30 Mayıs 2017 Salı
SELEF-İ SÂLİHÎNİN SÜNNETİN KORUNMASINDAKİ GAYRETİ
Sünnet düşmanları tarafından, müslümanların zihinlerini karıştırmak için ortaya atılmış kuru bir iddiâ vardır: “Peygamber Efendimiz söylemişse, doğrudur. Ama bu sözlerin Peygamber Efendimiz’e (s.a.v.) âit olduğunu nereden bilelim?”
Bu suâle doğru cevâp verebilmek, selef-i sâlîhinin, sünneti mu- hâfazası için yaptığı çalışmayı ve dolayısıyla bundan bahseden usûl-i hadîs ilmini iyi bilmeye bağlıdır.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’le berâber vahye şâhit olmuş ve “Size iki şey bıraktım. Onlara uyduğunuz müddetçe dalâlete düşmezsiniz, onlar: Kitâbullâh (Kur’ân-ı Kerîm) ve benim sünne- timdir.” sözünü düstur edinmiş olan sahâbe-i kirâmın, sünnetin muhâ- faza için nasıl hareket ettiklerini, hep berâber, tarih sayfalarını çevirerek görmeye çalışalım.
Hulefâ-i Râşid devrinde Kur’ân-ı Kerîm henüz cem’ olunmadan evvel. Âyet-i celîleler ile hadîs-i şeriflerin, bilmeyenler tarafından karıştırılma ihtimali sebebiyle Hulefa-i Raşîdin ve bilhassa Hz. Ömer (r.a.) Peygamber Efendimiz’den (s.a.v.) işitildiği kat’i olarak bilinenler hariç, hadîs-i şeriflerin, rastgele çoğaltılmasına şiddetle karşı çıkıyorlardı. Hâl böyle olunca, sahâbe-i kiram çok şey duydukları hâlde, çok az rivâyet ediyordu. Aşere-i Mübeşşere’den olan Saîd bin Zeyd (r.a.) gibi, Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’den hiçbir hadîs-i şerîf rivâyet etmeyen sahabîler de mevcuttu.
Hatta, sahâbe-i kirâm Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’den hadîs rivayet etmeyi, tehlike yönünden yıldırım çarpmasının insana vereceği zarara benzetiyor, “Benim üzerime kasden yalan isnâd eden, cehennemdeki yerini hazırlasın” tehdidinin ağırlığıyla, Peygamber Efendimiz (s.â.v.)’in sözlerini söylerken "Rasûlullâh (s.a.v.) şöyle buyurdu" demekten son derece kaçınıyorlardı.
Amr bin Meymun (r.a.) rivâyet etti: "İbn-i Mes’ûd (r.a.) Peygamber Efendimizin (s.a.v.) sözlerine son derece hürmet eder, bir hata yaparım diye hiçbir zaman "Rasûlullâh (s.a.v.) şöyle buyurdu" demezdi. Günlerden birgün, kendisini ziyârete gitmiştim. Sözünün bir yerinde bu ifâdeyi kullandığını fark ettim. Ne zaman ki (Kâle Rasûlullâh-Rasûlullâh (s.a.v.) buyurdu) dedi, yaptığı rivâyetin ağırlığından başını aşağıya doğru eğdi. Damarları şişti, gözleri yerinden fırlayacak gibi oldu.
Elbisesinin düğmelerini kopartacak kadar aklı başından gitmiş bir vaziyette ayakta dona kaldı." İşte sahâbe-i kirâmın hassâsiyeti...
Bir de çokça hadîs-i şerîf rivâyet etmiş olan ashâbın dikkatlerini inceleyelim. Acabâ onlar, her duyduğunu rivâyet ettikleri için mi çok hadîs rivâyet etmiş olarak bilinmektedir. Bu zatlardan üçüncü sırada bulunan tnes bin Mâlik (r.a.)’ın sözlerine kulak verelim: “Eğer hata yapmaktan korkmasaydım, size Rasûlullâh (s.a.v.)’den duyduğum daha birçok hadîs-i şerîfi rivâyet ederdim.”
En çok hadîs-i şerîf rivâyet etmiş olan Ebû Hüreyre’nin (r.a.) ölçüsü de şu mübârek hadîs-ı şerifti: “Kişiye yalan olarak, her duyduğunu söylemesi yeter.”
mışf uydurma hadîslerin önüne geçmek içiıAüyük gayret sarf edik mişti. Bu hususta Hz. Osman (r.a.j'ın halifeliği sırasında minbere çıkarak, halkına yaptığı hitâbet, numûne teşkil eder: “Ey insanları Hz. Ebû Bekir (r.a.) ve Hz. Ömer (r.a.) zamanında benim duymadığım bir hadîs-i şerîfi rivâyet etmeyi hiç kimseye helal görmem.”
Hulefâ-i Râşîdin devrinden sonra, iyice genişleyen İslâm toprakları ve Islâm’a giren farklı kültürde yetişmiş insanlar, Kitâbullah’tan sonra birinci mertebede bulunan sünnet-i seniyyenîn tedvinini zarûrî hâle getirmişti.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder