Drop Down MenusCSS Drop Down MenuPure CSS Dropdown Menu -->

26 Şubat 2023 Pazar

TAKVİM 5

1 Allah Korkusu 

Allah korkusu her şeyiyle bir ibadettir, fazilettir. Bu korkunun sonu, bütün korkulardan emin olmak ve ebediyyen emniyete girmektir. Yüce Rabbimiz, kendisinden korkan dostlarının bütün korkulardan emin olacaklarını, hiçbir endişe ve hüzün çekmeyeceklerini bildiriyor. (Yunus, 62-64).Allah korkusu insanın kalbini kuvvetlendirir, aklını nurlandırır, kabiliyetlerini geliştirir, görüşünü keskinleştirir. Bu nur ile insan iyiliği ve kötülüğü, güzeli ve çirkini tanır. Nur içinde yaşar, nur ile bakar, nur ile konuşur.

2 Kula Kulluğun Zilleti 

Bir insanın, “Allah’tan korkmuyorum” deyip ilâhî uyarılara aldırış etmemesi, tam bir cehalet ve gaflettir. Halbuki bu kimse, menfaatim elden gidecek, işimden olacağım, aç kalacağım korkusuyla başka insanlar karşısında insanlığını ayaklar altına alır. Her ne denirse yapar. Haram-helal dert etmez.
Bir insan için, Allah Teâlâ’ya secde etmeye yanaşmazken bir lokma ekmek için basit bir kulun karşısında iki büklüm olması, dünyada yaşanacak en kötü zillettir. Bu kimse tövbe edip halini düzeltmezse, ebedi ahireti de zillet içinde geçer.

3 Yalancının İddiası
Hâtim-i Esam k.s. şöyle diyor: “Kim kendisinde belirtisi yokken şu dört şeyi iddia ederse yalan söylüyordur: Her kim Allah’ı sevdiğini iddia ediyor ve haramlarından kaçınmıyorsa, bu iddiası yalandır. Kim Allah Resulü’nü sevdiğini iddia ediyor, fakat fakir ve düşkünleri sevmeyip hor görüyorsa iddiası yalandır. Kim cenneti sevdiğini iddia ettiği halde istikamet sahibi değilse bu iddiası yalandır. Günahlardan kaçınmadığı halde cehennemden korktuğunu iddia eden kimsenin iddiası da yalandır.”

4 Ahirette İflas
Ahirete götürüldüğü halde hesap anında elden çıkan hayırlar da olur. Dünyada tövbe edilip helallik alınmayan kul hakları, gıybet, zulüm, hakaret, alay gibi günahların hesabı ahirete kalır. Bu günahları işleyen kimsenin hayır amelleri alınıp hakkını yediği, malını çaldığı, gıybetini ettiği, alaya aldığı, bir şekilde zulüm yaptığı kimselere verilir. Öyle olur ki dağlar gibi hayırla, namaz, oruç, hac, zikir ve hizmet sevabıyla Allah’ın huzuruna gelen kulun elinde hiçbir hayrı kalmaz. Alacaklılar daha bitmediği için onların günahları da buna yüklenir. Cezasını çekmek için cehenneme sürüklenir. Bu kimseye ahiret müflisi denir.

5 Hikmetler
Şu dört şey gözün nurunu artırır: Kuran-ı Kerim’e bakmak, anne babanın yüzüne bakmak, Kâbe’ye bakmak ve alimlerin yüzüne bakmak. Şu dört şey de gözün nurunu azaltır: Aşırı tuzlu yemek yemek, güneş ışınlarına bakarak yürümek, düşmanın yüzüne bakmak ve başın üzerine aşırı sıcak su dökmek. Dört şey de vardır ki kalbi manen öldürür: Çok konuşmak, çok gülmek, çok yemek ve haram yemek. Şu beş şey de kalbi nurlandırır: İhlâs suresini (devamlı) okumak, az yemek yemek, alimlerin meclislerine devam etmek, onlarla birlikte olmak ve gece namazını çoğaltmak.

6 Haklının Hakkı
Bir insan, herhangi bir konuda veya durumda haklıysa, birtakım sebeplerle onu haksız duruma düşürmek müslüman sıfatı değildir. Din adına da dünya adına da yalan söylenmez. Haksızlık edilerek hak korunmaz.
Bir hakkı korumak için başkalarıyla münakaşa ve çekişmeye girmek de müslüman ahlâkından değildir. Hele ki münakaşa ederek karşısındakinin hakkını yemek, o haklıyken haksız göstermeye çalışmak da zaten bir münafıklık alameti olarak kabul edilir.
Gerçekte hak, lafla değil, edeple korunur. Edep, hak karşısında boyun eğmektir, haklı olana hakkını vermektir. Edep, dosta merhamet, düşmana da adalet göstermektir. 

7 Yardımlaşmak
Dünya hayatındaki ihtiyaçlar, insanları bir arada bulunmaya ve toplu yaşamaya zorunlu kılmıştır. İnsanlar en küçük topluluk olan aileden başlayarak köy, kasaba ve şehirleri kurmuş, milletler meydana getirmişlerdir. Büyüklü-küçüklü topluluklar halinde yaşamak zorunda olan insanlar için bu yaşayışın da bir nizamı ve düzeni olması gerekir. Bu düzenin en temel harcı yardımlaşmadır. İnsanlar yardımlaşarak dünya ihtiyaçlarını kolayca elde etme yolunu bulurlar. Ebedi ahiret saadetinin yolu da yardımlaşarak kolaylaşır.

8 Yalan ve Maslahat
Bir şeyi, olduğunun dışında söylemeye veya göstermeye yalan denir. Kötü ahlâktandır. Yalancı olan bir menfaati uğruna doğruları gizleyerek başkalarına kötülük yapar. En büyük yalan da Allah ve Rasulü adına söylenen yalandır. Allah Teâlâ’nın haram dediği bir şeyi helâl göstermek, ayet ve hadisleri asıl manasının dışında yorumlamak ve Efendimiz [sallallahu aleyhi vesellem] adına hadis uydurmak bu kısma girer.
Burada anlatılan yalan, kasıtlı yalandır. Bilmeden bir yanlış söylemek veya bir şeyi farklı tahmin etmek yalandan sayılmaz. Açıkça gözüken bir kötülüğü önlemek veya iki kişinin arasını bulmak için yalan söylemek de bu kısma girmez.

9 Rehbersizlik Tehlikesi
Manevi rehberlerini kaybeden, nefis muhasebesi yapmayı unutan toplumlar, ahlâki çürümeyi yaşamaya mahkûm olurlar. Artık nefisler hesaba çekilmek yerine ödüllendirilir. Cennet ve cehennem gündemden çıkarılır, ibadetler küçümsenir. Çoğu insan iman ile küfür arasında gider gelir. Kapısının önünde onu tövbeye çağırana tepeden bakar. 
Oysa nefisleri Allah’a ve ahiret gününe iman etmeye davet eden Allah dostları, içimizde rahmet olarak hep bulunurlar. Onlar bizi bireysel ve toplu hayatımızda huzura ermek ve öte alemde ebedi mutluluğumuz için kendimizle hesaplaşmaya davet ederler. Ancak bu ulvî nasihate uyanlar, nefislerini beğenmeyi bırakıp onun ayıplarını görerek bahtiyar olurlar. 

10 İstemek Kolay Ama...
Vüheyb b. Verdî [rahmetullahi aleyh] naklediyor: Bir gün Mervanoğulları’ndan bir grup, halife Ömer b. Abdülaziz rh.a.’in kapısının önünde toplandı. O esnada halifenin oğlu babasının yanına girmek için oraya gelmişti. Onu gören grup şöyle dedi: “Ya bize izin ver, müminlerin emirinin yanına girelim ya da bizden ona bir mesaj ulaştır!” Halife’nin oğlu: “Buyurun, mesajınız nedir?” diye sordu. Şöyle dediler: “Ondan önceki halifeler bizi bilir, lütufta bulunur hediyeler verirdi. Fakat baban sahip olduklarından bizi mahrum bırakıyor!” 
Halifenin oğlu içeriye girdi, söylenilenleri nakletti. Ömer b. Abdülaziz [rahmetullahi aleyh] oğluna şöyle dedi: “Onlara de ki, babam size şunları söylüyor: Ya ben Rabbime isyan eder, O’nun emrine aykırı davranırım diye o büyük günün azabından korkuyorsam...”

11 Dua Ederken
Alimlerimiz dua adabını şöyle açıklıyor: Kalbin huşû içinde olmalı. Bütün himmet ve dikkati toplamalı. Düşkün ve âciz olduğunu göstermeli. Allah Teâlâ’nın duasına icabet edeceğine, kendisi için hayırlı olanı ya da ahirette daha güzelini vereceğine kesin olarak inanmalı, güzel niyet beslemeli. Mütevazi, alçak gönüllü olmalı. Muhtaç olduğu şeyleri istemeli. Boğulan bir kimsenin yalvarması gibi yüce Allah’a samimiyetle sığınmalı. Nefsinin değersizliğini bilmeli. Hak Teâlâ’nın azametini bilip, son derece edepli ve saygılı olmalı. Dua esnasında elleri açmalı ve dua bittikten sonra elleri yüze sürmelidir.

12 Kalplerin Sahibi
Hz. Resulullah Efendimiz [sallallahu aleyhi vesellem] sık sık şöyle dua ederdi: “Ey kalpleri istediği tarafa çeviren Allahım! Kalbimi dinin üzere sabit tut.” Hz. Enes [radıyallahu anh]:
“Ey Allah’ın Resulü! Biz sana ve senin getirdiklerine iman ettik. Bundan sonra bizim için korkuyor musun?” diye sordu. Buyurdu ki: “Evet. Hiç şüphesiz kalpler Allah Teâlâ’nın iki parmağı arasındadır. Onları istediği gibi çevirir. Allah doğruluk üzere tutmak istediği kalbi istikamette tutar, eğriltmek istediğini eğriltir. Mizan, rahman olan Allah’ın elindedir. Kıyamete kadar dilediği kavmi yükseltir, dilediğini alçaltır.”

13 Mirac
Mirac, Hz. Peygamber’in [sallallahu aleyhi vesellem] Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksa’ya, oradan da göğe yaptığı yolculuğu ifade ediyor. Allah Teâlâ, kudretinin işaretlerini göstermek için Hz. Peygamber’e bu seyahati yaptırmıştır (İsrâ,1). Efendimiz bu mübarek yolculukta aracısız olarak Allah Teâlâ’yla görüşmüş, konuşmuş ve müminlerin miracı olan namaz emriyle geri dönmüştür. Namazlarda okuduğumuz tahiyyat duası da Allah Teâlâ’yla Peygamber Efendimiz [sallallahu aleyhi vesellem] arasında geçen konuşmadan oluşmaktadır.


14 Nimetlerin En Güzeli
Peygamber Efendimiz [sallallahu aleyhi vesellem] “Allah için güzel amel işleyenlere en güzel karşılık ve bir de fazlası vardır.” (Yunus, 26) ayetini okuduktan sonra şöyle buyurmuşlardır:
“Cennet ehli cennete, cehennemlikler de cehenneme girdikten sonra, Allah tarafından görevlendirilmiş bir melek şöyle seslenir:
- Ey Cennet ehli! Allah Teâlâ’nın size verdiği bir sözü var, şimdi onu yerine getirmek istiyor. Bunu duyan cennet ehli: 
- Allah bizim yüzümüzü parlattı, terazimizi sevaptan yana ağır getirdi, bizi cennetine koydu, cehennemden kurtardı ya! derler. 
O anda Allah cemalinden perdeyi kaldırır. O’nu seyrederler. Vallahi Allah onlara, cemaline bakmaktan daha güzel ve gözü aydınlık edecek bir nimet vermemiştir.” (Müslim, Tirmizî, Nesaî)


15 Şaban Ayı
Usâme b. Zeyd [radıyallahu anh] şöyle diyor: Resulullah [sallallahu aleyhi vesellem] Şaban ayında tuttuğu orucu hiçbir ayda tutmadı. Kendisine bu durumu sorduğumda şöyle buyurdu: “Şaban, Recep ile Ramazan arasında insanların gafil bulunduğu ve amellerin Âlemlerin Rabbi olan Allah’a yükseldiği bir aydır. Ben de amelimin oruçlu olduğum halde Allah Teâlâ’ya yükselmesini seviyorum.” (Nesaî, Ahmed b. Hanbel)
Şaban ayının özelliği hakkındaki bu hadis, bu aya özel bir önem vermemiz için yeterlidir. Bu ayı ihya etmeye gayret göstermeli ve hadiste işaret edilen gaflete düşmemeliyiz.


16 Allah Teâlâ’nın Seçtikleri
Ruhlar Allah Teâlâ’nın emrinde ve hükmündedirler. Melekler âleminin özelliklerine sahiptirler. Allah’ın nuru ile nurlanmış, boyası ile süslenmiş ruhlar özel yetkilerle donatılmışlardır. Allah onları sevmiş, meleklerine sevdirmiş, kendilerine bizim bilemediğimiz nice kerametler vermiştir.
Allah Teâlâ bir kutsi hadiste, sevdiği salih kullarının özel bir nur ve destekle gören gözü, işiten kulağı, konuşan dili, tutan eli, yürüyen ayağı olacağını; onların gözüne, kulağına, diline, eline, ayağına başkalarına vermediği özellikler ve tasarruf gücü vereceğini müjdelemiştir. (Buharî, İbnu Mace, Beğavî)


17 İyiliğin Karşılığı

Hak yolunda hizmet edenler Yüce Allah’ın himayesi altındadır. Onlar hiç kesilmeyen bir rahmetin ve muhabbetin içinde yüzmektedir. Rahmet Peygamberi [sallallahu aleyhi vesellem] şöyle müjde veriyor:
“Kim bir müminin dünya sıkıntılarından birisini giderirse, Allah da onun kıyamet günündeki sıkıntılarından birini giderir. Kim mümin kardeşinin ayıbına örterse, Allah da onun dünya ve ahiretteki ayıplarını örter. Bir kul din kardeşinin yardımında bulunduğu sürece, Allah da onun yardımında olur.” (Ebu Davud, Tirmizî)


18 İki Cennet

Allah Teâlâ’yı bilenler için iki cennet vardır. Birisi marifet cennetidir. Marifet cennetini arifler: “Âlemlerin Rabbi’ni yakînen tanımak ve O’nun sevgisiyle boyanmaktır” şeklinde tarif ediyorlar. Buna dünyada erilir. İlâhî aşk ile uyanmış, nur ile temizlenmiş, zikir ile beslenmiş bir kalple girilir bu cennete. İnsanların çoğu dünyada yeme-içme ile uğraşırken, arifler marifet cennetinde hamd ve sena ile meşguldürler. İkinci cennet ise ahiretteki ebedi cennettir.


19 İmanda Birlik

Asr-ı Saadet’te herhangi bir mezhep veya meşrep yoktu. Müslümanlar ihtilafa düştükleri konuları Hz. Peygamber’in [sallallahu aleyhi vesellem] hakemliğine başvurarak çözüyorlardı. Peygamberimiz’in vefatından sonra ise müminler İslâmiyet’i Ashab-ı Kiram’dan sorarak öğrendiler. Onlar Allah’ın dinini insanlara tebliğ ederken kendi düşüncelerini, nefsani arzularını araya sokmadılar. Hepsi aynı iman esaslarını bildirdiler. 
İşte onların Allah Rasulü’nden naklederek bildirdikleri bu imana Ehl-i Sünnet İtikadı denir. Ehl-i Sünnet anlayışının dışındaki anlayışlar meşru değildir. Çünkü Rasulullah’ın [sallallahu aleyhi vesellem] inandığı ve bildirdiği gibi iman etmek esastır. O, bir tek iman bildirmiştir. Ashab-ı Kiram’ın hepsi de O’nun bildirdiği gibi inanmış ve o inancı tebliğ etmiştir. 


20 Kendini Büyük Görmek

Nefsin kendini büyük görmesi kadar tehlikeli bir durum yoktur. Dünyanın bütün zorbaları hep nefislerinin kibrine esir olmuş kişilerdir. Nefsin insan üzerindeki bu hakimiyetine karşı koymak için Abdülhakim Hüseynî [kuddise sırruhû] şöyle diyor:
“İnsan, hayrını, amelini, ibadetini değil; hep günahlarını göz önünde tutmalıdır. Çünkü amel ve ibadetini görünce nefsi kibir yapar. İnsanı felakete götüren nefsidir. Firavun, Şeddad ve Karun gibi ilâhlık davasında bulunan ve helake gidenler hep nefisleri yüzünden bu felaketlere uğradılar. Nefisleri büyüdü, büyüdü sonunda ilâhlık davasına kalkıştılar. Çünkü nefs, kendinden üstün hiçbir varlığın olmasını istemez.” 


21 Kurtuluşa Götüren 10 Huy 

Şu on huy insanı kurtuluşa götürür: İşlenen günaha pişman olmak. Belaya sabretmek. Kazaya, Allah’ın takdirine rıza göstermek. Havf ve recada eşit olmak (Korku ve ümit arasında olmak). Nimete şükretmek. Dünyadan yüz çevirmek, dünya sevgisini kalpten çıkarmak. Taat ve ihlâs yolunda olmak. Halka karşı güzel huylu olmak. Hak Teâlâ’yı sevmek. Ölümü hatırlamak. 


22 Ne Düşünmeli?

Allah Teâlâ’nın zat ve sıfatlarından başka her ne varsa, hepsi O’nun fiili ve yarattığıdır. Bu varlıkların bir kısmının aslını bilemeyiz ve onlar üzerinde düşünmek mümkün değildir. Bir kısım varlıkların da aslını ve genel durumunu biliriz fakat ayrıntılarını bilemeyiz. Bu varlıkların tafsilatları üzerinde düşünebiliriz. Fakat melek, cin, arş, kürs, şeytan gibi gözümüzle görüp anlayamadıklarımız üzerinde düşünmek çok zordur. Dolayısıyla insanın gözüyle görüp anlayabileceği varlıklar üzerinde düşünmesi en uygunudur. 


23 Yalnızlığın Tehlikesi

Arifler demişlerdir ki: “Kendi başına büyüyen ağaç yaprak açar, fakat meyve vermez. Verse de meyvesi yenmez. Bir edeb ehlini görmeyen gerçek edeb nedir bilmez. Bildikleri de kendisine yetmez.” Bunun gibi tek başına hakikatı arayan kimse yorulur. Çoğu zaman da şeytanın oyuncağı olur. Şeytan bu insana açıktan günah işletmeye çalışır. Olmazsa hayırlar üzerinden mümini zarara sokmaya çalışır. Bu yüzden her zaman salih insanlarla bir arada olmak gerekir. Çünkü salihlerle birlikte olanın bir tane şeytanı varsa binlerce de dostu ve yardımcısı olur. Onların bereketiyle şeytanın tesirinden kurtulur. Doğru yolda sağlam bir şekilde durur.


24 Sûfi Fakirler

Alimlerden bir zat, sadaka ve zekât için sûfilerin fakirlerini tercih ederdi. Ona: “Hayrını bütün fakirlere yaysan olmaz mı” denildiğinde “Hayır, ben onları diğerlerine tercih ediyorum” dedi. “Niçin” diye sorulduğunda ise şu cevabı verdi:
“Çünkü onların bütün derdi Allah Teâlâ’dır. Onlardan birisinin başına bir sıkıntı geldiğinde, bu onun zihnini ve gönlünü dağıtabilir. Böyle birinin kalbini Allah Teâlâ’ya çevirmem bana, düşüncesi dünya olan bin kişiye hayır yapmaktan daha hoş geliyor.”



25 Tutsaklıktan Kurtuluş

Tutsaklık, bedeni bir mahpusta dış dünyadan mahrum bırakmak değildir. Tarih boyunca zindanlara atılmış ama gönülleri rahmet deryasında sofradan sofraya ziyafete koşan nice büyük insanın hali bunu bize öğretiyor. Hz. Yusuf gibi peygamberler, Hz. Bilâl-i Habeşî gibi sahabiler, İmam-ı Rabbanî gibi veliler, İmam-ı Azam gibi alimler...   
Tutsaklık, bedenin bir hapiste tutsaklığı değil, insanın bedene tutsaklığıdır. Arzuların, isteklerin geçici ve sınırlı tatminlerine tutsaklıktır. O tutsaklığın zincirini tuz-buz edecek rahmet kılıcını kuşanmak gerekir. Namazla, oruçla, zikirle... nefsin ve şeytanın, sefil ve fani hazların zindanlarından irade özgürlüğe kavuşunca bu beden tutsaklığı da son bulur.


26 Berat Gecesi

Şaban ayının on beşinci gecesi Berat gecesidir. Hz. Peygamber [sallallahu aleyhi vesellem] şöyle buyurmuştur: “Muhakkak ki Allah, Şaban ayının ortasında geceleyin dünya semasına iner ve Benû Kelb kabilesinin koyunlarının tüyleri adedinden daha fazla sayıda insanın günahlarını bağışlar.” (Tirmizî, İbn Mâce, Ahmed b. Hanbel)
Dolayısıyla bu gecede çok ibadet ve tevbe-istiğfar etmek, Cenab-ı Hakk’a dua ve niyazda bulunmak güzel bir davranış olur. Berat gecesine özel bir ibadet tarzı yoktur. İsteyen bu geceyi namazla, isteyen Kur’an okuyarak veya zikirle ihya eder.


27 Önceki Âlimler

Âlimlerimizden Vehb b. Münebbih şöyle diyor: “Bizden önceki neslin âlimleri, ilimleriyle diğer insanların dünyalıklarına tamah etmezlerdi. İnsanlar da onların ilimlerinden istifade etmek için sahip oldukları dünya nimetlerini sarf ederlerdi. Günümüzde ise ehl-i ilim, insanların elindeki dünyalıklara rağbetle ilimlerini kullanıyor. Ehl-i dünya ise, ilim ehlinin kendi nazarlarındaki kötü intibaı sebebiyle onlardan uzak duruyor.” Gerçek âlimi tarif eden bu sözlerin sahibiyle aramızda bin seneden fazla bir zaman dilimi var. Ya bugün yaşasaydı?..


28 Din Hayattır

Allah Teâlâ, dini sadece ibadethaneye indirgemez. İnsanların bireysel istek ve duygularına bırakmaz. Tam tersine, İslâm’ı hayatın bütününü kuşatıcı bir dünya görüşü ve hayat biçimi olarak takdim eder. Kur’an-ı Kerim’de ve Hz. Peygamber’in [sallallahu aleyhi vesellem] hadislerinde de, âlemlerin yaratılışından gündelik hayatın en olağan hadiselerine kadar her konuya temas edilir. Hayatın hiçbir anı din dışında bırakılmaz.


29 İnsani İlişkiler

Ailemizde, işyerimizde, sokağımızda, yüz yüze geldiğimiz insanların kimileri bizim gibi düşünen ve davranan, kimileri de farklı insanlardır. Ancak aynı çevrede bulunduğumuz bütün insanlarla muhatap olmak, onlara iyi niyet beslemek, haklarını gözetmek bizim görevimizdir.
Efendimiz [sallallahu aleyhi vesellem] ve onun vârisi rabbanî âlimler, insanlarla ilişkilerine son derece dikkat ederek, toplum içinde aşağılanan insanlara bile iyi davranarak, eşsiz bir rehberlik sunmuşlardır. Dolayısıyla bizler de aynı toplum içinde yaşadığımız insanların haklarına dikkat ederek görevimizi yerine getirmek durumundayız.


30 Yemek Adabı

İmam Gazâlî [rahmetullahi aleyh] yemek adabını şöyle sıralıyor: Yemekten önce ve sonra elleri yıkamak, besmele çekmek, sağ eliyle ve önünden yemek, küçük lokmalar halinde ve yeteri kadar yemek, lokmaları iyice çiğnemek, yemek yiyenlere gözünü dikmemek, bir yere yaslanarak yememek, misafir veya ihtiyaç sahibi bir kimseyle yemek yerken doyup yemeyi bıraktığında misafirini utandırmamak için özür beyan etmek, tabağın ortasından değil kenarından yemek, yemek esnasında iştah kaçırıcı ölüm ve benzeri konulardan bahsetmemek, Allah Teâlâ’ya hamdetmek.
















Hiç yorum yok:

Yorum Gönder