19 Ocak 2017 Perşembe
ANADOLUDA TIP
5. Yüzyıldan sonra Roma İmparatorluğu'nun siyasi yapısı değişmiş İmparator Konstantin adını verdiği Konstantinopolis'in başkent olduğu Doğu Roma antik ve Roma tıbbının tüm mirasını devralmıştır. Onuncu yüzyılda ise doğuda antik Tıbbın kendi görüşleri ve buluşları batıya kadar ulaştıran bilim adamları vardı. M.S.980 yılında Buhara'da Doğan ve bir bilim adamı ve filozof olan batılıların Avicenna olarak tanıdığı bu kişi İbni Sina ydı. İbni Sina Aristoteles felsefe geleneğinin en yetkin temsilcisidir. En ünlü iki yapıtı kapsamlı bir felsefe ve bilim ansiklopedisi olan "Kitabü'ş Şifa" ile Tıp tarihinin en önemli kitapları arasında yer alan " el-Kanun Fit Tıp" dır. Başta fransisken okulları olmak üzere ortaçağı Skolastik düşüncenin temellerinden birini oluşturdu. Yaşadığı dönemde İbni Sina Hipokrat ve Galen'le karşılaştırılabilecek tartışmasız bir saygınlık kazandı
On birinci yüzyılın ikinci çeyreğinde Anadolu Türklere açılmıştır. 1071'de Alparslan zaferiyle sonuçlanan Malazgirt Savaşı ile Türkler bu topraklara adım atmış oldular. Siyasi ve askeri Erk otoriteyi kurar kurmaz hiç zaman kaybetmeden kültür ve sağlık konusunda çalışmaya başladılar. Böylece Anadolu'da antik tıbbı esas alan hekimler ve Türk mimarisi ile inşa edilen hastaneler dönemi başladı. Yeni devlet bir yandan ülke durumu ve geleceğini garanti altına almakla uğraşırken bilim adamları da Tıp alanındaki çalışmalarına hız vermişlerdi. Türkler topladıkları Tıp kitaplarını tercüme etmekle kalmıyorlar yabancı ülkelere giderek tıbbi araştırmalarda yapıyorlardı.
Dönemin hekimlerinden Hacıpaşa Mısır'a gidip Tıp öğrenimi görmüştü.Eğitim yaptığı bu hastanelerde kendisini kabul ettirerek başhekimliğe kadar yükselmiştir Arapça ve Farsça kitapların kapsadığı bilgilerde Hipokrat ,Galen gibi Antik dönem hekimlerinin bilgileri dikkatli incelemeler sonrasında Türk Tıp kitaplarına alınıyordu
Erken dönem Türk Tıp kısa bir tercüme devresi geçirdikten sonra çok değerli yapıtlarıyla bağımsızlığını kazandı. Türk tıbbi hiçbir ulusun bilimine mirasçı olmamış aksine temel kuramları Türk geleneklerine uygulamıştır. Bu şekliyle kabul edilen Türk tıbbı bağımsız bir bilim haline gelmiş ve on altıncı yüzyıla değin zamanında geçerli olan en bilimsel esaslara dayanmıştır. Tıbbın temel direği olan Hipokrat ve Galen gibi ünlü hekimleri bilgileri incelenip yararlı görülen bölümler alınmıştır. O dönemin Türk tıbbı çağdaş oldukları yabancı tıp bilimi ile boy ölçüşebilecek bir düzeye gelmişti.
Ilk Osmanlı dönemi tıp kitabı Gerede'li İshak Bin Murat tarafından Edviye-i Müfrede adıyla yazılmıştır. Deva yani ilaç programını içeriyordu.
İshak Bin Muradın bu kitabı Hipokrat ve Galen'e pek aşinadır kitapta bu isimler çok anlatılmıştır. Edviye-i Müfrede nin yazılışı sırasında bu iki ünlü Antik dönem hekiminin bilgilerinden oldukça yararlanıldığı anlaşılır. İshak Bin Murat'tan sonra Hekim olan Ahmet Dai ,Hacıpaşa ve Ahmedi Müntahab-ı Şifa ve Tervihü'l Ervah adlı çok önemli tıbbi eserler yazmışlardır
Hacıpaşa bitkiler ve besin maddeleri üzerine önemli incelemeler yapmıştır. 1413 de hacı Paşa'nın topladığı bilgiler çok önemlidir. Sular, hamamlar, uykular hakkında pek çok yararlı önerilerde bulunur Kent sağlığının korunması hakkında doğru bilgiler vermiştir
Antik tıp bilginleri gibi bu Türk hekimleri dört humor teorisi üzerinde titizlikle durmuşlardır. Dönemin tıbbi düşüncesi dört humor teorisinden yola çıkılarak Ahlat-ı Erbaa esası üzerine kuruluydu. Her Tıp hekimi yazdığı kitabında buna yer verirdi
Bu dört unsur kan, balgam, safra ve Sevda bu üç unsurun dışındaki beden ifrazatından ibarettir
Kan iyi gıdalardan oluşur sıcak ve suludur
Sarı safra tatlı yemeklerden oluşur sıcak ve kurudur
Balgam soğuk ve kurudur balık yoğurt ve ham meyveler yenilirse olur
Sevda soğuk ve kurudur sarımsak gibi kuru gıdaların yenilmesiyle oluşur
Bu dört unsurun normal oluşu sağlığın dengeli olduğu kanıtlardı. Bunlardan birinin fazlalığı ise hastalığın meydana gelmesine neden olurdu
Işte Türk tıbbında da yüzlerce yıl hüküm süren Ahlatı Erbaa teorisi bundan ibarettir. Bu eski inanışın sarsılmaz kuramları her ülke tıbbının esası idi. Ve bu esaslar Türk tıbbının tüm dünyada böyle birlikte uyum sağladığı genel ilkeler de
Türk tıbbi dünyada örnek alınacak birçok hekim yetiştirdi. Ülke yöneticileri de Halk sağlığına verdikleri önemi Yurt genelinde şifahaneler İnşa ederek göstermişlerdir.
Sekizinci Osmanlı padişahı 2 Beyazıt Anadolu'nun muhtelif bölgelerinde yaptırdığı külliyeler gibi Edirne'de de külliye ve şifahane yaptırmıştır. 1488 de Mimar Hayrettin in yaptığı söylenen fakat kayıtlara göre Mimar Yakup Şah tarafından inşa ettiği görülür. Külliye Cami, darüşşifa, medrese, İmaret ,hamam, mutfak ,fırın ve erzak depolarından oluşmaktadır. Darüşşifa aynı zamanda Tıp öğretiminin yapıldığı medresenin batısında yer alır. Yapının en önemli bölümü ışıklı büyük kubbeli ana mekandır. Çevresinde sıralanan küçük kubbeli 6 tane oda ve 5 sofa altıgen plandadır. Burada akıl hastalarının yanı sıra diğer hastalıkların da tedavisi yapılmaktaydı. Darüşşifanın bir Başhekimi ikinci ve üçüncü hekimler, göz hekimi, iki Cerrah ,bir Eczacı ve diğer hizmetlerin oluşturduğu 21 kişi görev yapmaktaydı. Darüşşifanın önündeki avluya Kuzeybatı köşesinden Tıp Medresesi bağlanır. Medrese revaklar la çevrili bir avluyu saran kubbelerle örtülü 19 öğrenci hücresinden ve büyük bir kubbeyle örtülü bir dershaneler oluşur.
İkinci Beyazıt Külliyesi ve Darüşşifası tam teşekküllü yataklı bir hastane olarak düşünülmüştür. Külliye Sultan İkinci Beyazıt tarafından 1484 tarihinde temeli atılmış 1488 tarihinde tamamlanmıştır. Yapı merkezde Cami olmak üzere darüşşifa Yani hastane Tıp Medresesi ,misafirhane, aşevi ve diğer sosyal birimlerden meydana gelmiştir. Inşaatın 4 senede tamamlanması döneminin bir yandan mimari ve bir yandan da teknik gücünü göstermektedir
Bu hastane bir uygulama hastanesidir. Medresede temel bilimleri öğrenen öğrenciler burada hastalar üzerinde uygulama yapmaktadırlar. Hastanenin özelliklerinden birisi daha doğrusu başlıca bir özelliği musikiyle hasta tedavisinin uygulanmasıdır. Bu tedavi yalnız akıl hastaları için değil tüm hastalıklar içinde musikinin yardımcı tedavisi olarak düşünülmüş olmasıdır
Darüşşifa daki Sağdaki Odalar poliklinik odalarıdır. Solda 4 oda hizmet odaları ,çamaşırhane, ilaç yapılan yerler ,eczane bölümü ve mutfak olarak planda yer alır. Evliya Çelebi burada hastaların mizacına yani türüne göre Doktorlar tarafından tertip edilen perhiz yemekleri olduğunu yazıyor ki buda günümüzün diyetisyenlerin çalışma yöntemine benziyor
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder