Drop Down MenusCSS Drop Down MenuPure CSS Dropdown Menu -->

22 Ocak 2020 Çarşamba

ABDESTİN SÜNNETLERİ (İbn-i Abidin (r.a.) Redd'ül Muhtar )

ABDESTİN SÜNNETLERİ


M ET İ N:

Başlıktan anlaşılıyor ki abdestin ve guslün vâcipleri yoktur. Çünkü olsa evvelâ onları beyan ederdi.

Musannıf, sünnet kelimesini cemi' olarak kullanmıştır.

Çünkü her sünnetin ayrı bir delili, ayrı bir hükmü vardır.

Sünnetin hükmü: Fiilinden dolayı ecir ve sevap verilmek, terkinden dolayı muaheze olunmaktır. Fukaha çok defa sünneti hükümle tarif ederler. Çünkü onların maksadları hükümdür. Şumunnî sünneti: «Peygamber (S.a.v.) in kavli veya fiili ile sâbit olup vâcip ve müstehap olmayan şeydir» diye tarif etmiştir. Lakin bu tarif sünnetin mutlak tarifir.

Sünneti müekkede şart: Peygamber (s.a.v.) in bazen velev hükmen olsun terk etmekle beraber devam buyurmuş olmasıdır. Lâkin şartların hal» tariflerde zikredilmemektir. Şumunnî'nin bu tarifine «el-Bahr» nâm eserde mubahla itiraz edilmiştir. Şuna binaen ki, muhtar kavle göre eşyada asıl olan tevakkıftır. Ancak fukaha çok defa eşyada asıl ibâhadır, derler. Tarif de buna göre yapılmıştır.

İZAH

Malumun olsun ki, meşru hükümler dört kısımdır: Farz, vâcip, sünnet ve nafile. Fiili terkinden evlâ olup, terki men edilen bir şey, kat'î delil ile sübût bulmuşsa farz, zannî delil ile sâbit olmuşsa vâciptir.

Terki men edilmeyen bir fiil, Peygamber (s.a.v.) in veya ondan sonra gelen Hulefâ-i Raşidin'in devam buyurdukları bir şey ise sünnet, değilse mendûb ve nafiledir.

Sünnet, biri sünnet-i hüdâ, diğeri sünnet-i zevaid olmak üzere iki kısımdır.

Sünnet-i hüdânın terki isâet ve kerâhet icap eder. Cemaat, ezan, ikamet ve emsâli bunlardandır.

Sünnet-i zevaidin terki isâet ve kerahet icap etmez. Peygamber (s.a.v.) in giyiminde, oturmasında, kalkmasında takip buyurduğu hatt-ı harekettir.

Nafile ki, mendûp de ondandır. İstenirse sevâp, terkedilirse günâh olmayan şeye denir. Bazıları bunun sünen-i zevaidden daha aşağı olduğunu söylerler. Fakat buna şöyle bir itiraz varid olur: Nâfile, ibadetlerdendir. Sünnet-i zevaid ise âdetler kabilindendir. Bir kimse nâfile hac, ayakkabı giyerken, taranırken, sağdan başlamaktan daha aşağıdır, diyebilir mi?

Allâme İbn Kemâl bu meseleyi böyle tahkik etmiştir.

Ben derim ki: Nâfile ile sünen-i zevâid arasında hüküm itibariyle bir fark yoktur, çünkü bunlardan birini terketmek mekrûh değildir. Fark ancak nafilenin ibadetlerden, sünen-i zevaidin ise âdetlerden olmasındadır. Lâkin buna da şöyle itiraz edilmiştir: İbadetle âdet arasında fark ihlâs ve samimiyet ifade eden niyettir. Nitekim «Kâfî» ve diğer kitaplarda da böyle beyan edilmiştir. Peygamber (s.a.v.) in bütün fiilleri yerinde beyan edildiği vecihle niyete şâmildir.

Ben derim ki: Ulema sünen-i zevâide Peygamber (s.a.v.) in kıraatı, rükû' ve secdeyi uzatması ile misal vermişlerdir. Şüphesiz ki bunlar ibadettir. Şu halde süneni zevaidin âdet olmasının mânâsı; Peygamber (s.a.v.) in ona çok devam etmesi ve âdet haline getirmesi, onu ancak bazı zamanlardabırakmış olmasıdır. Çünkü sünnet, dinde tutulan yoldur. Sünnet haddizatında bir ibadettir. Buna âdet denilmesi arzettiğimiz sebepten dolayıdır.

Dinin şeâirinden ve mükemmilâtından olmadığı için onu sünnet-i zevâid denilmiştir. Sünnet-i hüdâ böyle değildir.

Ondan murad; vâcibe yakın sünnet-i müekkedelerdir ki terk edenler dalâlete nisbet edilir. Çünkü onu terketmek dinle alay sayılır.

Nâfilede böyle değildir. Çünkü ulemanın beyanına göre nafile bize farz. vâcip ve her iki nevi ile sünnet üzerine ziyade olarak meşru kılınan şeydir ki, bundan dolayı onu ulema dördüncü kısım saymışlardır. Mendûbu da, müstehâbı da ona katmışlardır.

Müstehap; «Tahrir» de beyan edildiğine göre kendine mahsus nedip delili bulunan şeydir.

Nafile; umumî veya hususî olarak mendûp delili bulunup Peygamber (s.a.v.) in devam buyurmadığı şeydir. Onun içindir ki sünnet-i zevaidden derece itibariyla aşağıdır. Bunu «Tenkih» sahibi beyan etmiştir. Bazen nafile tâbiri revatip denilen beş vaktin sünnetlerine de ıtlak edilir.

Ulemanın vitir ve nevâfil bâbı demeleri ve hacca nafile ismini vermeleri bu. kabildendir. Çünkü nâfile, ziyade demektir. Bundan murad farz üzerine yapılan ziyadedir. Halbuki o dinin umumî şeâirindendir. Şüphe-siz ki nafile abdest alırken elleri üç defa yıkamaktan, namaza girerken elleri kaldırmaktan efdaldir. Halbuki bu iki şey müekked sünnetlerdendir. Bu suretle söylediğimizin doğru olduğu anlaşılmış olur. Ve bununla İbn Kemâl'in yaptığı itiraz mündefi olur. Bu makamın tahkikini ganimet bilmelisin! Çünkü bu kitaptan başka hiçbir yerde bulamazsın. Allahu âlem...

Şârihin «Çünkü her sünnet delil ve hükümde müstakildir» sözünü İbn Kemâl şöyle izah ediyor: Delil olma hususu «Hidâye» ve diğer mufassal kitapları okuyanlarca malûmdur.

Hükmüne gelince: sünneti işleyip işlememenin sevap ve ikâbı onun her fiiline ayrı ayrı terettüp eder.

Bir tek yahut birkaç sünnetin bir arada olmasının farkı yoktur.

Farz böyle değildir. Çünkü abdestin farzı üç uzvu yıkamakla başa meshetmenin mecmuundan ibarettir. Yoksa bunların her biri müstakil bir farz olup da her birinin üzerine ayrı ayrı hüküm terettüp edecek değildir. İşte bu sebebden dolayı «Musannıf» farz hakkında müfred sigası kullanmıştır. Sünneti terkeden tekdir ve mûaheze olunur. Yoksa «Bahr» ve «Nehir» nâm eserlerin beyan ettiği gibi ikab görmez. Lâkin «Telvih»'de beyan edildiğine göre sünnet-i müekkedeyi terketmek harama yakındır. Şefaattan mahrum kalmayı gerektirir. Çünkü Peygamber (s.a.v.): «Her kim benim sünnetimi terkederse şefaatime nail olmaz» buyurmuştur. «et-Tahrir» nâm eserde; «Sünneti terk eden dalâlete nisbet edilmeyi melamet ve zemmi hak eder» deniliyor.

Terk etmekten murad; özürü yok iken ısrar üzere işlememeye devam etmektir. Nitekim İbn Emîr Hâcc'ın «Tahrir» şerhinde de böyle denilmektedir. Bunu şu da te'yid eder: Az ileride abdestin sünnetleri bahsinde görüleceği vecihle bir kimse abdest uzuvlarını bir defa yıkamakla iktifa ederse bunu âdet ittihaz ettiği takdirde günahkâr olur. Âdet edinmezse günahkâr olmaz.

«el-Bahr» nâm eserde namazın sıfatı bahsinde şöyle deniliyor: Ehl-i mezhebin sözlerinden anlaşılıyor ki günah vacibin yahut sahih kavle göre sünnet-i müekkedenin terkedilmesine bağlıdır. Zira beş vaktin sünnetlerini terk eden kimse hakkında ulemadan bazıları günahkâr değillerdir, demişlerse de, sahih olan günahkâr olmasıdır. Bunu, «Fethü'l-Kadîr» sahibi beyan etmiştir. Bir de ulema, cemaati terkeden kimsenin günahkâr olduğunu sarahaten beyan etmişlerdir. Halbuki cemaat, sahih kavle göre sünneti müekkededir. Bunların emsalinde de hal böyledir. Şüphesiz günah kelimesi teşkikle yani şübhe verecek şekilde söylenmiştir.

Günahın bazısı bazısından daha şiddetlidir. Meselâ; sünnet-i müekkedeyi terkedenin günahı vacibi terkedenin günahından daha hatiftir.

Bunu Ebu'l-Yüsr'e nisbet edilen şu söz te'yit etmektedir:

Sünnetin hükmü onu tahsile teşvik etmek, terkinden dolayı da biraz günahkâr olmakla beraber zemle muaheze olunmaktır. Hükmen terketmek, bir kimsenin bir şeyi yapmadığını görüp de red ve muahezede bulunmamaktır. Çünkü bu da hakikaten terketmek mesabesindedir. Buna misal Peygamber (s.a.v.) in itikâfıdır. Kendisi Ramazan-ı şerifin yirmisinden sonra itikâfa girmiş ve buna devam buyurmuştur. Onun her sene devamı itikâfın vâcip olmasını iktiza ederdi. Lâkin itikâf etmeyenlere itirazda bulunmayınca onun bu hali hakikaten terk mesabesinde tutuldu.

Sünnet-i müekkedede devam şarttır. Velev hükmen olsun. Bu kayıdla teravih namazı sünnet-i müekkedeye dahil olur. Peygamber (s.a.v.) terâvihe çıkmadığının sebebini beyan etmiştir. Bu sebep bize farz olacağından endişe buyurmasıdır. Bunun ifade ettiği mânâ şudur ki, terk etmeksizin devam vücup İfade eder. «el-Bahr» nam eserde şöyle deniliyor: «Hidaye'-nin ifadesi buna muhaliftir.Çünkü Hidâye sahibi mazmaza ve istinşakın sünnet olduğuna istidlâl ederken. Peygamber (s.a.v.) bunları devam üzere yapmıştır, demiştir».

Acizlerinin anladığım şudur ki: Sünnet, Peygamber (s.a.v.) in devam buyurduğu fiildir. Lâkin bırakmadan devam ettiyse bu o fiilin sünneti müekkede olduğuna, bazen bırakarak devam ettiyse gayri müekkede olduğuna delildir. Devam etmekle beraber o fiili yapmayanları muaheze buyurduysa bu da o fiilin vâcip olduğuna delildir.

«en-Nehir» sahibi diyor ki: «Bu mesele o fiilin Peygamber (s.a.v.) e mahsus olmaması ile kayıdlanmalıdır. Kuşluk namazı gibi vücubu ona mahsus fiillerden olursa yapmayanı muaheze buyurmaması terketmek mesabesinde tutulamaz. Terkin dahi özürsüz olmakla kayıdlanması lâzımdır. Tâ ki özürden dolayı terkedilen bundan hariç kalsın. Çünkü özürden dolayı farz bir namazı terketmek terk sayılmaz».

Şumunni'nin tarifine yapılan itirazın hâsılı şudur: Senin tarifin efradını cami' ağyarını mâni' değildir. Çünkü eşyada asıl tevakkuf olunca ki, bunun mânâsı hükmün mubah mı haram mı olduğunu bilemeyerek çekimser kalmak demektir. Mubahın mubah olduğu da ancak Peygamber (s.a.v.) in kavli veya fiili ile bilinir. Binaenaleyh sünnetin tarifine mubah da girer. Meğer ki tarife mubah daolmayan kaydı ziyade edile.

Tahtavî: «Eşyada asıl, hazır yani haram olmaktır, denildiği takdirde dahi mubahla itiraz variddir» demiştir.

Ben derim ki: Kemâl İbn Hümâm'ın «et-Tahrir» de beyanına göre Hanefilerin cumhuru ile Şafiîlere göre muhtar olan eşyada asıl ibahadır. Bu hususta Tilmizi Allâme Kasım da ona tâbî olmuş, Hidâye dahi onun yolundan gitmiştir. «Tahrir»in şerhinde şöyle deniliyor: «Bu kavil Basra Mutezîleleri ile Şafiîlerden birçoklarının ve ekseri Hanefîlerin, bâhusus Iraklıların mezhebidir». Derler ki; İmam Muhammed: lâşe yemek veya şarap içmek için ölümle tehdit edilen ve bunları yapmıyarak öldürülen bir kimse hakkında korkarım günahkâr olur. diyerek buna işarette bulunmuştur. Çünkü lâşe yemek, şarap içmek ancak nehy edildikleri için haram olmuşlardır. Binaenaleyh eşyada asıl mubahlıktır. Haram olmak» yasak edilmek suretiyle ârızidir. Bu izahattan anlaşılır ki; tarifin küffârın istilâsı babındaki ibâha Mûtezile'nin rey'idir, ifadesi söz götürür. Kitabımızın tarifi eşyada asıl ibâhadır, kaidesi üzerine yapılmıştır.

Ben derim ki: Bu cevap Şarî' Hazretlerinin sükut ettiği hususla faydalıdır. Ve eşya aslî ibâhaları üzere kalır. Fakat mubahtır diye beyan buyurduğu yahut işlediği hususta faydası yoktur. «Tahrir» de mubah kelimesinin hem mutlak olarak aslî ibaha hakkında hem de şer'î ibâhanın teallûk ettiği şeyler hakkında kullanıldığı bildirilmiştir.

En iyisi şöyle cevap vermektir: Tarifdeki sabit olan kaydından murad; istenildiğinin sübût bulmasıdır. Yoksa meşru olduğunun sübutu değildir. Mubah bir fiil matlup değildir. O yapılıp yapılmamakta muhayyer bırakılmıştır.

M E T İ N

Abdestin sünnetlerinden birincisi, niyetle başlamaktır. Maksat taharetsiz sahih olmayan abdest almak, hadesi gidermek, yahut emre imtisal etmek gibi bir ibadete niyet etmektir. Ulemanın beyânına göre niyetsiz abdest, ibadet değildir. Niyeti terkeden kimse biraz günahkâr olur.

Emredilen abdestte, keza eşek artığı ve hurma şırası ile alınan abdeste niyet farzdır. Nitekim teyemmümde de niyet farzdır. Niyetin vakti, Vüzün yıkandığı zamandır.

«el-Eşbah»da: Niyet elleri bileklere kadar yıkarken yapılmalıdır. Tâ ki abdest alan kimse sünnetlerin sevabına nail olsun» deniliyor.

Ben derim ki: Lâkin Kuhistânî'de niyetin yeri diğer sünnetlerden önce yapılmasıdır, denilmiştir.

«et-Tuhfe»de de öyledir. Binaenaleyh bize göre niyetin yeri Şafii'ye göre niyetin farz olduğu yer değildir. Ona göre niyetin farz olduğu yer, yüzü yıkamazdan az öncedir.

Niyet hakkında meşhur yedi sual vardır. Bunları Irakî manzum olarak ifade etmiş ve şöyle demiştir: «İdrak sahiplerine niyet hakkında yedi sual vardır. Sen bunları her âlime hikâye et!

Niyetin hakikati, hükmü, mahalli, zamanı, şartı, keyfiyeti ve niyetten maksad nedir?»

İ Z A H

Niyet; bir şeyi yapmaya, kalbin azim ve irâde etmesidir. Istılahen; Allah Teâlâ'nın vacib kıldığı fiili hakkında ona tâat ve yakınlık kasdetmektir. Bunda yasaklar da dahildir. Çünkü yasakla teklif edilenmemurunbih olan abdest, maksut değildir. Maksut olan taharettir. Bu da memurunbihle olsun, başkasıyla olsun hâsıl olmaktadır. Çünkü su, tabiatı icabı temizleyicidir.

Şarihin «Emredilen abdeste niyet farz değildir» sözü hatadır. Doğrusu abdest, ibadet olmak için niyet şarttır. o namazın anahtarı değildir şeklinde olacaktır. Çünkü abdestte niyeti terk eden kimse bir farzı terk eden gibi muaheze ve muakabe olunmaz.

Lâzımın bulunmaması melzumun da bulunmamasını gerektirir. Şart ancak bir ibadetin sıhhat şartlarından olduğu zaman farz olur. Bu öyle değildir. Niyet yalnız abdestin ibadet olması için şarttır. Bu sözümüzü şu da teyid eder ki; abdest âyetinde niyetin şart olduğuna delalet yoktur. Nitekim Allâme İbn Kemâl bunu «Hidâye» şerhinde tahkik etmiştir.

«el-Bahr» nâm eserde şöyle deniliyor: Abdestin namaza anahtar olması hususunda niyet şart değildir. Niyet; esah kavle göre ancak abdestin sevaba sebep olması hususunda şarttır. Niyetsiz abdestle de sevap verilir, diyenler vardır. Eşek artığı ile abdest hakkında «Fethü'l-Kadir» de şu beyanat vardır: Ulema, eşek artığı ile abdest alırken niyet Iâzım gelip gelmeyeceğinde ihtilaf etmişlerdir. İhtiyat olan niyet etmektir. Zâhirine göre bu sözden murad, ihtiyat niyetin lüzumuna kâil olmaktır, demektir.

Hurma şırası ile abdestin câiz olması kâil olmaktır. demektir. Bu abdest teyemmüm gibidir. Çünkü suyun bedelidir. Onun için su varken onunla abdest almak câiz değildir. Su bulunursa onunla alınan abdest bozulur. Bunu Kudûri ulemamızdan naklen beyan etmiştir. Herhalde eşek artığındaki illet de böyledir. Çünkü onunla da su bulunmadığı vakit teyemmümle birlikte abdest alınır. Nitekim yerinde görülecektir.

Niyetin lügat ve ıstılah manalarını yukarıda arz etmiştik.

Hükmü: Abdest ve gusülde sünnet olmasıdır. Namaz ve zekat gibi bizzat maksud olan ibadetlerle teyemmümde. hurma şırası ve eşek artığı ile alınan abdestte, keffaretlerde ve abdestin ibadet olmasında niyet şarttır.

Niyetin yeri; kalpdir. Kalpten niyet etmeden yalnız dil ile niyeti söylemek kâfi değildir. Meğer ki kalbini toparlayıp onunla niyet etmeye kadir olamasın, yahut niyette şüphe etsin. Bu takdirde dil ile niyet kafidir. Acaba niyeti söylemek müstehap mıdır, sünnet midir yoksa mekruh mudur? Bu hususta birçok kaviller vardır.

«Hidâye» sahibi azîmetini toparlayamayan bir kimse için niyeti dil ile söylemenin müstehap olduğunu tercih etmiştir.

«Fethül-Kadîr»de Peygamber (s.a.v.)'den ve ashâbından niyeti dil ile söyledikleri, sahih veya zayıf hiçbir hadisde nakledilmemiştir, deniliyor.

İbn Emîr Hâcc buna: «Dört mezhep imamından da nakledilmemiştir» cümlesini ziyade ediyor Sözün tamamı «el-Eşbah»ın niyet bahsindedir.

Niyetin zamanı; İbadetlerin evvelidir. Velev hükmen olsun. Meselâ, bir kimse evinde namaza niyet eder de mescide giderek o niyetle namaza başlar, araya namaza mâni bir fasıla da girmezse hükmen namazın başında niyet etmiş sayılır.

Zekâtın farz miktarını malından ayırırken, oruca akşamdan, hacca ihrama giderken niyet etmek de bu kabildendir. İzâhı «el-Eşbah»dadır.

Niyetin şartı; İslâm, temyiz, niyet ettiği şeyi bilmek ve kasdettiği fiille niyet arasında niyete aykırı bir şey yapmamaktır. Bunun İzahı da «el-Eşbah» tadır.

Kasıttan murad: niyetle kastedilen işlerdir. Ulema niyetten maksad ibadetleri âdetlerden ve bazı ibadetleri birbirlerinden ayırmaktır, demişlerdir. Meselâ orucu bozan şeylerden sakınmak bazen perhizden yahut ihtiyacı olmadığından ileri gelebilir. Âdet olmayan yahut başkasıyla karışmayan Allah'a iman, mârifet, Allah korkusu, ümit, Kur'an okumak, zikir etmek ve ezan gibi şeylerde niyet şart değildir.

Keyfiyet; şekil ve heyettir ki bununla bir şeyin halini sorana cevap verilir. Meselâ burada niyetin nasıl yapılacağını soran bir kimseye abdest, gusül ve teyemmümde taharetsiz câiz olmayan bir şeyin mubah olmasını yahut hadesi gidermeyi niyet edersin diye cevap verilir. Benim hatırıma gelen budur. Sonra benzerini «el-İmdat» adlı eserde gördüm.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder