Drop Down MenusCSS Drop Down MenuPure CSS Dropdown Menu -->

22 Ocak 2017 Pazar

EGO (BEN)

  
Egomuzu oluşturan benimizin şekillenmesi anne karnında Zigot henüz 39. günündeyken başlamaktadır. Beyinde hakkında pek fazla bir şey bilinmeyen ve derin yapılardan oluşan insular bölgesine zigotun gelişmekte olan tüm vücut organlarından ve göbek kordonundan annenin duygu durum ve fiziksel değişiklikler ile ilgili kimyasal ve hormonal bilgi akışı girer mütemadiyen. Zigotun kendi organlarından ve anneden sağanak şeklinde gelen bu kimyasal bilgi akışını sonucunda bir databank (bir nevi Ego hafızası)oluşur. Zigot büyüdükçe meydana gelen fetüsün burada tabanında biriken bilgiye göre artık beyin yavaş yavaş kendine gelen uyarılara ne tür bir cevap vereceğini otomatik olarak öğrenmeye başlar.
  
  Doğum sonrasında bebek büyüdükçe nasıl beslenecek, acıktığında etrafıyla nasıl haberleşir , doğunca ne yapacağını .sevgi dokunuşlarına ve sözlerine nasıl tepki vereceğini otomatik olarak bilir. Ve büyüdükçe databank yakın aile çevresi ve akrabalarından modelleri davranış tepki kalıplarını almaya devam eder. TV- bilgisayar kanalı ile öğrendikleri, yaşadığı olaylar okul ve sosyal çevresi ,öğretmen ve arkadaşlarından modelledikleride eklendikçe artık iyice şekillenir ve beyin sadece bu topladığı bilgilere göre otomatik davranış düşünce-eylem kalıpları oluşturur. Ve tabii ki yalnızca bunları tek doğru olarak kabul eder.

  Işte atomun parçalanmasından daha zor olan bu yapı önyargılarımızın anlaşılmasını hücresel düzeyde izah eder. Kaskatı esnemeyen bakış açısının bu şekillenmiş databank bilgisinin (Ego hafızası) değiştirmesi nörokimyasal gerçekten dolayı o kadar kolay değildir


  Önyargılarımızın günlük hayatta bizi nasıl da zora soktuğunu hep pişman olacak davranış düşünce ve eylem kalıplarına farkında olmadan otomatik olarak sürüklediğini hepimiz biliyoruz. Ancak çok azımız bunun acı sonuçlarını  sorgulayıp değişmeye karar veririz. Bu değişimin zorluğu hücresel düzeyde ki daha çok erken başlayan kimyasal kayıtlarımızdan kaynaklanmaktadır yukarıda bahsedildiği üzere.


  Işte  nefisle mücadele etmeye karar verildiği andan itibaren zorluklar başlar. Öncelikle ben/ Ego bu değişimi zaten çoğumuzda reddettiği için aşırı düzeyde rahatsız olur. Kendini tehdit altında hisseder ve akıl dan olumsuz destek alır. Yani kendine değişmenin zararları hakkında sürekli telkinaltta bulunur. Ve kişiyi tuzağına düşürür
  
Oysa değişime karar verenler de ise yine aynı reddediş yine vardır ama aklın muhakemesi ve ikna gücüyle EGO- Ben -nefs ikna edilir. Yanlış davranış düşünce eylemin acı sonuçları ve benzeri gerekçelerin ciddiyeti neyse uzun uzun anlatılır ve kesin doğru karar aklın irademizin baskın gelmesiyle değişime başlanmış olunur.

 Muhakeme sırasında EGO ve aklın savaşı sırasında akıldan kastedilen aslında her iki durumda da akleden kalp dir. Bu Latif Cevher beyinde alın lobunu kullanarak biriktirdiği doğru bilgi ve hikmetle egoyu kolayca ikna eder. Eğer ikna edemez onun otomat hükümranlığına girerse yeniden nefisle mücadeleye başlayamaz ve koza içinde tırtıl olarak yaşamaya mahkum eder kendini bir ömür boyu.


 Konunun   zihinlerde pekişmesi için güzel bir örnek vererek açıklamaya çalışalım .  Mesela belli bir kültürde belli damak lezzetleri ile yetişmiş bir insan farklı bir damak zevki olan bir toplumda yaşamaya başladığında veya hastalıkları sebebiyle kendi damak zevklerini terk etmesi gerektiğinden nörobiyolojimizde neler olur biter?

  Öncelikle EGO otomat davranışı gereği hemen reddeder yeni yemek alışkanlıklarını yeni diyet menülerini... Değişime ayak diremek için akleden kalbi alın lobundan gerek bir çok güçlü sebepleri alır ve kendi bildiğini yapmaya devam eder. Ancak diyelim ki bu kişiye hipertansiyon şeker veya kalp hastalığından herhangi birinin teşhisi konulmuş olsun. Bu kişi uymadığı yemek rejiminden dolayı yükselen kolesterol ve benzeri vesilelerle bir felç geçirdiğimde zihinsel anlamda ciddi bir darbe alır. Şayet yeni gelen hastalık onun akli melekelerini bozmayacak kadar hafif ve kendini sorgulayacak kadar beynine sağlam bırakırsa kişi yaptığı yanlışı hemen fark eder ve binbir pişmanlıkla nefsini kötülemeye başlar.  Tabii iş işten geçmiştir lakin bundan sonra yapması gerekenleri öğrenmiştir artık. Alın lobunda yaşadığı bu acı deneyimin sonuçları yerini alır ve artık işi doğru beslenme rejimine geçebilmek için daha sonraki yaşamında hepsini çok daha kolayca ikna eder. Hele rahatsızlık düzelir ve eski halini kavuşursa artık demeyin keyfine. İmanındaki artış ihlas'ına yansır ve Rabbine karşı olan Şükran hisleri giderek artar. EGO biraz daha otomat gücünü yitirir.

 Tabi kişinin artık eski yeme alışkanlık ve damak zevklerini bıraktığını farz ettiğimizde yani egoya muhalif yaşadığımızda nörobiyolojik yapımızda mutluluk hormonları artıyor ve stres hormonları azalıyor (tersi de doğrudur yani egoya bağlı yaşam stres hormonlarını yükseltir ). Ve dahi bu akleden kalbimize çok daha güçlü hale getiriyor. Yani alın lobumuzun nefsi ikna edebilecek gücü ikna kabiliyeti artıyor. İşte bu yüzden hastalık rahmettir gerçeği hücresel düzeyde tahakkuk eder. Hz Peygamberin sav. "müminin şu haline şaşarım ki o her halükarda kardadır " anlamına gelen müjdesini hatırlatıyor bizlere. "Mümin Bela ve musibete sabreder mükafatını sonunda alır güzellikler- nimetler karşısında şükreder ve nimetleri almaya devam eder" gerçeği ifade etmiş bulunuyorlar

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder