1 Meleklere Hediye
Biz kendilerini göremesek de etrafımızda birçok melek var. Onlar bizim hayatımızın bir parçasıdır. Onlara ikram etmeli, kendilerini hoş tutmalıdır. Onları sevindirecek tek şey bizim Allah Teâlâ’ya itaatimiz ve güzel ahlâktır. Onlara verebileceğimiz hediye Allah Teâlâ’yı zikirdir.
Melekler, yeryüzünde Allah Teâlâ’nın adını duyurmak ve dinini ayakta tutmak için çalışan müminlere hayran olurlar. Onları gece gündüz desteklerler. Allah Teâlâ’dan onların affı ve başarısı için dua ederler.
2 BÜTÜN İNSANLARA ŞAHİT ÜMMET
Allâhû Teâlâ, peygamberlere: “Peygamberlik görevini yerine getirdiniz mi?" diye sorduğu zaman, onlar: “Evet, getirdik." diyecek; ümmetleri ise “Bize ne bir müjdeci geldi, ne de bir uyarıcı!" diye itiraz edecekler. İşte o zaman Ûmmet-i Muhammed, peygamberlerin vazifelerini yaptıklarına dâir şâhitlik edecek, Resûl-i Ekrem (s.a.v.) de onların doğru söylediklerini belirtecektir.
Resûl-i Ekrem (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Kıyamet gününde Nûh (a.s.)’a: “Üstlendiğin peygamberlik görevini ümmetine tebliğ ettin mi?” diye sorulacak. O.da: “Evet, yâ Râbbî, tebliğ ettim” diyecek. Bu defa onun ümmetine: “Nûh size benden aldığı görevi ulaştırdı mı?” diye sorulacak. Onlar da: “Hayır, bize bir uyarıcı gelmedi” diyecek. O zaman Cenâb-ı Hâkk, Nûh peygambere:
Görevini yaptığına dâir şahitlerin kimlerdir?” diye soracak; o da: “Muhammed (s.a.v.) ve ümmeti” diye cevap verecek.
İşte bunun üzerine Muhammed (s.a.v.) ümmetine sorulacak, onlar da, Kuran-ı Kerim’den öğrendikleri şekilde, Hz. Nûh’un görevini yaptığını söyleyeceklerdir.”
Resûl-i Ekrem (s.a.v.) bunlan anlattıktan sonra şu ayeti okudu: “Böylece, siz bütün İnsanlara şâhlt olasınız. Peygamber de size şahit olsun diye sizi ölçülü, dengeli ve adâ- letli bir ümmet yaptık.” (Bakara s. 143)
Tefsir âlimi ve Hanefi fakihi Ebü'l-Leys es-Semerkandî (r.âleyh)'in bazı müfessirler- den nakline göre, söz konusu ayetin mânası şöyledir “Ey Muhammed ümmeti! Siz muhâ- liflerinize, peygamberlerini yalanlayan herkese karşı, şahitsiniz. Peygamber de sizin doğru söylediğinize şâhitlik edecektir."
(Kâdı lyâz. Şifâ-/Şerif, c.1, s.95-96)
3 İki Korku
Muhammed b. Vasi [rahmetullahi aleyh] devamlı yün elbise giyerdi. Bir gün Horasan’ın fatihi Kuteybe b. Müslim’in yanına girdi. Kuteybe ona: “Sana yün elbise giydiren sebep nedir” diye sordu. Muhammed b. Vasi hazretleri sustu. Kuteybe tekrar: “Seninle konuşuyorum neden cevap vermiyorsun?” diye ısrar edince şu cevabı verdi: “Sana ‘bu elbiseyi zühd için giyiyorum’ demek hoşuma gitmiyor. Çünkü bu takdirde nefsimi övmüş olurum. ‘Fakirlikten dolayı giyiyorum’ demek de istemiyorum. Çünkü bu defa Rabbimi şikâyet etmiş olmaktan korkuyorum.” (İmam Şa‘rânî, Tabakâtü’l-Kübrâ)
4 Kim Ne Bilir?
Zahir ilminde bir derya ve Hanbelî mezhebinin kurucusu olan İmam Ahmed b. Hanbel [rahmetullahi aleyh], devrin meşhur sûfilerinden Bişr-i Hafî’nin [kuddise sırruhû] yanına sık sık gider ve şöyle derdi: “Ey Bişr, bana Allah Teâlâ hakkında bilgi ver, O’ndan bahset!”
Talebeleri ona dediler ki: “Sen hadis ve fıkıh alimi bir müçtehitsin, çeşitli ilimlerde bir benzerin yok. Buna rağmen yalın ayaklı bir divanenin yanına gidiyorsun. Bu sana yakışır mı?” İmam Ahmed b. Hanbel şöyle cevap verdi: “Evet, saymış olduğunuz ilimlerin hepsini ben ondan iyi bilirim. Lakin o Allah Teâlâ’yı benden iyi bilir.”
5 İyi ve Kötü Arasında
Efendimiz [sallallahu aleyhi vesellem] sık sık şöyle dua ederdi: “Ey kalpleri sürekli olarak çevirip duran Allahım! Kalbimi dinin üzere sabit tut!” (Ahmed, Tirmizî) Kalpler sürekli değişip durur. Tüm insanların kalbi Allah Teâlâ’nın iki kudret parmağı arasındadır. Bizler Rabbimiz’den hidayete erdirdikten sonra kalplerimizi sabit etmesini dileriz.
Son nefeste imansız gitmek müminleri en fazla endişelendiren konudur. Zira bu halin sonucu çok kötü. İnsanlar başlangıçta hayırlı ve salih ameller işleyebilirler. Fakat işler sona göre değerlendirilir. Bu yüzden Allah Teâlâ’ya her zaman iyi yaşayıp iyi ölmek için dua ederiz.
6 SABRIN FAZİLETİ
Sabrın fazileti hususunda, Allâhü Teâlâ sabredenleri birçok vasıflarla nitelemiş ve sabrı, Kur’an-ı Kerim’de yetmiş küsur yerde zikretmiş, birçok hayrı da o sabra bitiştirerek şöyle buyurmuştur:
“Biz onlardan, sabrettikleri zaman, emrimizle hidayete ileten imâmlar yap* tık.” (Secde s. 24); “Sabretmelerinden dolayı, Râbbinin en güzel kelimesi İsrailoğuila- n hakkında tamamlanmıştır.” (Araf s. 137); “Muhakkak ki Allâh (c.c.) sabredenlere yaptıkları şeylerin en güzeliyle mükâfaat verecektir.” (Nahis. 96); “İşte bunlara mükâ- faatları, sabretmelerinden dolayı iki defa verilecektir.” (Kasas s. 54) ve “Sabredenlere ecirleri, muhakkak ki hesapsız verilecektir.” (Zûmer s. 10)
Sabır hariç, her taatın belirlenmiş bir mükâfaatı vardır. Oruç, sabırda olduğu için Cenâb-ı Hâkk, “Oruç benim içindir” buyurmuş, böylece orucu kendisine nisbet etmiştir. Allâh (c.c.) sabredenlerle berâber olduğunu vaadederek, “Sabrediniz, muhakkak ki Allâh (c.c.) sabredenlerle berâberdir.” (Enfai s. 46). Yine Cenâb-ı Hâkk, yardımı sabretmeye bağlayarak, “Evet, eğer siz sabreder ve Allâh (c.c.)’dan ittikâ ederseniz, düşmanlarınız da ansızın size gelecek olurlarsa, Allâh (c.c.) size beş bin melekle yardım edecektir.” (ah Imran s. 125) buyurmuştur.
Yine Allâh (c.c.), sabredenlere vermiş olduğu birçok şeyi, başkalarına vermeyerek, “İşte onlara, Râblerinden mağfiretler ve rahmet vardır. Onlar, hidayete ermiş olanların ta kendileridir.” (Bakara s. 157) buyurmuştur.
(Fahruddîn Er-Râzl, Tefsîr-i Kebîr Mefâtîhu’l-Ğayb, c.4, s.88)
7 Koruyucu Melekler
Allah Teâlâ, insanı ayakta tutmak ve korumak için birtakım meleklerini görevlendirdi. Bunlara “hafaza melekleri” denir. Yüce Rabbimiz onları bize şöyle tanıtmıştır: “İnsanın önünde ve arkasında Allah’ın emriyle onu koruyan ve devamlı takip eden melekler vardır.” (Ra’d, 11)
Bu melekler insanları tehlikelerden muhafaza ile görevlidirler. Uyku ve uyanıklık hallerinde onunla beraberdirler. Fakat gerçekleşmesi kesin olan ilahî kader hükmünü icra edeceği zaman melekler kenara çekilir, gelen şeyle kulu baş başa bırakırlar.
8 Nasihat
İkinci bin yılın müceddidi İmam-ı Rabbanî [kuddise sırruhû] şöyle buyuruyor: “Dostlarıma devamlı öğütlediğim ve ömrümün sonuna kadar da öğütleyeceğim nasihat şudur:
Öncelikle Ehl-i Sünnet’in akaid kitapları doğrultusunda inancı düzeltmek gerekir. Bunun ardından farz, vacip, sünnet, mendup, helal, haram, mekruh ve şüpheli şeklinde sıralanan fıkhî hükümleri öğrenip yapılacakları yapmak ve kaçınılması gerekenlerden de kaçınmak gelir. Bunları yerine getirdikten sonra, kalbi masivadan, yani Hak Teâlâ’nın dışındakilerle meşgul olmaktan kurtarmak gerekir.”
9 Raşit Halifelerin Tevazusu
Büyük alim İmam Malik [rahmetullahi aleyh], salih bir zat olan amcasından şu sözleri rivayet eder: “Babam, Hz. Ömer ve Hz. Osman’ı (Allah onlardan razı olsun) görmüştü. Onlar bir kafileyle Mekke’den Medine’ye dönerken Muarres denilen konaklama yerinde konaklarmış. İstirahat edip Medine’ye girmek için bineklerine bindiklerinde ise herkes terkisine bir çocuk veya köle alıp Medine’ye öyle girermiş. Hz. Ömer ve Hz. Osman da onlardan birini bineğinin arkasına alırmış.
Babam bunu anlattığında ona: “Bunu tevazu sebebiyle mi yapıyorlardı” diye sordum. Babam şöyle dedi: “Evet! Onların yaya köle veya çocukları bineklerine almaları krallar gibi olmadıklarını göstermek içindi. Onlar krallar gibi kibirli olmak istemiyorlardı.” Sonra bana Hulefa-i Raşidîn’den sonra gelen bazı insanların, kendileri binekteyken hizmetçilerini arkalarında yürüttüğünü anlattı ve bunun kibir alameti olduğunu söyledi.”
10 Sessizliğin Dili
Gavs-ı Hizanî Seyyid Sıbgatullah Arvâsî [kuddise sırruhû] genellikle susmayı tercih ederdi. Yine bir gün bir grup insanla bulunmuşlar ve uzun bir müddet hiç konuşmadan durmuşlardı. Orada bulunan, bu yolun özel hallerinden habersiz zahir alimlerden biri dayanamayarak: “Keşke şeyh bize biraz sohbet etse” dedi. Bunun üzerine Gavs-ı Hizanî [kuddise sırruhû] şöyle buyurdu: “Bizim sükûtumuzdan fayda görmeyen, konuşmamızdan da fayda görmez.”
11 Düşünme Nimeti
Allah Teâlâ, Kur’an-ı Kerim’in birçok ayetinde tefekkürü ve düşünmeyi emrediyor. Âl-i İmran Suresi 191. ayette de varlıklar üzerinde düşünüp ibret alanlar şöyle övülüyor: “Onlar ayakta iken, otururken, yanları üzerine yatarken Allah’ı anarlar. Göklerin ve yerin yaratılışını düşünürler. ‘Rabbimiz sen boşuna yaratmadın’ derler...”
Allah Teâlâ’nın böylesine övgüyle bahsettiği tefekkür için alimlerimiz de, “Bir saat tefekkür, bir gecelik ibadetten hayırlıdır” demişlerdir. “Tefekkür kişinin aynasıdır, iyilik ve kötülüklerini kişiye gösterir” sözü de, tefekkürün olgunluk ve kemâli elde etme yolundaki önemine işaret etmektedir.
12 NAMAZIN EHEMMİYETİ VE FAZİLETİ
Allâhü Teâlâ’ya imandan sonra farzların en büyüğü, en mühimi namazdır. Namaz imanın alâmetidir, kalbin nurudur, ruhun kuvvetidir. Mü'minin miracıdır.
Mü'min bu sayede Hâkk Teâlâ'nın manevî huzuruna yükselir. Allâhü Teâlâ’ya yalvararak manevî kurbiyyete erer.
Allâh (c.c.)’un Islâm’dan önce gönderdiği hak dinlerde de namaz insanlara emro- lunmuştur. Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) Efendimiz de ilk vahiyle mükellef olmalarından itibaren namaz kılmakla emrolunmuştu. Şu anda sorumlu olduğumuz namaz ise miraç gecesinde farz olmuştur.
Namaz, Allâh (c.c.)’u tanıma ve kulluğun hakkını ona vermenin mükemmel bir alâmetidir. İnsanın ruhunda inancı ne derece açık ve kalbinde imam ne kadar uyanık ise, işlerinin Allâh (c.c.)’un emirlerine uygunluğu da, o derecededir. Allâh (c.c.) inancı kalplerde namazla canlandığından, hareketlerimizi O (c.c.)’un emirlerine uyduran direkt sebep namazdır. “Gerçekten namaz kötü işten ve uygunsuzluktan alıkoyan Muhakkak ki Allâh’ı zikretmek daha büyüktür.” (Ankebut s. 45)
Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurun “Kıyamet gününde kulun amelinden ilk sorguya çekileceği husus namazdır. Namazı sağlam olursa felâha ermiş ve kurtulmuştur. Bozuk ise, kaybetmiş ve ziyana uğramıştır. Farz namazlardan bir şey eksik olursa Allâh şöyle buyurur: “Bakın kulumun sünnet namazları var mıdır? Ta ki onlarla farz namazdan olan eksik tamamlansın.” Sonra diğer amelleri de bu şekilde değerlendirilir?” (Tırmizi)
13 Güzel Geçimin Sırrı
İmam Şa’ranî[kuddise sırruhû] şöyle diyor: “Mümin kardeşim! Eğer sen hanımının doğru, güzel huylu ve ahlâklı olmasını istiyorsan, kendin yüce Allah’a karşı doğru olmaya bak. Birçok insan bunu bilmediklerinden ve kendi nefislerinin huylarına bakmadan hanımının ahlâkından şikâyet etmekte. Eğer bu inceliği bilmiş olsalardı önce kendi kusurlarına bakar, onları düzeltirlerdi. Ben ne zaman açık veya gizli bir kusur işlesem bunun hemen onda bir yansımasını gördüm. Ben kendime çeki düzen verince o da kendiliğinden düzelirdi.”
14 Nefse Karşı İnsan-ı Kâmil
İnsanların peygamberlere karşı çıkması, Zebur’a, Tevrat’a, İncil’e ve Kur’an’a muhalefet etmesi, vahiy yoluyla gelen gerçekleri tahrif etmesine sebep hep nefsini ilahlaştırmasındandır. Halbuki Allah Teâlâ’dan başka ilah yoktur ve bunun aksine davrananlar kötü bir cezayla karşı karşıya kalacaklardır.
İmam Gazalî hazretleri [kuddise sırruhû], kendini Allah Teâlâ’ya denk gören akılsız nefisten kurtuluşun reçetesini şöyle verir: “Nefsin ayıplarını bilen, afetlerine, gizliliklerine muttali olan ve basiret sahibi bir insan-ı kâmilin, bir mürşidin huzurunda oturmalı, onu nefsine hakim kılmalıdır. Nefisle yapılan mücahedelerde onun işaretlerine tabi olmalıdır.”
15 Beş Salih Amel
Tenbihü’l-Gafilîn adlı eserde Ebu’l-Leys Semerkandî [kuddise sırruhû] hazretleri şöyle diyor: “Beş şey var ki, kim onları yapmaya devam ederse, yaptığı iyiliklerin mükâfatı yüksek dağlar gibi artırılır, Allah Teâlâ o kişinin rızkını genişletir. Bu beş hayırlı iş şunlardır: Sadaka vermeye devam etmek. Akraba ziyaretine devam etmek. Allah yolunda cihat etmek. Su israfı yapmamak kaydıyla devamlı abdestli olmak. Anne babaya itaat etmek.”
16 YAHUDİ VE HRISTİYANLARI DOST EDİNMEYİN!
Ey iman edenleri diye başlayan Maide Suresi 51. âyetin ihtiva ettiği hüküm tüm müminleri içine almaktadır. Ayetin iniş sebebinin sadece bir kısım müminler olması, genelliğini etkilemez. Rivayet edildiğine göre, Ubâde b. Sâmit (r.a.) Hz. Peygamber (s.a.v.)’e demiş ki: “Benim bir takım yahudi dostlarım vardı. Ben Allah ve Resulü için onlann dostluğunu bırakıyorum; Allâh’a ve Resû- lü’ne sığınıyorum.” Abdullah b. Übey de demiş ki: “Ben, felâketlerden korkan birisiyim; dolayısıyla Kaynukaoğullarından olan yahudi dostlarımı ter- ketmiyorum.” Bunun üzerine bu âyet indi:
“Yahudi ve Hristiyanlan dost edinmeyin. Onlar, birbirinin dostudurlar. Her iki gruptan bir kısım insanlar, diğer gruptan bir kısım insanla dostluk kurmuşlardır. Dolayısıyla aleyhinize ve zararınıza olabilecek bir noktada, onlar müttefik durumdadırlar. Hepsi, aleyhinizde bir araya geliyorlar. Durum böyle olunca, onlardan herhangi birisinin dostluğunu, nasıl kafanızdan geçirirsiniz; onlara dost olmayı nasıl düşünebilirsiniz? Sizden kim onları dost edinirse şüphesiz onlardan olur. Onlann dinini benimsemiş olur ve onlarla beraber cehenneme girer. Şüphesiz bu dostluk, onlann dinini benimseme biçiminde bir dostluk olursa sonucu böyledir; yoksa onlann inancım kâbul etmeden, onlarla sırf alışveriş ve benzeri bir ihtiyaç için arkadaşlık yapmak, ihtiyaçtan dolayı onlarla sohbet etmek, muhatap olmak bu tehdidin kapsamına girmez. Muhakkak ki Allâh, zalim kavmi hidayete erdirmez.” (Maide s. 51) Mü’min kardeşlerini bir kenara bırakıp din düşmanlarını dost edinen; Müslümanların küfür ve sapıklığa düşmelerine seyirci kalan, onları kendi halinde bırakan ve böylece kendi kendisine zulmeden kimseleri doğru yola yöneltmez.
Şöyle bir duâ nakledilir: “Ya Rab! Göz açıp kapayıncaya kadar; hatta daha az bir zaman bile; beni, nefsime teslim etme!” (İsmail Hakkı Bursevi, Ruh’ul Beyân Tefsin, Maide s. 51)
17 İsimleriyle O’nu Bilmek
İmam Gazali’nin [rahmetullahi aleyh] şöyle diyor: “Bütün manevi ilimler, marifetler, dereceler, zevkler ve hikmetler Allah Teâlâ’nın isimlerini bilmeye, onlara iman etmeye ve onlardaki ilimden nasiplenmeye bağlıdır. Doğru ve güzel bir iman için bu isimleri bilmek, tanımak, zikretmek şarttır. Allah Teâlâ’nın tanınması ve sevilmesi bunlara bağlıdır. Kim bu isimleri daha fazla tanır ve zikrederse, ona o derecede ilâhî ilimler açılır, keşifler olur. Bunun için müminlerin ilim ve irfanları birbirinden farklıdır.”
18 İlim Niçin Öğrenilir?
Hüccetü’l-İslâm İmam Gazalî [kuddise sırruhû] ilim öğrenen kimselere şu tavsiyelerde bulunuyor:
“İlim tahsil eden kimsenin niyeti Allah Teâlâ’nın rızası, ahiret saadeti, dinin hükümlerini ihya etmek ve İslâm’ın bekasını dilemek olmalıdır. Zira İslâm’ın bekası ancak ilimledir. Ayrıca ilim tahsil etmekle, akıl nimetine ve beden sıhhatine şükretmeye niyet etmelidir. İlim ile insanların kendisine yönelmesine, dünya malı elde etmeye, devlet reisinden veya yöneticilerden ikram görmeye niyet etmemelidir.”
19 Kulun Allah İle Aldanması
Said b. Cübeyr hazretlerine [rahmetullahi aleyh] şöyle sorarlar: “Kulun Allah ile aldanması ne demektir?” Şöyle cevap verir: “Kulun hem günahı terk etmeyip hem de Allah’tan bağışlanma temenni etmesidir.”
20 Vefat Edene Yardım
Allah Resulü [sallallahu aleyhi vesellem] Efendimiz bir mümini kabre koyduktan sonra oradakileri onun yardımına davet ederek şöyle buyurmuştur: “Kardeşinizin affı için yakarın. Allah Teâlâ’dan onu imanında sabit kılmasını isteyin. Çünkü şu anda ona sual sorulmaktadır.” (Ebu Davud, Hakim)
21 EĞER SÖZÜNDE DURURSA BU ADAM CENNETLİKTİR
Bir adam geldi ve Efendimize (s.a.v.) şöyle dedi:
“Bize senin gönderdiğin elçi geldi ve senin Allah tarafından gönderilen peygamber olduğunu söyledi. Doğru mu?”
“Doğru söylemiş.”
“Öyleyse göğü kim yarattı?”
“Allah.”
“Peki bu dağları kim dikti ve içindekileri kim yerleştirdi?”
“Allah.”
“Göğü, yeri yaratan ve dağları diken Zât adına söyler misin, seni de peygamber olarak gönderen Allah mıdır?”
“Evet.”
“Elçin, gece ve gündüzde beş vakit namaz kılmamız gerektiğini söyledi. Doğru mu?”
“Doğru söylemiş.”
“Seni gönderen adına doğru söyle. Bunu da sana Allah mı emretti?”
“Evet.”
Adam zekatı, arkasından orucu, daha sonra da haccı sordu. Peygamber Efendimiz, her sualin sonunda “Doğru söylemiş” diye cevap verdi.
Adam son olarak tümü için bir sual sordu: “Seni gönderen adına söyle. Bürün bunlan sana Allah mı emretti?”
Peygamberimiz, “Evet” dedi.
Adam geri döndü gitti. Ayrılırken, “Seni Hak üzere gönderen Zâta yemin olsun ki, bunlara ne bir şey eklerim, ne de bir şey eksiltirim” dedi.
Peygamber Efendimiz adamın ardından, “Eğer sözünde durursa bu adam Cennetliktir” buyurdu. (Müslim)
22 BEN MÜNAFIK OLDUM
Efendimizin (s.A.v.) katiplerinden Hz. Hanzala. yaşadığı kabz ve bast halini dile getirerek bu konuda Resulullahın (s.a.v.) bizlere ışık turan açıklamasına sebep olmuştur.
Bir gün Hz. Ebu Bekir’le karşılaştılar aralarında şu konuşma geçti
Hz. Ebu Bekir:
“Nasılsın Hanzala?”
“Nasıl olayım, Hanzala münafik oldu!” dedi.
“Sübhanallah, o nasıl söz?” deyince:
“Resulullah’ın huzurunda Cennet ve Cehennemden söz edilince, sanki gözlerimizle görmüş gibi oluyoruz. Oradan ayrılıp çoluk çoğumuza, bağ ve bahçemize karışınca da her şeyi unutuyoruz” dedi.
Hz. Ebu Bekir (ra.):
Vallahi ben de aynı şeyi hissediyorum" dedi
Kalkıp beraberce Resulullah’a (s.a.v.) gittik. Halimizi arz ettik.
Bize buyurdu ki
“Nefsim Kudret elinde olan Allah’a yemin olsun ki, benim yanımdaki halinizi dışarıda devam ettirecek olsanız. melekler, yataklarınızda ve yollarda sizinle musafaha ederlerdi.”
Ardından üç kez:
“Fakat ey Hanzala, bazen öyle, bazen böyle olması normaldir ve insanlığın gereğidir” buyurdu. (Müslim, Tevbe, 12)
23 Nefsin Şerrinden Kurtulmak
Yahya b. Muaz [kuddise sırruhû] şöyle diyor: “Her kim nefsini terbiye ederek yüce Allah’a yaklaşırsa, Hak Teâlâ onu nefsinin şerrinden ve diğer kötülüklerden muhafaza eder. Bu hale ulaşmak ise ancak nefsinin isteklerini bertaraf etmekle, nefsin hoşuna gitmeyen (ibadet ve taat vb.) şeyleri ona yaptırmakla mümkündür. Zira nefs Hakk’ı sevmez ve onunla ülfet etmez.”
24 Edep Edinmek
Tasavvuf edeptir. Bu edep, ilâhi emir ve yasaklara teslimiyeti, Peygamber’e [sallallahu aleyhi vesellem] tabi olmayı gerektiren bir edeptir. Allah Teâlâ’ya edep muhabbetle, Peygamber’e edep ona uymakla olur. Yani tasavvufî hayat, Allah ve Peygamber sevgisini tahsil etmektir. Çünkü kişi neyi severse, o sevdiğinin emrine teslim olur. İyi işleri Allah için yapar. Kötü işlerden de Allah için uzaklaşır. Arif bir zat şöyle buyuruyor: “Ben o kimseye şaşarım ki, başkalarından utanarak çirkin iş yapmaz ama Allah Teâlâ kâinatın yaratıcısı olarak her şeyini görür de, O’ndan utanmaz.” Fakat Allah’tan utanan ise çirkin bir iş yapmaktan her zaman kaçınır.
25 ADEM (A.S.)’IN CENNETTEN YERYÜZÜNE İNDİRİLİŞİ
Adem (a.s.)’ın yaratıldığı ve Cennet’e konulduğu gün Cuma günü idi. Yüce Allah, melekleri Adem (a.s.)'a secde ettirdikten sonra “Ve aileme Âdeme’l esmâe küllehâ" ayetinde belirtildiği gibi ona her şeyin hatta zürriyetinden geleceklerin isimlerine varıncaya kadar, bütün yaratıkların (meleklerin bile) isimlerini birer birer öğretti. Bu isimleri meleklere sorup bu husustaki aczlerini, kendilerine itiraf ettirdikten sonra Adem (a.s.)’a emretti. Adem (a.s.) o isimleri birer birer saydı.
İblis, Adem (a.s.)'ı yalan yere yemin ederek kandırdı. Allah (c.c.)'un haram kılmış olduğu şeyden tattıkları için Allâh (c.c.), Adem (a.s.) ve Havva validemizi Cuma günü Cennetten çıkarıp yeryüzüne indirdi. Adem (a.s.), Cennette ikindi ile güneşin batışı arasındaki zaman kadar kalmıştı ki bu süre dünya günlerinden 130 yıla eşittir.
Adem (a.s.), Hindistan’a, Havva validemiz Cidde’ye indirildi. Adem (a.s.)’ın indirildiği dağın, Hindistan’ın Serendip ceziresinde bulunduğu ve dağın isminin Bevz (Nevz) olduğu Taberîde bildirilir.
Yüce Allah, Adem (a.s.)’ı Cennet’ten çıkardığı zaman ona her şeyi yapma sanatını da öğretti. Ona örs, çekiç, kerpeten ve külünk gibi bazı aletlerle kızıl tüylü bir öküz de verildi. Adem (a.s.) çiftçi oldu. Ekin ekmesi emredildi. Yeri, alnının teri ile sürdü. Ekin ekti, suladı, zamanı gelince biçti. Düvenle sürdü, rüzgarda savurup taneleri samanından ayırdı. Taneleri öğütüp un yaptı. Onu yoğurup hamur yaptı. Hamuru da pişirip ekmek yaptı. Adem (a.s.)’a demircilik sanatı da öğretildi. Demirden ilk yapıp kullandığı şey bıçak oldu.
Adem (a.s.)’a nasıl tevbe edeceği ilham olununca, tevbe etmeye başladı. Gafur, Rahim ve Tevvâb olan Yüce Allâh, Adem (a.s.)’ın tevbesini kabul eyledi.
(M.Asım Köksâl, Peygamber Tarihi, s.32-40)
26 ALLAH (C.C.)’UN HAYATINA YEMİN ETTİĞİ TEK İNSAN: HZ. PEYGAMBER (S.A.V.)
Müfessir ve muhaddis sûfı Ibni Atâ (r.âleyh) “Bu güvenli beldeye yemin ederim” (Tîn s. 3) ayetini tefsir ederken şöyle demiştir: “Allâhü Teâlâ Mekke’yi, Resûl-i Ekrem (s.a.v.)’in orada oturması ve onun içinde bulunmasından dola* yı her bakımdan güvenilir bir şehir yapmıştır. Zira Resûlullâh (s.a.v.)’in mübârek vücûdu orada bulunduğu için orası güvenli bir yerdir."
Sonra Allâhü Teâlâ şöyle buyurdu: “Babaya ve evlâdına yemin ederim.” (Beied s. 3) Bazı âlimler Cenâb-ı Hâkk'ın bu ayetteki “baba (vâlid)” ifâdesiyle Hz. Âdem (a.s.)’ı kastettiğini söylemişlerdir. O zaman da “evlâd (veled)” ifâdesiyle onun bütün soyu kastedilmiş olabilir. Bazı âlimler de ayette kendisine yemin edilen babanın (vâlid) Hz. Ibrâhim (a.s.) olduğunu söylemişlerdir. O takdirde Allâhü Teâlâ “evlâd (veled)” ifâdesiyle Hz. Peygamber (s.a.v.)’e işaret etmiş olabilir. Şu hâlde bu surede iki yerde Resûl-i Ekrem (s.a.v.)’e yemin edilmiş olmaktadır. Bu yeminlerden biri Peygamber (s.a.v.) Efendimiz’in yaşadığı şehre “Yemin ederim bu beldeye ki sen de bu beldenin sâkinisin” (Beied s. 1-2); diğeri ise babanın evlâdına “Babaya ve evlâdına yemin ederim” (Beied s. 3) yöneliktir.
Ibni Abbâs (r.a.) şöyle demiştir: “Allâhü Teâlâ, kendi katında Peygamber (s.a.v.)’den daha kıymetli bir insan yaratmamıştır. Cenâb-ı Hâkk'ın, ondan başka birinin hayatına yemin ettiğini işitmedim.” Tabiîn muhaddislerinden Ebü’l-Cevzâ (r.a.) şöyle demiştir: “Allâhü Teâlâ Peygamber (s.a.v.)’i kendi katında yaratılmışların en değerlisi kâbul ettiği için onun hayatından başka hiçbir kimsenin hayatına yemin etmemiştir."
(Kâdı iyâz, ŞHâ-l Şerif, c.1, «.105-110)
27 Hırsıza Yardım
Bir gece Seyyid Tâhâ Hakkarî’nin [kuddise sırruhû] kilerine bir hırsız girmiş ve un çuvalını sırtlayıp kaçmak istemişti. Fakat kaldırmaya güç yetiremedi. Seyyid Tâhâ hazretleri kilere girdi. Çuvalın arkasından tutup “Yardım edeyim.” dedi. Hırsız korktu. Seyyid Tâhâ hazretleri, “Yardımcı olayım da çuvalı sırtına yükleyelim. Ama dikkat et, bizim adamlarımız görmesin. Belki seni üzerler. Bir daha da ihtiyacın olduğunda kilere değil, bize gel. Biz senin ihtiyacını görelim.” Hırsız bu davranış karşısında çok mahcup oldu. Şeyhten af dileyerek kendisine hizmet eden kimseler arasına katıldı.
28 Günah ve Tövbe
Günah, dinin kabul etmediği, Allah Teâlâ’nın rızası dışında ve müslümanların ayıpladığı bir iştir. Müslümanlar günahı sevmez. Ama müslüman bir günahkâra merhamet ederler, tövbe etmesi için Allah’a niyaz ederler. Bir müslüman günah işlemekle imandan çıkmaz. O bizim kardeşimizdir, ama günahkâr kardeşimizdir. Tövbe edince de tövbe eden kardeşimiz olur
29 Yemek Daveti
Bir gün Hz. Hüseyin [radıyallahu anh], yere serdikleri bir yaygı üzerinde ekmek parçaları yiyen fakir kimselerin yanından geçiyordu. Onlar Hz. Hüseyin’i görünce: “Ey Abdullah’ın babası, buyur, yemeğimize katıl” dediler. Hz. Hüseyin bineğinden indi, kendi kendine “Allah kibirlenenleri sevmez.” (Nahl, 23 ) ayetini okudu ve oturarak onlarla beraber yedi. Sonra: “Ben sizin davetinize icabet ettim. Şimdi de siz benim davetime icabet edin” dedi.
Hep birlikte Hz. Hüseyin’in evine gittiler. Eve vardıklarında Hz. Hüseyin hizmetçisine: “Evde yiyecek ne varsa getir” buyurdu. Hizmetçi evdeki bütün yiyecekleri getirdi, sofra kuruldu. Fakirler yedi, o da onlarla beraber yedi. Fakirler giderken yemekten arta kalanı da alarak götürdüler.
30 Nefsin Peşi Sıra Nereye?
İnsanın en temel problemi ne yazık ki nefsine tabi olarak kendini özgürleştirdiğini sanmasıdır. Böyle bir insan, nereye gittiğini bilmeden yürüyüp giden, ailesinden ayrılan bir çocuğa benzer. İlk başlarda, özgürce gezip dolaşan, istediğini yapan çocuk, çok geçmeden kaybolduğunu fark eder ve ağlamaya, sağa sola koşturmaya başlar. İster ıssız bir ormanda, ister kalabalık bir şehirde kaybolmuş olsun, kalbini korku sarar. Doğruyu yanlışı tam olarak bilemeyen bir çocuk kaybolduğunu kısa sürede fark eder de, aklı başında yetişkin bir insan tehlikeye yürüdüğünü, aslından kopup gidişini, sahipsizliğini fark etmez! Nefsinin kurbanı olur, aklını nefsine kurban eder. Çünkü akla uygun olan Yaratıcısı’na teslim olmasıdır. Ve O’ndan kaçış yoktur, dönüş O’nadır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder