önemli görevlerindendir.
30 Anne babanın rızası Rabbimizin rızasına vesiledir
İnsanın anne-babası, onun büyüyüp yetişmesi ve şahsiyet kazanması için yıllarca emek verir. Bu yüzden yüce dinimiz, insana anne-babasıyla iyi geçinmeyi, onların hatırını saymayı, haklarını korumayı emreder. Zorluklar karşısında maddi ve manevi anlamda anne-babaya destek olmanın, bilhassa yaşlandıklarında merhamet göstererek ihtiyaçlarını karşılamanın vefa borcu olduğunu anlatır. Peygamberimiz de “Anne baba, kişinin cennete girmesine vesile olacak ana kapılarından birisidir. Bu kapıdan girme fırsatını kaybetmek ya da değerlendirmek artık senin arzuna kalmış!” buyurmuştur. (Tirmizî, Birr, 3) Bu yüzden anne-babaya iyilik etmek, onların gönüllerini hoşnut ederek rızalarını kazanmak, Allah’ın hoşnutluğunu kazanmaya götüren erdemli davranışlardandır. Bunun tam tersi ana-babaya isyan etmek, hürmetsizlik etmek, kalplerini kırmak ise müminlerin uzak durması gereken hususlardandır. Zira Peygamberimiz “Rabbin hoşnutluğu anne babanın hoşnutluğuna bağlıdır. Rabbin öfkesi ise, anne babanın öfkesine bağlıdır.” (Tirmizî, Birr, 3) buyurmuştur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder