
14.000 Osmanlı altınının temininde yaşanan güçlük, bölge petrolünün lâyıkıyla işletilmesine mani olmuştu. Özellikle ittihad ve Terakki iktidarının buraları devletleştirmesi akabinde ve bu sebeple bölge petrolünde gözü olan emperyalist devletlerin ısrarlı tasallutlarına karşı konulamayarak bu hâzinenin kontrolü tamamen elimizden çıkmıştır.
Modern dünya siyasetinin şekillenmesinde büyük pay sahibi olan petrol ve yan ürünlerinin kullanımı ve dağıtımı meselesi ülkemizi de çok yakından ilgilendirmektedir. Özellikle Bağdat-Musul Petrolleri, konumu ve ehemmiyeti bakımından güncelliğini koruyan ve devletler arası siyasete yön veren bir unsur olma özelliğini sürdürmektedir. Kısa bir süre öncesine kadar Osmanlı Devleti topraklan dahilinde olan Bağdat-Musul petrollerinin I. Dünya savaşmdan itibaren başlayan süreçte radikal bir şekilde elden çıkışı hakkında pek- çok yayın yapılmış, konuşulmuş ve halen konuşulmaya devam edilmektedir. Ancak meselenin bu boyutu kadar, konunun kaynağım teşkil eden ve düvel-İ muazzamanın bu bölgedeki petrole müteveccih ilgisinin artmaya başladığı dönem olan Sultan II. Abdülhamid devri ile I. Dünya Savaşının başlangıcı arasında (1876-1914) kalan zaman dilimine ait bilgilerin de etraflıca bilinmesi, bugünkü siyasi gelişmelere bakış açısının netleşmesi bakımından fevkalade önemlidir. Zira bu dönemde, şimdiye kadar yazılanların aksine, OsmanlI devleti bir yandan bu petrol yataklarının önemini kavrayarak üzerinde bizzat önemli araştırmalar yaptırmış, diğer yandan ise bu zengin kaynaklan korumak için pek çok ülkeye karşı siyasi platformda ciddi bir savaş vermiştir.
Asırlardır İşletiliyordu
Sultan II. Abdülhamid’in sahip olduğu emlakin kapsamına stratejik öneme sahip verimli araziler, gayrı menkuller ve yine stratejik ve ekonomik öneme sahip başta madenler olmak üzere her türlü imtiyazlar girmekteydi. Bağdat-Musul petrolleri imtiyazı da bu imtiyazlar arasında önemli bir konuma sahipti. Aslında bölgedeki petrol kuyularının bir kısmı, Osmanlı Devleti tarafından iltizama verilmek suretiyle asırlardır zaten işletilmekteydi. XIX. yüzyılın ikinci yansından itibaren özelikle İngiliz ve Almanların arkeolojik araştırmalar yapma bahanesiyle ve izin almak suretiyle Bağdat ve Musul bölgelerinde incelemelere giriştikleri ise artık bilinen bir gerçektir. Husûsan Almanlar, Bağdat Demiryolu imtiyazına dair söz aldıkları 1889’dan sonra bölgedeki araştırmalannı daha da yoğunlaştırmışlardı.
İlginç rapor
Bağdat ve Musul petrollerinin Sultan Abdülhamid’in dikkatini çekmesi bölgedeki bir kısım araziyi şahsî emlakına dahil etmesiyle başlamıştı. Padişah adına tapuya geçirilen yerler üzerinde saha araştırması yapılır, gelir getirebilecek kaynaklar, yaşayan halk, etnik yapı, yetiştirilen ürünler ve verimin arttırılabilmesi için yapılabilecek işlemleri içine alan detaylı raporlar hazırlanırdı. Musul vilayeti için de gerçekleştirilen bu uygulama sırasında, havalideki madenler için geniş çaplı bir araştırma gerçekleştirilmişti. Araştırma sonuçlan, hazırlanan bir rapor ve haritada toplanmıştır.
Grosskoffp'un Seltan II.Abdülhamid'e sunduğu ve bölgedeki petrol yataklarını gösteren harita . Haritada yuvarlak içine alınan kısımlar petrolün yoğunlaştığı yerlere işaretediyor .(Bu harita dünyada ilk kez yayınlanıyor)
1888 tarihli raporda adı geçen petrol yataklarından bazıları belirtilecek olursa, mesela ŞirkAt Mukataası dahilinde Kayyare tepelerinin doğu eteklerinde birbirine yakın iki petrol madeni hakkında, günlük çıkan ham petrolün miktarından damıtma usulüne ve verimin arttırılması için alınacak önlemlere kadar etraflı bilgiler verilmekteydi. Kerkük sancağı dahilindeki Erbil kazasına bağlı Şemamek mukataasında Zab nehri üzerinde bulunan Gür köyü yakınında da bir petrol madeni bulunmaktaydı. Rapora göre birbirine yakın üç neft gözü olan bu yatak sular yükseldiğinde nehrin altında kalmaktaydı. Yine Kerkük kazası civarındaki Tuzhurmato yakınında 20 tane petrol kuyusu bulunmakta ve bu kuyulardan günde 1200 kıyye (100 teneke) ham petrol çıkarılmaktaydı. Kerkük Hurmato arasında bulunan kil madeninden ise günde çıkarılan ham petrol miktarı 500 kiyye (yaklaşık 42 teneke) civarındaydı.
Bu kuyuların bir kısmı devlet tarafından birer seneliğine olmak üzere iltizam usûlüyle işletilmekteydi. Ancak bölgedeki bu yataklardan ham petrolün çıkartılma ve damıtılma işlemleri ilkel metodlarla yapılmakta ve kuyuları işleten mültezimlerin damıtma usulüne vâkıf olmamalarından dolayı çıkarılan petrolün kalitesi düşmekteydi. Neft kokusunun yok edilememesi, lambalarda yakıldığında ortaya çıkan kokunun hastalık yapmasına ve kolay ateş almasına sebep olmaktaydı. Bu yüzden bu ürüne pek rağbet edilmez, daha çok köylere, fakir halk tabakasına satılırdı. Nitekim Amerika ve Batum petrolünün bir tenekesi iki mecidiyeye satılırken yerli petrol yarım mecidiyeye alıcı bulurdu. Modern tesisler kurulup işletilmesi halinde bölgedeki petrolün dünya petrol piyasası ile rekabet edebilecek bir kalite ve zenginliğe sahip olabileceği ise raporda bilhassa vurgulanmaktaydı.
Üç Emir
îşte bu tespitler İstanbul’a ulaşır ulaşmaz Sultan H. Abdülhamid’in “Musul vilayeti emlak-ı hümayunu dahilinde kesretle petrol gaz madenlerinin zuhur etmesinden dolayı, emlak-ı hümayun dahilinde olsun veya olmasın Musul vilayetinde bulunan petrol madenlerini araştırma ve işletme imtiyazlarının Hazine-i Hassa’ya verildiğine dair" 6 Şubat 1889 tarihli emrinin (irade) çıktığını görüyoruz. Aslında Sultan II. Abdül- hamid’in, Bağdat ve Musul petrollerini çıkartma ve işletme imtiyazını kendi emlakına dahil ettiğine dair farklı tarihlerde çıkmış üç emri bulunmaktadır. Birincisi yukarda belirtilen ilk emirdir ki sadece Musul vilayetindeki petrol yataklarını içine alır. İmtiyazın alınmasından sonra bölgedeki araştırmalar arttırılmış ve edinilen bilgiler sürekli olarak İstanbul’a aktarılmıştır. Araştırmalar devam ederken Bağdat vilayetinde de başta Mendeli’de olmak üzere önemli petrol yataklarının olduğu bildirilmiş ve incelemeler Bağdat tarafına kaydırılmıştır. Nitekim Mendeli petrol yatakları hakkında da elimizde detaylı bilgi mevcuttur. Buna göre, burada otuz- dört petrol kuyusu vardır. Bunlar petrolün çıktığı derinliğe göre dört sınıfa ayrılmış, her bir kuyudan günde çıkan petrol miktarı ile hangi derinlikten çıktığı tablolar halinde hazırlanmıştır. Mendeli’den günde ortalama 400 kıyyelik (yaklaşık 34 teneke) ham petrol çıkartılmaktadır. Ancak miktar az gibi görünse de bunun, buranın atıl kalmasından kaynaklandığı, modern tesisler kurulduğunda mevcudun dört veya beş misline ulaşılacağı raporlarda vurgulanmaktadır. Nitekim daha 1871’de bu kuyular işletilmeye başlanmış, hatta Baküba’da damıtma tesisi kurulmuşsa da daha sonra tesis atıl hale gelmiştir. Musul vilayetinin hemen yatımdaki Bağdat vilayetinde de zengin petrol yataklarının tesbit edilmesi bu yatakları tek tek değil de adı geçen iki vilayet kapsammda ele alıp işletecek bir şirketin teşekkülü fikrini gündeme getirmiştir ki, bunun önemli bazı sebepleri vardır. Bu düşünce doğrultusunda Sultan II. Abdülhamid’in 19 Eylül 1898 tarihli bir emri ile Bağdat vilayeti dahilindeki petrol madenlerinin araştırılma ve çıkarılma imtiyazı da Hazine-i Hassa’ya yani padişahın şahsî emlakına dahil edilmiştir.
Musul'daki petrol ve madenlerin imtiyaz hakkının Hazine-i Hassa'ya verildiğini ispat eden ilk belge
Musul ile Bağdat'taki petrol ve madenlerin imtiyaz hakkının Hazine-i Hassa'ya verildiğini gösteren belge.
Musul'daki petrol ve madenlerin imtiyaz hakkının Hazine-i Hassa'ya verildiğini gösteren başka bir belge.
Dolayısıyla bu ikinci emir de Bağdat vilayetindeki petrol yataklarım içine almaktadır. Üçüncü emir ise ilgi çekicidir. Zira muhteva olarak birinci emirle aynıdır ve Musul vilayetindeki petrol yataklarının araştırma ve işletme imtiyazının padişaha ait olduğunu bir kez daha tekrar etmektedir. 18 Kasım 1902 tarihli bu ü- çüncü emrin veriliş sebeplerinden bir tanesi bu bölgedeki petrol kuyularına karşı aşiretlerin süre gelen saldırılarına karşılık, buraların Sultanın mülkü olduğunun bir kez daha hatırlatılması olmalıdır. Ancak kanaatimizce asıl önemli sebep, Sultan II. Abdülhamid’in 18 Mart 1902’de Bağdat Demiryolu yapım hakkını Almanların Demiryolu Kumpanyasına vermesinde yatmaktadır. Zira bu anlaşmanın maddeleri arasında Almanların, demiryolu hattının her iki tarafında, yirmi kilometre genişliği olan şeritler içinde kalan madenleri işletebilecekleri hükmü de yer almaktadır. Ki, Musul’dan geçecek demiryolu hattının her iki tarafında zengin petrol yatakları mevcuttur. Dolayısıyla bu üçüncü emir bir çeşit bu yatakların Sultana aidiyeti hükmünün pekiştirilmesi için olsa gerektir.
Grasskoffp'un Haritası
Bağdat ve Musul vilayetlerindeki petrol yatakları Sultan Abdülhamid’in tekeline alındıktan sonra önemli gelişmeler söz konusudur. Osmanlı Devleti tarafından görevlendirilen gerek Türk mühendisleri tarafından, gerekse yurt dışından getirtilen petrol arama ve çıkartma konusunda uzman kişiler vasıtasıyla bölgede önemli araştırmalar yaptırılmıştır. Bu araştırmacıların Sultana sundukları ayrıntılı raporlar ve petrol yataklarını gösteren haritalar elimizde mevcuttur. Bunlar arasında özellikle Jakraz ve Graskoffp’un raporları önemlidir. Bu raporlarda bölgedeki her bir petrol kuyusunun nitelikleri ve verimlilik miktarları hakkındaki tafsilatlı bilgiler mevcuttur. Araştırmalar sırasında kuyulardan alman petrol örnekleri İstanbul’a gönderilmiş, Meskukat-ı Hümayun idaresinde ve Şişli Etfal Hastahanesi’nde incelenerek raporlar düzenlenmiştir. Kimi zaman İse bu örnekler Avrupa’ya da gönderilmiştir. İncelemelerde çıkan ortak sonuç; Avrupa usullerine uygun gelişmiş petrol çıkarma ve damıtma tesisleri kurulması ve bunları çalıştırabilecek maden mühendislerinin getirtilip petrolün veriminin artırılabileceği ve bu sayede Amerika, Avrupa ve Bakü petrolleriyle rekabet edilebilecek bir seviyeye gelinebileceği doğrultusundadır. Ancak bütün bu hususların icrası için gerekli sermaye miktarı 14.000 Osmanlı altınının üzerindedir. Buna ise OsmanlI’nın gücü yoktur. Dolayısıyla Musul ve Bağdat vilayetlerindeki petrol işletmeciliğinin özellikle bölge halkından sermayedarların oluşturacağı bir şirket tarafından gerçekleştirilmesi ve padişahın kârdan pay almasının daha uygun olacağı fikri benimsenmişti.
Bu sırada Fransız, Alman ve İngiliz tebaasından bazı kişi ve şirketlerin Sultan II. Abdülhamid’den tespit edilecek belirli bir süre için bölgedeki petrolü araştırma ve çıkarma imtiyazına dönük talepleri ve hatta bu konuda siyasi baskılan söz konusudur. Bu tekliflerin padişah tarafından geri çevrilmesinin arkasında, böyle stratejik önemi haiz enerji kaynaklarının yabancıların eline verilmesinin sakıncaları ve mukavele şartlarının tamamen Osmanlı Devleti çıkarlarına aykın olması gibi sebeplerin yattığı dönemin belgelerinden anlaşılmaktadır. Aynca bu teklifler arasında yer alan ve Sultan Abdülhamid’in tahttan indirilmesinden sonra Almanların hak iddiasıyla gündeme getirdikleri, Padişahın kendilerine verdiği bir yıllık “petrol yataklarını araştırma imtiyazı” meselesi ise söylenildiği gibi padişah tarafından durup dururken iptal edilmemiştir. Bu feshin; Almanların, sadece Hazine-i Hassa'nın imtiyazında olan Bağdat Musul petrollerini değil, bütün OsmanlI memleketi dahilindeki petrol madenlerinin işletilmesinde söz sahibi olma istekleri ve bununla birlikte Sultanın payına düşen hisse miktarını da en alt seviyeye düşürmeleri gibi sebeplere müsteniden olduğu elimizdeki arşiv belgelerinden anlaşılmaktadır.
Aşiret tasallutu
Osmanlı Devleti için petrol madenlerinin güvenliğinin sağlanması da ayrı bir meseleydi. Tuzhurmato madenleri Davude ve Beyat aşiretlerinin bulunduğu sahada olmasından dolayı çıkarılan petrol bu iki aşiret tarafından geceleri çalınmakta bazen ise cebren el konulmaktaydı. Kil madenleri ise Talebanlılar'ın tasallutu altında olup buraları iltizama verilirken ihalelere sadece Talebani şeyhi Abdülhamid'in adamları katılmakta, dışardan kimse ise cesaret edememekteydi, Bu yüzden çok düşük fiyatlarla iltizam gerçekleşmekteydi, Kayyare petrol kuyularına ise Şemmar aşireti tarafından baskınlar düzenlenmekte petrol gözleri ateşlenerek kapatılmakta ve mevcut petrole el konulmaktaydı.
İngiliz “Türk Milli Bankası (!) ''
II. Abdülhamid’in tahttan indirilmesinden I. Dünya savaşının başlangıç tarihi olan 1914’e kadar geçen süreçte ise öncelikle İttihat ve Terakki döneminde, Bağdat ve Musul vilayetlerindeki petrol yataklarının, Sultan Abdülhamid’in şahsî emlaki olmaktan çıkarılıp devletleştiriliş serüveni yaşanmıştır. Aynı zamanda bu dönem, artık Babıâli’nin idaresindeki bu zengin yatakları ele geçirebilmek için İngiliz D’arcy, Alman Bağdat Demiryolu Şirketi (Doyçe Bank) ve Amerikan Chester şirketlerinin kendi aralarında rekabet ederek kıyasıya mücadeleye giriştikleri bir safhadır ki, bu durum, bu bölgede halen artarak devam eden çıkar savaşlarının başlangıcı olarak algılanmalıdır. Nitekim, mezkur şirketlerin her biri, hazırladıkları ve inanılmaz cambazlıklarla dolu şartlar ihtiva eden mukavele örneklerini yarışırcasına Babıâli’ye sunmaktalardı. Özellikle İngilizler, imtiyazın koparılması konusunda BabIâli’ye diplomatik baskı yapmaktan ve hatta bir takım tehditlerde bulunmaktan dahi çekinmemişlerdir. Bu dönem aynı zamanda, Osmanlı'nın Adana Ermeni Olayları, Tarblusgarp ve Balkan savaşlarım yaşadığı dönemdir. Ve nihayet lokmanın büyüklüğü birbirlerine düşman olan Alman ve İngiliz’i bir çıkar birlikteliğine mecbur kılmıştır. Zira İngiltere, Amerikalıları petrol işinde saf dışı bırakmak üzere Bağdat demiryolu yapımında Almanlarla işbirliği yapmayı kabul etmişti. Doyçe bankla anlaşarak 1910 yılında sermayesi tamamen İngiliz olan Türk Milli Bankasını kurmuşlardır ki, bu banka, petrol araştırmalarına sermaye aktaracağı gibi aym zamanda İngiliz ve Alman menfaatlerini de koruyacaktı. Yine, 1912’de Mezopotamya’da ve Osmanlı İmparatorluğunun öteki bölgelerinde petrol ayrıcalıkları sağlayıp işletmek amacıyla Türkiye Milli Bankası, Doyçe Bank ve Shell’den oluşan “Türkiye Petrol Şirketi” teşkil edildi.
Bize verin!
Bu gelişmelerden bölge halkı rahatsızdı. Nitekim tam da bu sıralarda Bağdat valisinin merkeze gönderdiği Ocak ve Mayıs 1914 tarihli şifreli telgraflar halkın duruma bakış açışım göstermesi bakımından hayli ilgi çekicidir. Telgraflarda, Bağdat halkının çoğunun artık yerleşik hayata geçip ziraate yöneldikleri ve ziraatte kullanmak üzere alman ve petrolle işleyen makinelerin, petrolün pahalı olması dolayısıyla zorlukla işletildiğinden bahsedilmekte; buradaki petrol madenleri imtiyazının bir an evvel verilerek işletimin başlamasının fiyatları düşüreceği vurgulanmaktaydı. Ancak imtiyazın yabancılara verilmesinin, bölge ziraatı için en önemli ihtiyaç kaynağmın yabancı tekeline geçmesi demek olduğu bilhassa belirtilmekte ve bölgedeki petrolün mahalli sermayedarlardan oluşan bir şirket tarafından işletilmesinin uygunluğu üzerinde durulmaktaydı.
İngilizlerin bölgeye tümüyle hakim olma gayretlerine ve uyanıklıklarına bir örnek daha vermek mümkündür. 27 Nisan 1914 tarihli bir mektupla İngiliz tebaasından Hindistan müslümanları Babıâli’ye, Bağdat-Musul petrol imtiyazları ve Mezopotamya’da toprak satın alma isteklerini havî bir mektup yazmışlardı. Babıâli de bölgedeki valilerinden bu mevzu hakkındaki görüşlerini merkeze bildirmelerini istemişti. Bunun üzerine Bağdat ve Musul valilerinin merkeze ulaştırdıkları görüşleri de dikkat çekicidir. 15 ve 17 Haziran tarihli cevaplarda, talep sahiplerinin müslüman olmalarından dolayı isteklerine olumlu yaklaşılabileceği düşünülse de,Osmanlı tabiiyetinden olmadıkça yabancı bir tebaanın memlekette hak sahibi edilmesinin mahzurlu olacağı belirtilmiştir. Ayrıca Dicle ve Fırat nehirlerinde vapur işletme imtiyazının ecnebilere verilmiş olmasının (ki 29 Temmuz 1913’te yapılan bir anlaşma ile bu hak İngiltere’ye verilmiştir) halk arasında hükümete karşı kırgınlık oluşturduğu, petrol imtiyazının da onlara verilmesi halinde halkın hükümetine güveninin kalmayacağı belirtiliyordu.
Ancak Savaşla
İngiltere ve Almanya cephesine bakıldığında her iki devletin sefaretleri 18-19 Haziran 1914 tarihlerinde Babıâli’ye verdikleri notalarla Musul ve Bağdat vilayetlerindeki petrol madenleri imtiyazının Türk Petrol Kumpanyasına verilmesini taleb etmişlerdir. Bu mevzuyla alâkalı bazı eserlerde, Sadrâzam Sait Halim Paşa’nın 28 Haziran 1914 tarihli yazdı cevabı ile bu ayrıcalığın bu devletlere verildiği iddia edilmektedir. Oysa verilen cevabî notada, “Musul ve Bagdad vilayetlerinde keşf edilmiş veya edilecek petrol madeni imtiyazının adı geçen şirkete verilmesine muvafakat edildiği, ancak bu muvafakatin ihtiyati bir tedbir olarak Osmanlı devletinin hisseleri ile, mukavele şartlarının tayini hususlarına bağlı bulunduğu” ifade edilmiştir. Nitekim görüşmeler devam etmiş ve Osmanlı Hariciye Nezareti Londra’daki büyükelçisi Hakkı Paşa’ya gönderdiği 22 Temmuz tarihli telgrafında, Osmanlı Devleti’nin kumpanya ile yapılacak petrol imtiyazına dair müzakerelerin ve özellikle hükümet hissesinin tayini meselesine dair görüşmelerin, Londra’da ele alınmasının vakit alacağını, neticenin bir an evvel sonuçlanması için kumpanyanın İstanbul’a bir vekil göndermesine karar verdiğini bildiriyordu.
Bütün bu gelişmeler yaşanırken I. Dünya savaşı patlak vermiş ve görüşmeler yarım kalmıştır. Tabiatıyla ortada düzenlenmiş ve Osmanlı parlamentosunun onayından geçmiş bir mukavele mevcut değildir. Bundan sonraki gelişmeler ise herkesin malumudur.
Velhasıl, tüm ayak oyunları, baskılar hatta tehditlerle Osmanlı'nın elinden alamadıkları bu kara hazine, büyük oranda bu sebeple çıkarttıkları ilk dünya harbi neticesinde tamamen bize ait olmaktan çıkmıştır. Bu ihtiras, günümüz dünyasını en önemli politik belirleyicisi olmaya devam ediyor.
KAYNAK : 2003 Tarih ve Düşünce Dergisi Sayı/4
KAYNAK : 2003 Tarih ve Düşünce Dergisi Sayı/4
Yrd. Doç. Dr.
İ. Ü. Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü.
FACE : https://www.facebook.com/SESL%C4%B0-TAR%C4%B0H-104683004490362/?modal=admin_todo_tour
TWİTTER : https://twitter.com/bilge_yolu
FACE : https://www.facebook.com/SESL%C4%B0-TAR%C4%B0H-104683004490362/?modal=admin_todo_tour
TWİTTER : https://twitter.com/bilge_yolu
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder