

Dönemin din adamlarını ve büyük alimleri Kayseriye getirerek , burasını büyük bir kültür merkezi haline çeviren Alâeddin Keykubat , Türkçeden başka Arapça , Farsça , ve Rumcayıda biliyor ve bu dillerle konuşup yazabiliyordu .
Daha sağlığında iken kendisine "Dünya Sultanı " deniliyordu . Ona bu sıfatı siyasette , kültürde . ekonomide ve hukukta çok ileri noktada bulunmasından dolayı vermişlerdir .
Moğol hükümdarlarının İslâm ülkelerine yapacakları akınları ilksezen oluşu ve bu konuda İslâm ülkeleri arasında ilk defa Kayseri'de "Uluslar Arası Güç Birliği Konferansı" 'nı düzenlemesi , onun siyastteki ufkunu göstermesi bakımından önemlidir . Yine Alâeddin Keykubat , dünya tarihinde ilk defa denizlerde ve kendi topraklarında zarar gören tüccarın malını devlet tarafından ödedi . Böylece ilk defa malî sigorta sistemini sağlamış oldu .

Hayatımızda karşılaşma ihtimalimizin yüksek olduğu fitnelerden korunabilmek için çeşitli emir ve tavsiyeler bulunuyor . Bütün bu emir ve tavsiyelerin özünde şunlar yer alır
Bir yerde fitne çıktığında dili tutmalı , bir zarururet veya vazife yoksa konuşmamalıdır . Fitne bölgesinden veya fitneye düşmüş kişilerden uzak durmalıdır . Çünkü fitne veba hastalığına benzer . Olayların iç yüzünü bilmeden de acele karar vememek gerekir . Zira acele şeytanın oyunudur . Sükûnet ve tedbirli olamak ise Allah(c.c.)'ın emridir . Ayrıca iyi ile kötüyü , dost ile düşmanı da ayırmasını bilmelidir .

Müslümanların büyük çoğunluğu dinin asli kaynaklarından hüküm çıkarmaya güç yetiremez . Dinlerini "Bilmiyorsanız zikir ehline sorunuz" meâlindeki Âyet-i Kerîme'nin emrine uyarak âimlerden öğrenirler . Ayrıca "Âlimlere tabi olun Onlar dünya hayatınında kandilleridir" meâlindeki hadis-i şerifede uymuş olurlar . Böylece bir âlimin ictihatlarına tâbi olanlar çoğalınca bir yola yani bir mezhebe bağlılık ortaya çıkar . Bir mezhebe tâbi olmak , tabii ve sahih bir durumdur . Müslümanlar için Allah (c.c.) ve Resûlüne (s.a.v.) tâbi olmanın yolu budur .
Herkesin Dini
Peygamber Efendimiz (s.a.v.)'den önceki peygamberlerin görev zamanı ve mekanı sınırlı idi . Onlar kendi kavimlerine gelmiştir , vefat etmeleriyle vazifeleri bitmiştir. Fakat Allah 8c.c.) katında peygamberlik payeleri devam etmektedir . Bu onların getirdiği dinin devam ettiği anlamına gelmez . Önceki dinler amel ve ibadetle ilgili hükümleri değiştirilmiş veya kaldırılmış ve insanlığın önüne din olarak İslâm konmuştur . Yahudi ve hıristiyanlar başta olmak üzere bütün insanlar da bu dine ve onu getiren peygambere uymaya çağırılmışlardır .


Bu durumda her kim Allah (c.c.)'ın kâmil nizamı ve ebedî dini olan İslâm'dan başka yol ararsa , muhakkak ki doğru yoldan ayrılmış olur , hüsrana uğrar . İslâm dışındaki her yol bâtılve çıkmazdır .

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şöyle dua edlmesini tavsiye ederdi :"Allah(c.c.)'ım Senden iman içinde sağlık , güzel ahlak içinde iman , peşinden rahmet , afiyet , mağfiret ve rıza gelen bir kurtuluş istiyorum" (Hâkim)

Eski Türk evlerinin kapılarında zarif tokmaklar olur , büyüğünü erkekler çalar , küçüğünü kadınlar ve çocuklar . kalın sese adamlar koşar , ince sese hanımlar . Tabii varoş çocuğu isen , bunlardan habersiz büyürsün . Sıvasız çatısız evlerde tokmak ney bulunmaz . Avucunun içi ile kontraplak kapıya vurursun"pat , pat , pat" Bütün mahalle ayağa kalkar . Derken efendim mahalleye ikişer üçer katlı binalar yapılır , dışarı isimlikli ziller takılır . Tekme yok , tokat yok , aşşadan düğmeye basarsın "cızzzt" diye bir ses , otomat demir kapıyı açar . Zile çalıp kaçsan mı ? İyi bişi diil ama denemesen çatlarsın . Parmağını yavaşça dokundurursun . "zırrrn ! Cızzzt 'şrrak ! Hımmm çalışıyo!..."
Asansörün ne olduğunu bilirsin ama görmemişsindir daha. Bizzat , şahsen kendi başına ! Onca yolu yürüyüp şişli , Nişantaşı , harbiye taraflarına gidersin , yüksekçe bir binaya girersin . Asansör merdivenlerin ortasında gidip gelmektedir , sadece demir şebeke vardır etrafında . Basarsın yukarıya . Basarsın aşağıya...Sonra ? Sonra nolsun? Kapıcı yakalar , atar dışarıya . İlk yürüyen merdivenle çarşının birinde tanışmışsındır . Adımını atarsın kayar . Heyecandan titrersin adeta , İkinci gidişinde tavanlara bakar ;"Biz buna her gün biniyoz" havalarına girersin . Köylü sanacaklar yoksa .
Belediye bulvar ortalarına çiçek ekmiştir . Gül , karanfil , papatya , koklarsın . "Hışşt , mışşt" diyen yok . Okşarsın , yine "hıışt , mıışt" diyen yok . Ve koparırsın . Koparmak ne kelime , yolarsın . Köklersin adeta . iyide çiçek neye yarar ? Bakar bakar koklar bırakırsın . Sallarsın sokağa!...
Derken efem , Alamancılar mahalleyi teyple tanıştırırlar . Grundig , Blaupunkt , Philips , Schauplorenz , Saba ...Marka mühim değil , marktan haber ver bana . ne kaa ses , o kaa para ! kaca koca amcalar "radyo teyplerini" yanlarında taşırlar . Haznesine 6 adet battal boy pil tıkar , ulu perdeden çığırtırlar . "Manda yuva yapmış söğüüt dalına..." her komşudan ayrı nağme . Mehter , misket , arabesk , fasıl , curcuna..
Bizim çocuklarımız zile basıp kaçmadı , asansörle oynamadı , çiçekleri yolmadı , komşuları volüm manyağı yapmadı , ıslak betona adlarını yazmadılar . Demek değişim kolay değil , aradan bi nesil geçecek .
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder