Drop Down MenusCSS Drop Down MenuPure CSS Dropdown Menu -->

20 Şubat 2020 Perşembe

CAMİLERİN BAŞINA NELER GELDİ

CHP döneminde camilerin ahır, ambar, depo vs. olarak kullanıldığını, bazılarının içinde fuhuş icra edildiğini, birçoğunun kapatılıp satıldığını, hatta yıkıldığını evvelki paylaşımlarımızda belgelerle ortaya koymuştuk.[1] Bu yazıda ise bazı camilerin başına neler geldiğine -kısaca- temas edeceğiz.

Aslında Güzel Sanatlar Akademisi Mimarlık Fakültesi mezunu olan fakat yazarlık da yapan Prof. Cüneyd Suavi, “Kesilen Gitar” isimli hatıratında CHP döneminde camilerin başına gelen fenalıkları Hasan dayısından yani bir “görgü şahidi”nden nakleder. Buyrun hep beraber okuyalım:

– Hasan Dayı:

“Adapazarı gibi, bütün ülke zulümden sinmiş durumdaydı. Ezan ve Kur’an okumak zaten yasaktı. Her şehirde tek bir cami açık tutuluyordu. Mesela, Adapazarı’ndaki Salko Cami, bando takımına tahsis edildi. Gün boyunca gümbür gümbür bando sesi yükselirdi içerden. Bu gürültücü bando, daha sonra Orta Cami’ye geçti. Aziziye Camisi, ‘Halk Oyunları Merkezi’ haline getirildi. Zurnalar üst kattaydı, davullarsa alt katta. Caminin tam ortasında horon tepiliyordu.

Yeni Cami’ye gelince: Hayvanlara ahır olarak seçilmiştir. Bir kısmına saman depolanırdı. (Marmara depreminde yıkılan) Tozlu Cami’nin yerinde eskiden de bir cami bulunurdu. O da aynı adı taşımaktaydı. Bu cami de Yeni Cami gibi ahır yapıldı. Içerisi hayvan gübresiyle doluydu, çok pis kokardı. Bir tek Orhan Cami açıktı ama, ‘Katrancılar’ (şapka takmayanların başına katran süren Jandarma:Kadir Çandarlıoğlu) onun kapısında hazır beklerdi.[2] Içeriden şapkasız biri çıktığında, onu doğduğuna bin pişman ederlerdi. Bu sırada eğlenip gülerlerdi, hem de kahkahalarla…”


Ambar yapılan bir cami…

***

– Hasan Hoca’yla yaptığım sohbet uzun sürmüştü. Fakat dayım olduğundan bu durum beni rahatsız etmedi. Zaten eşimle beraber arada bir gidip elini öpüyorduk.

“Dayıcığım. Diğer şehirler de Adapazarı gibi miydi?”

– Hasan Dayı:

“Belki daha kötüydü. 1940 yılında Tekirdağ’dan dönmüştüm. Askerliğim bitmişti. Trenle Istanbul’a, Sirkeci Garı’na indik arkadaşlarla. Ben akşam namazı için bir cami arıyordum. Abdest almadan önce, çavuşuma gidip tuvalet yeri sordum.

Çavuşumuz Istanbul’u iyi tanırdı.
Bir cami tarif ederek ‘Orada’ dedi.
Hemen camiye gittim, dört yanını dolaştım. Ama tuvalet falan bulamadım. Tekrar çavuşa gelerek tuvaleti göstermesini rica ettim. Koluma girdi ve sanki eğlenircesine beni camiye soktu. Daha sonra mihraba, yani imam efendinin namaz kıldırdığı yere getirip:
‘işte tuvalet!’ dedi.
O anda neredeyse ölecektim. Mihrabın döşeme tahtaları sökülmüş ve alt kısmına bir çukur kazılmıştı. Gelen giden kıbleye arkasını dönüp, işlerini o mihrapta hallediyordu. Gittiğim cami, zannederim şimdiki Hoca Paşa Camisiydi. Ben bunu tek bir örnek sanıyordum. Fakat aynı felaketi Damat Ibrahim Paşa ve Küçük Ayasofya Camisinde de gördüm. Kim bilir kaç camiyi kirlettiler böyle? Ne yazık ki bunları yaşadık evladım. Siz inşaallah böyle bir şey yaşamazsınız.”[3]

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder