HILFÜ'L-FUDUL
Arapların arasında ortaya çıkan harplerde Kureyş ve Mekke çok zarar görmüştü. Yüzlerce aile mahv ve perişan olmuştu. Yağma, çapul Arapların seciyeleri haline gemişti. Kardeş kardeşi boğazlar, mal namına ne bulursa alıp aşırırdı. Bu hal iyi duygulu bazı insanları gayrete getirdi ve iki tarafı uzlaştırıp anlaşmağa sevketti. Peygamberimızin amcası Zübeyr bin Abdülmuttalib, harpten döndükten sonra harpte zarar gören ailelere yardım etmeği teklif etti. Bunun üzerine Haşim, Zühre ve Teym aileleri Abdullah b. Cüd'an'ın evinde toplanarak aralarında bir misak yaptılar, Bu misak hükümlerine,göre bu aileler, mazlumlara yardım edecek, zayıflara muavenette bulunacak, zalimlere karşı gelerek onların Mekke'de yerleşmelerine,müsaade etmeyecekler, el birliği yaparak her nevi zulmü önleyeceklerdi. Bu misaka faziletillerin yemini manasına gelen Hılfül-Fudul denildi, Denizlerin, bir kıl parçasını ıslatacak suları kalmayıncaya, Hıra ve Sevr dağları yerlerinden silinip gidinceye kadar, bu ahidlerınde sadık kalacaklarını söylediler. Hazreti Peygamber (s.a.v) Efendimiz, bu andlaşmanın akdine iştirak edenler arasında idi. Kendisine peygamberlik geldikten sonra bu andlaşmadan bahsederken şöyle demişti: "Bugün de böyle bir sözleşmeye kabule davet olunsam, onu hiç tereddüt etmeden kabul ederim, BEYİT
Edep bir taç imiş nuru Hudadan
Giy o tacı emin ol her beladan
CENNET VATAN
Maliye eski memurlarından Trabzonlu Ragıb Efendi'nin hatıratından: Bir tarihte Fizan niuhasebeciliğinden ayrılarak Trablusgarb'a geliyordum. Yolda sıtmaya tutuldum. Bir gün, çölün ortasında, kızgın kumlar içinde çadır kurdurup bitab bir halde yattım Bir aralık deveci, yanıma gelip yatağımın baş ucuna oturdu. Hatırımı sordu. Dedim ki: Bir taraftan hastalığın ateşi, bir taraftan güneşin, kumların harareti vücudumu cayır cayır yakıyor Çölün bir gökyüzü, bir kumdan ibaret manzarası da canımı pek fena sıkıyor Ah, sen bir kere bizim memleketi görsen! O iki tarafı ağaç, yollar o zümrüt gibi dağlar, ovalar, ormanlar O türlü türlü yemiş ağaçlarıyla, sebzelerle dolu bağlar, bostanlar iki adımda bir buz gibi soğuk, şerbet gibi tatlı akarsular; her taraftan misk gibi çiçek kokular, getiren rüzgar ise adeta insana hayat verir Adam sözüme inanamayıp dedi ki: — Hey efendi! Galiba rüya görüyorsun O senin dediklerin dünyada değil, Cennette olacak şeydir
SULTAN GENÇ OSMAN'IN HEDEFLERİ .
Osmanlı padişahlarının onaltıncısı, 1604 senesi 3 Kasım Çarşamba günü dünyaya gelmiş olduğuna göre, 1618 senesi 26 Şubat Pazartesi günü tahta çıktığı zaman yaşı ancak 13.sene, 3 ay, 24 günden ibarettir. Yanı ondördüne henüz basmış demektir. işte bu ikinci Osman'ın yapmak istediği büyük inkılaplara karşı ayaklanan Yeniçeriler tarafından hali de 1622 senesi 19 Mayıs Perşembe gününe tesadüf ettiği için, saltanat müddeti de tam 4 sene, 2 ay, 21 gün tutmaktadır. Hal'inin ertesi gün Yedikule Zindanı'nda şehit edildiği zaman ömrünün mecmuu 17 sene, 6 ay, 18 günden ibarettir. Genç Osman çok erken inkişaf etmiş büyük zekası, kuvvetli tahsil ve terbiyesi ve bilhassa artık çökmeye başlayan devletin temelinden ıslahına ait fikirlerini takip ve tatbik etmekte gösterdiği sarsılmaz iradesi ile son derece kuvvetli seciyesi bakımından büyük Osmanlı padişahları içinde yer alabilecek bir şahsiyettir. istanbul'a sıra ile gelmiş üç Fransız Elçisinin birbirini tamamlayan ruznâmeleriyle diğer bir vesikalara istinaden 18. asrın başlarında "Histoire d'Osman" ismiyle iki ciltlik bir "Genç-Osman Tarihi" yazmış olan (Madame de Gomez) in izahına göre ikinci Sultan Osman ana dilinden başka Arapça, Farsca, Latince, Yunanca, ve italyanca gibi doğu ve batı dillerini klasiklerden tercümeler yapabilecek kadar güzel öğrenmiş ve bilhasa çok kuvvetli bir edebiyat, tarih, coğrafya ve matematik tahsili görmüştür. Eski Osmanlı şehzadelerinin şimdiki Avrupa prensleri gibi bir tahsil gördükleri ve bilhassa Genç Osman'ın çok büyük kabiliyetlerle aratılmış bir şahsiyet olduğu muhakkaktır, Bir çok Osmanlı padişahı gibi ikinci Osman'ın edebi şahsiyeti de ihmal edilemeyecek kadar mühimdir Millet kütüphanesindeki Emir kolleksiyonunda yazma bir nüshası bulunan divanında Fars-Farisi mahlasını kullanan bu şairin, yaşından umulmayacak zarif şiirlerine tesadüf edilir. Hatta bunların bazılarında hem idealinin büyüklüğünü, hem oynamak istediği rolün azametini bizzat anlatır. Niyyetim hizmet idi Saltanat u Devletime Çalışır hasid u bedbaht acep nekbetime
NEZiR ADAK
Lugat itibariyle nezir; korkmak ve korkutmak mânasına gelir. Istılahta ise; söz vermek, adamak, mübâh olan bir fiilin yapılmasını taahhüt etmek, vacip olmayanı vacip kılmaktır. Nezir, Allah rızas için olmalıdır. Nezrin makbul olmasi için, nezredilen şeyin dinen makbul ve namaz, oruç, sadaka, kurban gibi ibadet; nevilerinden olması gerekir. "Şu işim olursa, şu kadar namaz kılacağım veya şu kadar kurban keseceğim.", demesi gibi. En kıymetli nezir, herhangi bir şarta bağlanmadan yapılandır. Mesela, hastalıktan kurtulanın: "Allah için bir kurban keseceğim.", demesi gibi.: "Bu dileğim gerçekleşirse şu akrabama, bir daha gitmeyeceğim!" gibi, günah; `...ömür boyu oruç tutacağım!" gibi, güç yetirilemeyecek bir şeyi Va'detmekte ise mes'uliyet vardır. "Ey o imân edenler! Niçin yapmayacağınız şeyi söylersiniz." mealindeki (Sure-ı Saf 2) ayet-i celilesinin tefsirinde şu izah mevcuttur: "Yapamayacağınız bir şeyi adamayın. Madem ki adadınız, o hâlde sözünüzde durun, adaklarınızı yerine getirin," (Elmalılı 7/4926) Ancak günah olan bir fiil adandığı takdirde yerine getirilmez. NEZRİN KISIMLARI
1- Nezri Muallak: (Şarta bağlanarak yapılan adaklar) Meselâ "Hastam iyi olursa, Allah için, bir kurban keseceğim",demek gibi,
2- Nezri Mutlak: (Şarta bağlı olmadan yapılan adaklar) Meselâ: "Allah için, bir kurban keseceğim.", demek gibi.
Şarta bağlı nezirler, şart tahakkuk etmeden önce vacip olmaz. Eğer şarttan önce yerine getirilirse, şartın tahakkukundan sonra, tekrar ifası (Hanefi mezhebinde) lazım gelir. Mutlak nezir ise, nezrin tahakkukundan sonra herhangi bir vakitte edâ edilebilir.
OSMANLI TOPÇULUĞU
Kanuni Sultan Süleyman devrinde yıllarca istanbul'da kalan ve yazmış olduğu eserini hükümdari 2. Filib'e takdim eden ispanyol yazar Cristobol de Villalon dönemin Osmanlı, topçuluğu hakkında şunları yazıyor: "Dünyada hiçbir devletin, Türk topçusu ile mukayese edilebilecek topçusu yoktur. istanbul'da eski model olduğu için kullanılmayıp süs diye surlara konan topları inceledim. Bunlar İspanya ordusundaki toplardan çok daha kaliteli idi. Tophane sırtlarında çaptan düşmüş diye yığılan 400 kadar topu hayretle seyrettim. Bunları alıp topçu kuvveti oluşturmak ıstemeyecek hiçbir Avrupa devleti bilmiyorum."SİHİR YAPMANIN HÜKMÜ
İmâm-ı Maturidi hazretleri, sihrin bütün çeşitlerinin küfür olmadığını, ölçünün; inanılması gereken şeylerden bir şey inkar ediliyorsa, küfürdür; inkar edilmiyorsa, küfür değildir, kaidesi olduğunu belirterek, bir kişinin helaki, hastalanması, karı-kocayı ayırma gibi sihirlerin, büyük günahlardan olduğunu söylemişlerdir. İmam-ı Nevevi hazretleri: "Küfrü icâbeden bir söz veya fiil olmadığı müddetçe, sihir yapmak haramdır, Kebâirden olduğu husûsunda icma vardır. Rasûlüllah sihir yapmayı yedi büyük günahtan biri saymıştır.", buyururlar. (Kütübü Sitte: 7/179-198) İmam Rabbâni hazretleri de bu hususu şöyle izah ederler: "Sihir kat'i olarak haramdır ve küfre götüren kuvvetli bir adımdır. Hiçbir büyük günah yoktur ki sihirden daha ziyade küfre yaklaştırsın. Bundan çok kaçınmak lazımdır..." Ancak hemen belirtelim ki elçabukluğu, alet ve edevatı kullanmak ile yapılan şeylere sihir denilmesi mecazidir. Sihrin bahsettiğimiz hükmüne bu dahil değildir. KÜÇÜK GEYLANİ VE EŞKİYALAR
Seyyid Abdülkadir Geylâni Hazretleri, islam alimlerinin ve Onun büyüklerindendir. Annesi ve babası tarafından Peygamberimizin soyundandır. Küçükken annesinden izin alıp ilim tahsili için Bağdat'a giderken eşkiyalar kafileyi basıp soydular. içlerinden biri gelip Geylâniye sordu: — Senin bir şeyin var mı? — Evet, 40 altınım var. Koltuğumun altına dikili. Eşkiya bakıp gitti. ikincisi de gelip aynı şekilde sorup aynı cevabı aldı. Bunlar reislerine gidip durumu anlattılar. O da çağırıp sorunca aynı cevabı aldı. Gömleğini söküp altınları görünce sordu: — Neden altınların yerini söyledin? Çünkü anneme hiç yalan söylemeyeceğime dair söz verdim. O söze ihanet edemem. Eşkiyaları
n reisi ağlamaya başlayıp: "Bu kadar senedir Rabbime verdiğim söze ihanet ediyorum" diyerek tövbe etti. 60 kadar arkadaşı da reislerine: "Yol kesmede reisimizdin, tövbede de bizim reisimiz ol" diyerek onlar da tövbe ettiler. Aldıkları diğer malları hep geri verdiler.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder