Drop Down MenusCSS Drop Down MenuPure CSS Dropdown Menu -->

11 Eylül 2024 Çarşamba

UTBE BİN GULAM K.S.

EBU HÂZIM MEKKÎ K.S.

HABİB EL ACEMİ K.S.

MUHAMMED BİN VASİ K.S.

MALİK BİN DİNAR K.S.

HASAN-I BASRÎ K.S.

CAFER-İ SÂDIK R.A.

VEYSEL KARÂNÎ k.s.

 #veyselkarani,#tezkiretü'levliya,#dinihikayeler,#dinivideolar,#evliyahikayeleri,#evliyalar,#evliyaansiklopedisi,#bilgeyolu,#tasavvuf,




VEYSEL KARANİ R.A.

(Allah’ın Rahmeti Üzerine Olsun)



VEYSEL KARANİ R.A.- Rahmanın nefesini Yemen cihetinde buluyorum

Tabiînin kıblesi, kırk erenlerin rehberi, gizli güneş, Rahman'm nefesi ve Yemen’in parlak yıldızı Veysel Karan! (r.a.) (1)

Peygamber (s.a.v.) «Veysel Karanİ Sahabeye güzel bir şekilde ta­bi olanların (bk. Tevbe, 9/100) en hayırlısıdır» buyurmuştur. Bir kim­se ki, onu bizzat Rahmeten lilalemin vasf ve metheder, onu övmek benim dilim için nasıl doğru olur?

Kâinatın Efendisi, zaman zaman yüzünü Yemen tarafına çevirir ve: «Rahmanın nefesini Yemen cihetinde buluyorum» derdi. Peygam­berler Efendisi demiştir ki:

— Yarm kıyamet olunca Hakk Taalâ Veysel şeklinde yetmiştin melek yaratır. Ta ki Veysel bunların araşma karışarak Arasat meydanma gelsin ve cennete gitsin. Bu suretle Allah’ın diledikleri müs­tesna, bunlar arasında hangisinin Veysel olduğunu hiçbir mahluk bil­mesin. Zira O, dünya yurdunda bilinmez ve tanınmaz bir kubbenin altmda Hakka ibadet edip kendini halktan uzak tuttuğundan ahirette de ağyarın gözünden mahfuz kalması lâzım gelmişti. Çünkü Kudsî bir hadiste: «Evliyalarım kubbelerimin altındadır, onları benden başkası tanımaz» buyurulmuştur.





VEYSEL KARANİ R.A. - Beni Gören Ne Kaybeder

Garîb haberlerde zikredilmiştir ki, Peygamberler efendisi (s.a.v.) birilerini arıyormuş gibi bir hal içinde cennetteki köşkünden dışarı çıkar.

— Kimi arıyorsun, diye hitâb gelir.

— Veysel’i, diye cevap verir. Tekrar nidâ gelir:

— Boşuna zahmet çekme, onu dünyada göremediğin gibi bura­da da görenıiyeceksinl

— İlâhi, o nerededir?

— Mak’ad-ı sıdk’ta, (Muktedir bir Melikin huzurundaki şada kat koltuğunda, bk. Kamer, 54/55) diye ferman geldi.

— O beni görüyor mu? Ferman ulaştı:

— Beni gören bir kimse seni niçin görsün. (Bensiz seni gören ne kazanır, sensiz beni gören ne kaybeder?)






VEYSEL KARANİ R.A. -  Aya­ğı Onun Ayağı Üzerine Koyunuz


Yine Hâce-i Enbiyâ (s.a.v.) buyurmuştur ki, «Ümmetimin içinde öyle bir er vardır ki, kıyamet günü, Rabia ve Mudarr kabilelerinin koyunlarındaki kıl sayısı kadar kimseye şefaat edecektir.» Söylendi­ğine göre hiç bir Arab kabilesi, bahiskonusu iki kabilenin sahih ol­duğu kadar koyun sürülerine mâlik değildi.

Sahabeler:

— Bu zat kimdir? diye sorduklarında buyurdu ki:

— Allah'ın kullarından bir kul.

— Biz de Allah'ın kullarıyız, onun ismi ne?

— Veysel!

— Nerede oturur?

— Karen’de.

— Seni görmüş müdür?

— Zahir gözüyle hayır.

— Acaib! Hem sana bu kadar aşık olsun, hem de koşup huzu­runa ve hizmetine gelmesin.

— Bunun iki sebebi var: Biri galebe-i hali, İkincisi şeriatına olan tazimi. Zira iman sahibi âmâ bir annesi var-, eli, ayağı tutmu­yor, Veysel gündüzleri çobanlık yapıyor, aldığı ücreti kendisinin ve annesinin masraflarına harcıyor.

— Biz onu görebilecek miyiz? Hz. Peygamber, Sıddîk’a:

— Sen onu göremeyeceksin, dedikten sonra ilave etti: «Ama Fâruk ile Murtazâ görecekler. O kıllı bir adamdır, sol yarımda ve sağ elinin ayasında bir dirhem miktarında bir beyazlık var, ama ba- ras hastalığı değil bu. Onunla görüştüğünüz zaman selâmımı kendi­sine ulaştırın ve ümmetime dua etmesini söyleyin.»

Yine Peygamberler Efendisi buyurur : «Allah'ın en fazla sevdiği velirler muttaki ve gizli olanlardır.» (sadaka Resulullah)

Bazıları: Böyle birini aramızda bulamıyoruz, dediklerinde Efen­dimiz (a.s.):

— O Yemen ellerinde bir çobandır, kendisine Veysel derler, aya­ğı onun ayağı üzerine koyunuz, izini takib ediniz.



VEYSEL KARANİ R.A. -  Muhammed Ümmetini Allah Bağışlamadıkça Hırkayı Giymeyecek­tim


Nakledilir ki Resul'un (s.a.v.) vefatı yaklaşınca;

— Ya Resulellah, hırkanı kime verelim? diye sordular.

— Veysel Karanî’ye, diye buyurdu. Peygamber’in (a.s.v.) vefa- tmdan sonra Ömer ve Ali (r.a.) Kûfe’ye geldiklerinde Fâruk hutbe esnasında yüzünü Necd halkına doğrfu çevirerek:

— Ey Necdliler! Ayağa kalkınız, dedi. Onlar da ayağa kalktı­lar. «Aranızda Karen’den bir kimse var mıdır?» diye sordu. «Evet var» dediler. Ve aralarmdan seçtikleri birkaç kişiyi Ömer’in huzuru­na gönderdiler. Fâruk onlara Veysel’den haber sordu. Ama, onu ta­nımıyoruz, dediler. Bunun üzerine «Şeriat sahibi bana haber vermiş­tir. Ve asla O boş söz söylemez. Gerçekten onu bilmiyor musunuz», dedi. O vakit içlerinden biri:

— O, Emirü’lmü’minin’in soruşturmayacağı kadar hakir bir ki­şidir, ahmak bir serseridir, halktan ayrılarak yalnız yaşamaktadır, dedi. Fâruk:

— Şimdi o nerededir, zira bizim aradığımız odur, dedi. Şöyle dediler:

— Ürene vâdisindedir, akşama kadar deve güdüyor, elde etti­ği ücretle de ekmek alıyor. Mamur yerlere gelmez, kimse ile sohbet etmez, halkın yediğini yemez, gam ve neşe nedir bilmez, halk ağla- yınca da o güler. Sonra Fâruk ile Murtazâ (r.a.) oradan vâdiye git­tiler. Onu namazda buldular, develerini otlatsın, diye Hakk Taalâ bir melek vazifelendirmişti. Veysel, insan geldiğini hissedince namazım kısa kesti. Namazı bitirip selâm verince, Fâruk ayağa kalktı, selâm verdi, o da mukabelede bulundu. Fâruk:

— Adın nedir?

— Abdullah (Allahın kulu) dedi.

— Hepimiz Allah’ın kullarıyız, ben özel ismini soruyorum, dedi

— Veysel! dedi.

— Sağ elini göster, dedi. O da gösterdi. Peygamber’in (s.a.v.) bahsettiği nişanı gördü, derhal öptü ve:

— Allah Resulü sana selâm gönderdi. Ümmetine dua etmeni söyledi, dedi. Veysel:

— Dua etmeye sen daha ziyade lâyıksm, zira yeryüzünde sen­den aziz bir kimse yoktur, dedi. Fâruk:

— Bu işi ben de yapıyorum ama sen Resul’ün vasiyetini yerine getir, dedi. Veysel:

Ya Ömer! Dikkatle bak, aradığın zat başkası olmasın, dedi. Ömer;

— Peygamber senin nişanını vermiştir . Veysel:

— O halde Peygamber’in hırkasını bana veriniz ki, dua edeyim, dilekte bulunayım. Sonra onlardan uzakça bir yere gidip bir köşe­ye çekildi, hırkayı bıraktı, yüzünü yerin üzerine koydu ve:

— İlâhî bütün ümmet-i Muhammedi (ve insanlığı) bana bağış­lamadığın sürece şu hırkayı giymeyeceğim. Peygamberin bu işi bu­raya havale etmiştir. Resul, Faruk ve Murtazâ kendi üzerlerine dü­şen işi yapmışlardır. Şimdi iş sana kalmıştır, diye niyazda bulundu. «Şu kadarım sana bağışlamış bulunuyorum hırkayı giy» diye hatiften bir ses geldi ama o «Hepsini isterim» dedi. Böyle diyor ve böyle ses­ler işitiyordu. Derken Faruk ile Murtazâ «Veysel’in yanma varalım ne yaptığım görelim» dediler. Veysel bunların geldiklerini görünce bir âhh çekerek: «Niçin geldiniz, gelmemiş olsaydınız bütün Muhammed ümmetini Allah benim için bağışlamadıkça hırkayı giymeyecek­tim» dedi.



VEYSEL KARANİ R.A. -  Veysel Ömer’den öndedir

Ömer-ül Faruk r.a. , Veysel’i, sırtında deve tüyünden bir çul, yalm ayak, baş açık bir halde ama yetmişbin âlemin zenginliği bu çul altında ola­rak görünce, gönlü kendinden de, halifelikten de geçti ve:

— Şu hilafeti bir ekmek karşılığı kim satan alır? diye sordu. Veysel cevap verdi:

— Aklı olmayan kimse! Ne satıyorsun? Hilafeti çıkar at, dileyen alsm, alım satımın arada işi ne? Derken, Sahabe:

— Sen bu şeyi Hz. Sıddiktan kabul etmiş bulunuyorsun. Bu kadar müslümam ilgilendiren bu vazife terk ve zayi edilemez. Zira bir gün adalet etmen, bin yıl ibadet etmenden senin için daha şereflidir, diye feryad etti.

Sonra Veysel hırkayı giydi ve:

— Şu hırkanın yüzü suyu hürmetine Muhammed ümmetinden Rabia ve Mudar kabilelerindeki koyun sürülerinde mevcud olan tüy­ler adedince kimse bağışlanmıştır, dedi. Burada biri Çıkar da :

— Şu halde Veysel Ömer’den öndedir, zannını ileri sürerse; ha­yır, durum hiç de öyle değildir denir. Veysel’in hususiyeti tecrid (ve terk-i dünya etmiş olması) idi. Fâruk ise herşeye ve bütün fazilet­lere sahibti. Tecride de sahih olmak istiyordu. Nitekim tecrid halin­de bulunan kocakanlann kapısından geçen Hz. Peygamber (a.s.) on­lara ; «Muhammed’i dua ile yadediniz» demişti.



VEYSEL KARANİ R.A. -  Muvafakat Mahabbetin Şartıdır

Ali yül Murtazâ r.a. susmuş oturuyordu. Fâruk:

— Peygamber’i görmek için (O’nun sağlığında huzuruna) niçin gelmedin, diye Veysel’e sordu. Veysel:

— Siz onu gördünüz mü?

— Evet.

— O’nu gördüğünüze göre alnını da görmüş olmalısınız. Şimdi söyleyin kaşları çatık mı yoksa açık mı İdi?

Tuhaf şeydir ki, Veysel’de mevcud olan heybettin kendilerini is­tilâ etmiş olması) sebebiyle hiçbir şey söyleyemediler, Sonra Veysel tekrar sordu:

— Siz Muhammedi seviyor musunuz?

— Evet.

— Peki eğer sevginiz sıhhatli ise onun mübarek dişlerini kırdık­tan gün ona muvafakat etmiş olmanın gereği olarak (onunla hemhal olmak için) niçin dişlerinizi kırmadınız? Çünkü muvafakat mahabbetin şartıdır. Sonra kendi dişlerini gösterdi, ağzmda bir tane bile diş yoktu. Sonra ekledi:

— Ben onu suret olarak görmedim, ona muvafakat etmiş olmak için dişlerimi söktüm. Çünkü muvafakat dindendir. Bu dokunaklı söz ikisinin de içini sızlatmıştı. Anladılar ki muvafakat ve edeb ma­kamı ayrı bir makam olup, Resulullah’ı görmemiş bulunan birinden edeb öğrenmek gerekmektedir. 





VEYSEL KARANİ R.A. -  Ondan Gayrisini Tanıma


Faruk:

— Ey Veysel bana dua et. /

— Umumî olarak dua ettiğimde, sana da dua etmiş bulunuyo­rum. İmanda meyil (ve tahsis) olmaz. Heı namazda teşehhüde otu­runca «Allahım, bütün mü’minleri bağışla» (İbrahim, 14/41) diyorum. Eğer sizler, imam selâmetle kabre kadar görülürseniz dua sîzleri de bulur, eğer bunu yapamazsanız ben boşuna dua etmem. Faruk:

— Nasihat et, dedi. Şöyle cevap verdi:

— Ya Ömer! Allah’ı tanıyor musun?

— Evet.

— Eğer Ondan gayrisini tanımasan senin için daha iyi olur.

— Biraz daha öğüt vermez misin?

— İzzet ve celâl sahibi Allah seni biliyor mu?

— Evet biliyor.

— Eğer diğer biri seni bilmezse senin için daha iyi olur. Fâruk:

— Biraz bekle ta ki sana bir şeyler getirip takdim edeyim, de­yince, Veysel elini koynuna sokarak iki gümüş para çıkardı ve:

— Bunları deve güderek kazanmışımdır, şayet şu paraları har­cayabilecek kadar yaşayacağıma dair bana teminat verirsen, ancak o vakit diğerlerini kabul ederim, dedi ve ekledi: Zahmet ettiniz, şim­di geri dönünüz, zira kıyamet yakmdır, bir daha ancak dönüşü müm­kün olmayan o günde karşılaşırız. Ben şimdi kıyamet yolunun azığım hazırlamakla meşgulüm.



VEYSEL KARANİ R.A. -  Herem b. Heyyan ile Görüşmesi


Karen’liler, Kûfe’den döndükleri zaman Veysel, kavmi arasında hürmet ve itibar görmeğe başladı. O ise bunu istemiyordu. Onun için

oradan kaçtı, tekrar Küfe'ye geldi. Bundan sonra Herem b. Heyyan hariç onu bir daha kimse görmedi. Herem diyor ki: Veysel’in şefaat- taki derecesinin hangi hadde ulaştığım işitince, onu görme arzusu ba­na galebe çaldı. Küfe’ye giderek kendisini aramaya koyuldum. Tesa­düfen Fırat sahilinde abdest alıp elbise yıkarken buldum. Kendisini tamdım. Tıbkı işittiğim sıfatlara sahib olan biri olarak buldum. Se­lâm verdim, selâmımı aldı ve bana baktı Musafaha etmek istedim, ama elini vermedi. Yâ Veysel, Allah'ın rahmeti üzerine olsun, Allah seni bağışlasın, nasılsm, dedim. Halinin zayıf olması ve ona olan ma- habbet ve merhametim sebebiyle beni bir ağlama tuttu. O da ağla­dı ve:

— Ey Heyyân’ın oğlu Herem! Allah ömürler versin, nasılsm, se­ni bana kim kılavuzladı?

— Benim ve pederimin ismini nereden bildin, beni hiç görme­diğin halde nasıl tanıdın?

— Hiç bir şey ilminin haricinde kalmayan ve her şeyden haber­dar olan bildirdi ve de ruhum ruhunu tamdı, zira mü'minlerin ruh­ları yekdiğerine aşmadır.

— Bana Resulullah’tan (a s.) bir hadis rivayet et.

— Ben O’nunla görüşemedim ama hadislerini başkalarından dinledim. Lâkin, muhaddis, müftü ve müzekkir (vaiz) olmak istemem. Zira benim işim nefsimledir, bundan vazgeçemem.

— Okuyacağm bir âyeti dinlemeyi arzu ediyorum. Veysel, bunun üzerine eûzuyu çekti, hıçkırarak ağladı ve «İnsi ve cirmi ancak ) bana ibadet etsinler diye yarattım» (Zariyat, 51/56) «Biz yeri göğü / ve ikisi arasındaki şeyleri oyuncak olsun diye yaratmadık, bunları ancak hak ile yarattık? lâkin ihsânlârın çoğu bunû bilmezler» (Duhan, 44/38-48) meâlindeki âyetleri okudu. Ve öyle bir nara attı ki az/ kalsın aklı başından gitti.» Sonra bana dönüp sordu: 

— Ey Heyyân’m oğlu seni buraya getiren sebep nedir?

_~ Seninle huzur ve sükûn bulmak_ 

Ulu ve yüce AIIâh’ı Tanıyıp ta ondan başkasıyla huzur ve sükûn bulan birini hiç görmedim, tanımadım!

— Bana öğüt ver

,_Yattığında ölümü yastığının altına koy, kalktığında göz önüne getir. Günahm küçüklugune bakma, günah işlemene sebep olan  şeyin büyüklüğüne bak. Eğer günahı küçük görürsen Allah’ı küçük  görmüş olursun.

_. Nerede ikamet etmemi emir buyurursun? 

— Şam’da

— Orada maişetimi nasıl temin edeceğim?

— Üzerinde şirk gâlib olan ve Öğüt kabul etmeyen gönüllerden elamanl

— Diğer bir nasihat daha lütfeder misin?

— Ey Heyyân’m oğlu! Baban öldü. Âdem, Havva, Nuh, İbrahim. Musâ, Dâvut, Muhammed de (s.a.v.) vefat etti. Resulullah’ın halifesi Ebu Bekr irtihal etti, biraderim Ömer de öldü. Vah, vah Ömer’im..

— Allah’ın rahmeti senin üzerine olsun, henüz Ömer ölmedi.

— Hak Taalâ bana Ömer’in acı haberini vermiştir. Sonra ben ve sen de öleceğiz, dedi ve salavat getirdi, dua etti. Benim sana na­sihatim şu olsun, dedi:

— Ulu ve yüce Allah'ın Kitab’mda gösterilen ve salihlerce tutu­lan yola sıkı şekilde sarıl, ölümü hatırlamaktan bir an dahi gafil ol­ma, kavmine varınca onlara nasihat et, Allah’ın mahlûkatına öğüt vermekten geri durma, ümmetin cemaatına (ve Ehl-i Sünnete) muva­fakat etme, halinden bir adım bile geri atma, aksi takdirde farkına varmadan derhal dinden çıkar, cehenneme yuvarlanır gidersin.

Sonra bir miktar dua etti. Ve «Ey Hayyân’ın oğlu, hadi şimdi bu­radan git, ne sen beni göreceksin, ne de ben seni! Seni hayır dua ile yadedeceğim. Sen de beni duadan unutma. Sen şu taraftan git, ben de bu taraftan gideyim», dedi. Bir süre kendisiyle gitmek istedim ama bana izin vermedi ve ağladı, beni de bir ağlama tuttu. Bana anlattık­ları sözlerin ekserisi Ömer ve Ali’ye (r.a.) dairdi. Sonra ardı sıra ağ­ladım, ağladım.. Nihayet gözden kayboldu, bundan sonra bir daha kendisinden haber alamadım.




VEYSEL KARANİ R.A. -  Nasihatleri


Rebi’ b. Heysem anlatıyor: Veysel’i görmeye gitmiştim. Sabah na­mazım kılıyordu. Namazı bitirince teşbihle meşgul oldu. Teşbihini bi­tirsin diye sabrettim. Derken kalktı öğle namazma durdu. Üç gün üç gece ara vermeden hep böyle hareket etti. Ne bir şey yedi ne de uyu­du. Dördüncü gece olunca dikkat ettim, gözlerinde biraz uyku alâ­meti vardı. Bunun üzerine derhal Hakk Taalâ’ya münacaat etti ve:

•^«Ya Rab! Şu çok uyuyan gözden ve obur karından sana sığınırım», " dedi. Kendi kendime: Bana bu kadarı kâfi gelir, zihnimi karıştırma- malıyım, dedim ve geri döndüm.

Derler ki ömründe hiç bir gece uyumamıştı. Bir gece «Bu gece secde gecesidir», der o gece sabaha kadar başım secdeden kaldırmaz­dı. Diğer gece, «Bu gece kıyam gecesidir», der ayakta sabahlardı. Baş­ka bir gece de: «Bu gece rükû gecesidir», der ve sabaha kadar rükû halinde bulunurdu. Sordular: Ey Veysel, böyle uzun geceleri bir tek hâl üzere geçirmeye nasıl takat getiriyorsun?

— Biz henüz «subhane rabbiye'l a’lâ» demeden sabah oluyor. Halbuki üç kere teşbih getirmek sünnettir. Bunun için böyle hareket ediyorum. İstiyorum ki semadakiler gibi ibadet edeyim (ve hep kıyam veya rükû veyahut secde halinde olayım).

Namazda huşu’ nedir, sorusuna «Namazda iken yanına ok saplansa farkına varmamaktır» dedi. Nasılsın, sorusuna, sabah kalkan ve akşama kadar yaşayıp yaşamayacağım bilmeyen bir kimse nasıl olursa öyle, diye cevap verdi.

Amelin nasıl diye soranlara: Âh! Yol uzun, azık yok!., diye ce­vap verdi. «Allah’a yer ve gök ehli kadar ibadet etsen eğer, O’nun hakkında yakinin yoksa bunu senden kabul etmez», deyince, sordu­lar:

— O’nun hakkında nasıl yakın (ve ikan) sahibi oluruz?

— Senin için ihtiyar ettiği şeye gönülden razı olmak, kendinı\ tamamiyle O’na ibadet etmeye vermek ve diğer bir şeyle meşgul ol-) mama suretiyle, diye cevap verdi.

Kim bu üç şeyi severse, cehennem ona boynundaki damarından daha yakın olur: Hoş şeyler yemek, hoş nesneler giymek, ve zengin­lerle düşüp kalkmak, dedi. Ona:

— Yakınında biri var, otuz yıl var ki mezar kazmış içine bir ke­fen asmış, kenannda oturmuş ağlıyor, ne gece ne de gündüz rahatı var, dedikleri vakit kalktı hemen oraya gitti; onu arık, benzi soluk ve gözleri çukurlaşmış biri olarak gördü. Bu adama:

— Ey fulan! Otuz yıl var ki şu mezar ve kefen seni Allah Taa- lâ’dan alakoymuş. Sen bu ikisi sebebiyle (Hak’tan) geri kalmışsın, bu ikisi tuttuğun yolda senin putun olmuş, dedi. Bu zat onun nuru ile nefsindeki âfeti gördü, perde kalktı ve hakikat-ı hâl kendisine ayan - beyân oldu. Bir nara atarak ruhunu teslim etti. O mezarın ve kefenin içine düştü.

/^Eğer mezar ve kefen de hicab olursa, diğerlerinin nasıl hicab olduklarına dikkat et




VEYSEL KARANİ R.A. -  Halleri


Naklederler ki, Veysel bir kere üç gün üç gece bir şey yememiş­ti. Dördüncü gün olunca yolda bir altın gördü ve: «Birinden düşmüş olmalı», diyerek onu almadı. Ot toplamak ve topladıkları otlan ye­mek üzere yoluna devam etti. Ağzmda sıcak bir somun bulunan bir koyun gördü. Koyun ileri gelerek ekmeği onun önüne koydu. «Birin­den kapmış olmalı» dedi ve ekmeğe bakmadı. Bunun üzerine koyun dile geldi: Ben, senin kulu bulunduğun Zat’ın kuluyum, al şu somu­nu, Allah’ın kulundan (sana ulaşan) Allah'ın rızkıdır, dedi. Veysel:

«Ekmeği almak İçin elimi uzattım, ekmeği elimde, koyunu ise kayıp­lara karışmış olarak gördüm», diyor.

Meziyetleri çok, faziletleri sayısızdı. Başlangıçta Şeyh Ebû Kasım CurcAnî (r.a.) «Allah.. Allah..» yerine «Veys.. Veys..» diye zikrederdi. Onların kadrini bunlar bilir.

Veysel: Kim Allah’ı tanır (ve Arif-i bili Ah olur) ise hiçbirşey ona gizli kalmaz, demiştir. Yani Allah, ancak Allah ile tanınabilir. Zira «Rabbımı, Rabbımla tamdım» denilmiştir. Onun için Allah’ı bilen (O nun ilim sıfatına mazhar olduğundan) her şeyi bilir.

Selâmet yalnızlıktadır, derdi. Yalnızlık, vihdette ferd (yalnızlıkta tek) olmaktır. Vihdet (yalnızlık) O’ndan başkasının hatır ve hayal­de yer tutmamasıdır. Tâ ki selâmet hâsıl olsun. Şayet yalnızlık (ve halvet) sadece surette olursa, sıhhatli olmaz. Çünkü hadiste «Şeytan yalnız olanladır ve iki kişiden biraz daha uzaktadır» denilmiştir.

«Kalbine dikkat etmelisin» demişti. Yani sana tavsiyem daima kal­bini huzur-ı Hakk’da bulundurulandır. Ta ki O’na, O’ndan başkası yol bulmasm.

Bir başka sözü: Yükseklik aradım, tevazuda buldum. Beylik ara­dım, hayırseverlikte buldum. Mürüvvet aradım, doğrulukta buldum. Şan aradım, fakirlikte buldum. Nisbet ve şöhret aradım, takvada bul­dum. Şeref aradım, kanaatta buldum. Rahat aradım, zühdde buldum.

Komşularının şöyle söyledikleri nakledilir: Biz onu deli sayardık. Hatta ikamet ettiği mahalde bir kulübe yapmak için kendisinden mü­saade istemiştik. Bir sene geçerdi de eline, orucunu açacak bir şey geçmezdi. Zaman zaman hurma çekirdeklerini toplar, akşamleyin sa­tar, bunu gıdaya sarfederek rızkım temin ederdi. Eğer eline hurma geçecek olsa, çekirdeklerini satar ve bunu da sadaka olarak verir­di. Eski bir elbisesi vardı. Mezbeleliklerden toplamış olduğu elbise parçalarım yıkamış, yekdiğerine yamamış, dikmiş ve kendine elbise yapmıştı. Esasen ehl-i hak olan birinin nefesi böyle yerlerde zuhur eder, sabah namazı vakti dışarı çıkar, yatsıya kadar bir daha geri gelmezdi. Uğramış olduğu her mahallenin çocukları kendisini taşa tutar, o ise (yavrucuklar) bacaklarım incedir, biraz daha küçük taş­lan atınız ki, ayaklarım kanamasm ve namazdan kalmayayım. Çün­kü benim için ayaklar dert değil, dert olan namazdır, derdi.

Şöyle naklederler ki, ömrünün sonunda Emiru’l-müminîn Ali’nin huzuruna geldi. O’na tâbi olarak Sıffin'da şehid olana kadar savaştı. Şanla yaşamış, saadetle ölmüştü.

Malumun olsun ki, «Üveysîler» denilen bir zümre vardır. Bun­ların şeyhe ihtiyacı yoktur. Zira başka bir vasıtaya hacet kalmadan, nübüvvet bunları bizzat kendi kucağında terbiye etmiştir, tıpkı Vey­sel’i terbiye ettiği gibi. Gerçi o, zâhiren Peygamberler Efendisini gör­memişti. Ama O’nun tarafından terbiye ve irşad edilmişti. (Risalet ocağmda nübüvvetten terbiye görmüş ve hakikatla hemdem olmuş­tu. Bu makam o kadar ulu ve yücedir ki, kolay kolay kimseyi oraya ulaştırmazlar. Bu devlet kime yüz gösterir ki? «Bu Allah'm dilediği­ne bahşettiği bir lûtuftur.» (Maide, 5/54)

15 Ağustos 2024 Perşembe

EZBER 2

Bir Kısım Dinî Deyimler

 3- İbadet: Lûgatta kullukta bulunmak demektir. Şeriat teriminde "İyi niyete bağlı olarak yapılmasında sevab bulunan her iştir." Yüce Allah'a saygı ve itaat için yapılır. Namaz kılmak, oruç tutmak gibi...

 4- Taat: Emri benimseyip yerine getirmek demektir. Buna itaat de denir. Şeriatta itaat ise, yapılmasından dolayı sevab kazanılan herhangi bir iştir; gerek niyet bulunsun, gerek bulunmasın. Kur'an-ı Kerîm'i okumak gibi...

 5- Kurbet: Yakınlık demektir. Şeriatta ise, Yüce Allah'a manevî olarak yakınlığa sebeb olan herhangi güzel bir iştir. Sadakalar ve nafile kılınan namazlar gibi...

 6- Niyet: Kasıd manasındadır ki, kalbin bir şeyi yapmaya yönelmesi demektir. Şeriatta ise, yapılan bir görevle Yüce Allah'a ibadette bulunmayı ve O'na manevî bakımdan yaklaşmayı kasdetmektir.

 Bir işin ibadet olabilmesi için böyle bir niyete ihtiyaç vardır. Örnek: Biz namazlarımızı, yalnız Yüce Allah'ın emrine uymak için, O'nun nzasını kazanmak için kılarız. İşte bu, namaz hakkında bir niyettir. Yoksa başkalarına göstermek veya vücut sağlığı için namaz şeklinde yapılacak olan hareketler, Allah rızasını taşımadığı için, ibadet sayılmaz. Allah rızası niyetine bağlı bulunan temizlik gibi bir abdest de, bir ibadettir.

 7- Teklif: Bir kimseye zorluk veren bir şeyi emretmek ve ona yüklemek demektir. 

Şeriatta ise: İslam dininin ehliyet ve yetkiye sahib olan insanlara birtakım şeyler yapmalarını ve birtakım şeyleri yapmamalarını emredip yüklemesidir. Bunlarla din yönünden görevlenmiş olan bir insana da Mükellef (Yükümlü) denir. Çoğulu "Mükellefin"dir.

 İnsanlar yetki ve kudretleri nisbetinde mükellef (yükümlü) olurlar. Aklı bulunan ve bûluğ çağına ermiş olan kimsenin ehliyeti tam olacağından yükümlülüğü de öylece tam olur.

 8- Akıl: Ruhun bir kuvvetidir ki, insan onunla bilgi sahibi olur. İyi ile kötüyü ayırır ve eşyanın gerçek hallerini onunla anlar.

 Diğer bir tarife göre akıl ruhsal bir nurdur ki, insana gideceği yolu aydınlatır, insana hak ve gerçeği bildirir. Bu ruhsal kuvvete sahib olana akıllı kimse denir. Bundan yoksun olana da Mecnun (deli) denir.

 9- Büluğ: Belli bir çağa yetişmek ve belli birtakım vasıflara sahib olmak demektir. Bellibir yaşta bulunan ve belli vasıflara sahib olan kimseye "Baliğ ve Baliğa" denir. Şöyle ki: Uykuda gördüğü bir rüyadan dolayı üzerine gusletmek gereken (ihtilam olan) bir erkek baliğdir. Evlendiği takdirde çocuk yapabilecek genç bir erkek de baliğdir.

 Baliğ veya baliğa olma yaşının başlangıcı, erkek çocuklar için tam on iki, kız çocuklar için de tam dokuz yaştır. Bu yaşların sonu da her ikisinde tam on beş yaştır.

 Böyle on beş yaşını bitirmiş olduğu halde, kendisine ihtilam ve gebelik gibi buluğ eseri belirmeyen kimse, hükmen baliğ sayılır.

 10- Hüküm: Karar, bir şeyin sonucu olma, bir sonucu gerektirme, etki, emretme manalarında kullanılır. Din deyiminde ise, bir şeyin üzerine düşen eser demektir.

Yükümlülerin (mükelleflerin) işleri ile ilgili olan dine ait hükümlerden her birine "Şer'î hüküm, çoğuluna da Ahkam-ı Şer'iye (Şer'î hükümler) denilir.

 Örnek: Zekat farzdır, hırsızlık haramdır, denilmesi birer Şer'î hükümdür.

 11- Ef'al-i Mükellefin (Yükümlülerin İşleri): Mükellef insanların yaptıkları işlerdir ki, farz, vacib, sünnet, müstahab, helal, mubah, mekruh, haram, sahih, fasid, batıl gibi kısımlara ayrılır.

 12- Farz: Yapılması din yönünden kesin şekilde gerekli olan herhangi bir görevdir.

Farz, kat'î ve zannî diye ikiye ayrıldığı gibi, farz-ı ayın ve farz-ı kifaye olarak da kısımlara ayrılır.

 13- Farz-ı Kat'î (Kesin farz): Kesin olarak şer'î bir delil ya Kur'an'ın açık bir ayeti yahut peygamberimizin sağlam bir hadisi ile yapılması emredilen ve istenen görevdir.

Namaz ve zekat gibi...

 14- Farz-ı Zannî: Müctehidlerce kesin sayılan delile yakın bir derecede kuvvetli görülen ve böylece zannî bir delil ile sabit olan görevdir. Amel bakımından kesin farz kuvvetinde bulunur. Buna Farz-ı Amelî (amel bakımından farz) da denir. Aynı zamanda böyle bir farza, delilinin zannî olmasından dolayı "Vacib" adı da verilir. Buna göre farz-ı amelî, farz kısımlarının zayıfı, vacib kısımlarının da kuvvetlisi bulunmuş olur. Nitekim abdest almakta başa mutlak olarak meshetmek kesin bir farzdır. Fakat başın dörtte biri kadarını meshetmek ise, amelî bir farzdır.

 15- Farz-ı Ayn: Yükümlü (mükellef) olan herkesin yapmak zorunda olduğu farzdır.

Beş vakitte kılınan namazlar gibi...

 16- Farz-ı Kifaye: Yükümlülerden bazılarının yapmaları ile diğerlerinden düşen ibadetlerdir. Cenaze namazı gibi...

 Farzların yapılmasında büyük sevablar vardır. Özürsüz olarak yapılmamaları da, Allah'ın azabını gerektirir. Kifaye olan farzı, müslümanların bir kısmı yapmadığı takdirde, bundan haberi olan ve bunu yapmaya gücü yeten bütün müslümanlar Allah katında sorumlu olup günah işlemiş bulunurlar.

 Kesin olan farzı inkar etmek küfür olur. Amelî olan bir farzı inkar bid'attır, günahı gerektirir. Bütün bunlar farzların hükmüdür. Farzın çoğulu feraizdir.

 17- Vacib: Dinimizde yapılması kesinlik derecesinde bir delil ile sabit olmayan ve yine kuvvetli bir delil ile sabit görülen şeydir. Vitir ve bayram namazları gibi...

 Vaciblerin yapılmasında sevab vardır. Terk edilmeleri de azabı gerektirir. Vacibin inkar edilmesi bid'attır ve günahtır. Bunlar, vaciblerin hükmüdür. "Vecibe" sözü, bazen farz yerinde ve bazan da vacib yerinde kullanılır. Çoğulu "Vecaib"dir.

18- Sünnet: Resulü Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimizin farz olmayarak  yaptığı işlerdir. Müekked sünnet ve gayr-i müekked sünnet kısımlarına ayrılır. Sünnet-i şerifin bir manası da kitabın başlangıç bölümünde geçmişti. Sünnetin çoğulu "Sünen"dir.

Efendimizin sünnetine uyan sevap kazanır . Ayrıca adet haline gelen şeyler mesela saç taramak , eğer efendimiz saç tarayıp bakımlı olmayı benimsemiş ve uygulamıştır deyip o niyetle yaparsa adet olarak yaptığı şey ibadete döner.

 19- Sünnet-i Müekkede (Müekket, kuvvetli sünnet): Peygamber Efendimizin devam edip de pek az yapmadıkları ibadetlerdir. Sabah, öğle ve akşam namazlarının sünnetleri gibi...

 İslam dininde önemle benimsenen ezan, ikamet ve cemaate devam gibi sünnetlere "Sünen-i Hüda" denir. Bunlar da birer müekked sünnettir.

 20- Gayr-i Müekked Sünnet: Peygamber Efendimizin ibadet maksadı ile bazan yapmış oldukları şeylerdir. Yatsı ve ikindi namazlannın ilk sünnetleri gibi...

 Peygamber Efendimizin yiyip içmeleri, giyinip kuşanmaları, oturup kalkmaları gibi, kendi öz hallerine ait işlere de, "Sünen-i Zevaid" adı verilmiştir. Bunlar da birer gayr-i müekked sünnet demektir.

 Müekked sünnetlerle "Sünnet-i Hüda" adı verilen sünnetlerin yapılmasında sevab vardır. Kasden terk edilmelerinde azab yoksa da, ayıplama vardır. Gayr-i müekked ile "Zevaid" sünnetlerin yapılması çok güzeldir. Sevgili peygamberimize uymanın bir nişanı olduğundan, bunları yapmak sevaba ve Peygamberimizin şefaatına kavuşmaya bir yoldur.

Bunların yapılmaması azarlanmayı gerektirmez. İşte bunlar sünnetlerin hükümleridir.

 Ashab-ı Kiram'ın hal ve tutumlarına, onların izledikleri zühd ve takva yollarına da, biz Hanefîlerce sünnet denir.

 21- Müstahab: Lügat manası, sevilmiş şey demektir. Din deyiminde, Peygamber Efendimizin bazen yaptıkları ve bazen da terk ettikleri ibadettir. Kuşluk namazı gibi. Bu bir nevi müekked olmayan sünnettir.

 Peygamber Efendimiz, müstahab denilen bazı şeyleri sevmiş ve benimsemiştir. İlk devrin değerli müminleri de bunları seve seve yapmışlar ve bunların yapılmasını din kardeşlerine öğütlemişlerdir.

 Müstahab olan şeylere; "mendub, fazilet, nafile, tatavvu', edeb" adı da verilir. Şöyle ki: Müstahab olan şeye, sevabı çok olup yapılması istendiğinden ötürü mendub ve fazilet denilir. Farz ve vacib üzerine ilave olarak yapıldığı için de ona "Nafile" denilir. Kesin bir

emre dayanmaksızın sadece bir sevab isteği ile yapıldığı için ona "Tatavvu" adı verilir.

Güzel ve övgüye değer bir iş olduğu için de ona "Edeb" denmiştir. Bunun çoğulu "Adab"dır. Edeb üzerinde bilgi için bu eserin ahlak bölümüne müracaat edilsin.

 Müstahab olan şeyin yapılmasında sevab vardır. Terk edilmesinde azarlama ve ayıplama olmadığı gibi, tenzih yolu ile de kerahet yoktur. Bunlar da, müstahabların hükümleridir.

 Şafiî ve Hanbeli Mezheblerinin fıkıh alimlerine göre sünnetler, müstahablar ve mendublar birdir. Herhangi bir sünnete müstahab yahut mendub da denir.

 22- Helal: Dinde caiz görülen herhangi bir şeydir. Yapılmasından ve kullanılmasından dolayı ayıplama gerekmez. Helalin her çeşit lekeden arınmış olan saf ve tertemiz kısmına "Tîb ve Tayyib" denir.

 23- Mubah: Yapılması ve yapılmaması dinde caiz görülen şeydir. Ne yapılmasında, ne de yapılmamasında günah vardır. Helal olan bir yemeği yahut meyveyi yiyip yememek gibi...

 24- Mekruh: Lügatta sevilmeyen ve hoş görülmeyen şey demektir. Din deyiminde, yasaklığı sabit olmakla beraber, ona aykırı olarak da bir delil veya işaret görülen şeydir.Yapılması doğru olmayıp yapılmaması iyi olan bir iştir.

Tahrimen mekruh : Yapılmaması kesin ve bağlayıcı şekilde istenir ,  Vaciplerin terki gibi zanni delil ile , terkinde sevap kazanılır yapılırsa günah kazanılır inkarı dinden çıkarmaz 

Tenzihen mekruh : Yapılmaması kesin ve bağlayıcı bir şekilde istenmeyen , sünnet ve müstehapları terk etmek  gibi , hüküm olarak kaçınırsa sevap kazanır yaparsa ceza yoktur ama fazileti yani üstün olanı terk etmiştir , her iki mekruhuda terk etmek övülmüş bir davranıştır . 

 25- Kerahet: Bir şeyi fena görmek, ona razı olmamak demektir. Kerahet iki kısma ayrılır: 

Kerahat-i Tahrimiyye ki, harama yakın olan mekruhtur.
Kerahat-i Tenzihiyye ki, helala yakın olan kerahettir.

Bu tarif İmam-ı Azam ve İmam Ebû Yusuf'a göredir. İmam Muhammed'e göre, tahrimen mekruh olan bir şey, haramdan sayılır. Haram gibi ahiret azabını gerektirir. Tenzihen mekruh olan bir şey ise, ittifakla helala yakındır. Böyle bir kerahetin yapılması azabı gerektirmez. Ancak yapılmaması sevab kazandırır.

 Fıkıh kitablarında bir kayda bağlanmaksızın mutlak olarak "Kerahet" sözü anılınca, bundan genellikle tahrimen kerahet kasdedilir. İleride görülecektir.

 26- Haram: Bir şeyin yapılması, kullanılması, yiyilip içilmesinin İslam dininde kesin bir delille yasaklanmış olmasıdır. Bu da "Haram liaynihi ve Haram ligayrihi" kısımlarına ayrılır.
Allah c.c. korkusundan haramdan kaçan sevap kazanır . İnkar eden dinden çıkar .

 27- Liaynihi Haram: Aslı itibariyle herkes için haram olan şeydir. Şarab, akan kan ve  lâşe gibi...

 28- Ligayrihi Haram: Aslında helal olup başkasının hakkından dolayı haram olan şeydir. Şeriat çerçevesinde sahibinin izni olmadıkça o şeyden başkaları faydalanamaz.

Başkasına ait kıymetli bir malı veya yemeği izinsiz almak gibi...

 Haram olan şeylere "Muharremat" denir. Haramın yapılmamasından sevab kazanılır.

Yapılması ise azabı gerektirir. Haram olduğu ittifakla kesin şekilde sabit olan bir şeyi helal saymak, insanı imandan çıkarır.

 29- Sahih: Rükün ve şartlarını toplayan herhangi bir ibadet veya işlemdir. Farz ve vaciblerini gözeterek kılınan bir namazın sahih olması gibi...

 30- Caiz: Dince yapılması yasak sayılmayan şey demektir. Bazan sahih yerinde, bazan da mubah yerinde kullanılır. Bazı işlemler dünya ahkamı bakımından sahih olduğu halde, ahiret ahkamı bakımından caiz olmaz. Cuma namazını kılmakla yükümlü olan bir kimsenin cuma ezanı okunurken yaptığı alışveriş muamelesi gibi. Böyle bir muamele sahihtir ve geçerlidir. Fakat manevî sorumluluğu gerektirdiği için caiz değildir.

 31- Fasid: Kendi başına sahih ve meşru iken, gayri meşru bir şeye yakınlığı sebebiyle meşru olmaktan çıkan şeydir. İbadet konusunda fasid ile batıl aynı hükümdedir.

MÜFSİD : Meşru olan bir işi bozan, hükümsüz kılan şeye de "Müfsid" denir. Kasden yapılması azabı gerektirir ise de, yanılarak yapılması azabı gerektirmez. Namaz içinde gülmek gibi. Gülmek, aslında sahih olan namazı bozar.
Ayrıca bozulan ibadetin yeniden yapılması veya kazası da gerekir


 32- Batıl: Rükünlerini veya şartlarını büsbütün veya kısmen kendisinde toplamayan herhangi bir ibadet ve muameledir. Bir özür bulunmaksızın abdestsiz kılınan namaz gibi.

 33- Taharet: Lügat manası temizlik ve nezafet demektir. Din deyiminde taharet, pislik ve necasetten arınmış olmak veya hades (abdestsizlik) denilen şer'î bir engelin kalkması halidir. Temiz olan şeye tahir, temizleyici şeye de "Tahûr veya Mutahhir" denir.

Temizleme işine de, "Tathir" denir.

 Taharetler, Kübra (büyük) ve Suğra (küçük) diye ikiye ayrılır.

 34- Taharet-i Suğra (Küçük Temizlik): Abdestsizlik denilen hali gidermek için yapılan temizliktir, Abdest almak gibi.

 35- Taheret-i Kübra (Büyük Temizlik): Cünüblük ile hayız ve nifas denilen hallerden çıkmak için yapılan yıkanmadır ki, ağıza ve burna su vermek şartı ile bütün vücud yıkanır. Buna "gusül, iğtisal, boy abdesti" de denilir.

 36- Hades: Bazı ibadetlerin yapılmasına şer'an engel olan ve hükmen necaset sayılan bir haldir. Hades-i asgar (küçük hades) ve hades-i ekber (büyük hades) kısımlarına ayrılır.

 37- Hades-i asgar (küçük hades): Yalnız abdest (taharet-i suğra) ile giderilen haldir.

İdrar yapmak, vücudun herhangi bir yerinden kan çıkmak sebebiyle gelen abdestsizlik hali gibi...

 38- Hades-i ekber (büyük hades): Ağız ve burun dahil bütün vücudun yıkanması (büyük temizlik) ile giderilen taharetsizlik halidir Bu hal da cünüblükten, hayız ve nifas denilen hallerden meydana gelir. Bunların ayrıntılı olarak açıklamaları ileride gelecektir.

 39- Necaset: Maddeten temiz ve pak olmayan herhangi bir şeydir. Buna "necis, gerçek necaset, pislik" de denir. Şöyle ki: Aslen veya geçici olarak temiz bulunmayan bir şeye necis ve necaset denir. Bunun çoğulu "Encas"dır. Örnek: Sidik aslen necis olduğu gibi, bulaştığı bir elbise de necis, pis ve murdardır.

 Aslen murdar olan şeye "Neces" de denir.

 Hakîkî necasetler, namazda bağışlanan mikdarlarına göre, "Necaset-i hafîfe" ve "Necaset-i galiza, mugallaze" kısımlarına ayrıldığı gibi, akıcı olup olmamaları bakımından da, "mayi" ve "camid" kısımlarına ve görülüp görülmemeleri bakımından da "necaset-i mer'iyye" ve "necaset-i gayr-i mer'iyye" kısımlarına ayrılır.

 40- Necaset-i Hafife: Pis olduğu konusunda şer'î delil olmakla beraber aksine bir görüş de bulunan şeydir. Bu tür necasetler bir delile göre murdar görülmekte ise de, diğer bir delile göre murdar sayılmazlar. Eti yenen hayvanların sidikleri gibi...

 41- Necaset-i Galize: Pisliği hakkında şer'î bir delil olup aksine başka bir delil bulunmayan şeydir. İnsan ve hayvan tersleri gibi...

 42- Necaset-i Mer'iyye: Yoğunluğu olan veya kuruduktan sonra görülebilen herhangi pis bir maddedir. Akan kanlar gibi...

 43- Necaset-i Gayr-i Mer'iyye: Donup kalmayan veya bulaştığı yerde kuruduktan  sonra görülmeyen herhangi pis bir maddedir. Sidik gibi.

 Sonuç: Gerek hakikaten, gerekse hükmen temiz sayılmayan şeyler, bazı ibadetlerin yapılmasına engeldir. Bunları belli bir usul ile temizlemek gerekir. Temizlik için en çok kullanılan şey sudur. Bunun için hangi şeylerin temiz olup olmadığını ve temiz olmayanların nasıl temizleneceğinı bilmek her müslüman için şarttır. Bu konular üzerinde din ölçüleri bakımından bilgi verilecektir.


EZBER 1

 SİLSİLE-İ ŞERİF

Hz.MUHAMMED’ÜL MUSTAFA(s.a.v.)
Hz.Ali’yül Murtaza (r.a.)
Şeyhi Hasan-ı Basri(ks.)
Habib-i Acemi(ks.)
Davud-i Tai(ks.)
Marufî Kerhi(ks-) :
Kudvedi Erbab Sıriyyi Sakadi(ks.)
Kutbul Afagi Seyyidül Uşşaki Ebu Kasimi Cüneydi Bağdadi ks.)
Pir-i Mimşadid Dinnuri (ks.)
Muhammed Dinnuri (ks.)
Şeyhi Bekri(ks.)
Şeyhi Vahdettin-i Gazi (ks.) 
Ömer’ül Bekri (ks.)
Pir-i Ebu Necibi Süherverdi (ks.)
Pir-i Kudbetdini Epheri (ks.)
Muhammed Ruknitdini Necaşi (ks.)
Şehabetdini Muhammed Tirmizi (Tebrizi) (ks.) (Şemseddin-i Tebrizî k.s. > Mevlana k.s.)
Seyyid Muhammed Cemaleddini Şirazi(ks.)
Pir İbrahim-i Zahidi Ceylani (Geylani) (ks.) > Şeyh Safiyüddîn-i Erdebilî > Sadreddin Erdebili k.s. > Somuncu Baba k.s. > Hacı Bayram-ı Veli k.s.
Ahi Muhammed (Mahmudi) Halveti (k.s.)
Pir Ömer’ül Halveti (ks.)
Şeyh Merami (Mirim) Halveti (ks.)
Hacı İzzetdini Termahani (Türkmani) (ks.)
Sedretdini Hıyami (ks.)
Pir-i Sani Seyyidi Yahya Şirvani (ks.)
Pir-i Molla Muhammed Erzincani (ks.)
Pir-i Cemaletdini Halveti (Aksarayi) > Sümbül Sinan  (k.s.) > Merkez Efendi (k.s.)
Pir-i Hayretdini Tokadi (ks.) 
Bila Nizağ Ve sahibi Veftağ Verağ Pir-i Sekaleyin Sultan-ı Şeyhi Şabani (k.s.)
Osman-i Kastamoni (ks.)
Hayretdini Kastamoni (ks.)
Abdul Baki İskilibi(ks.)
Muhyiddini Kastamoni (ks.)
Sahibi Menakıp Ömer’ül Fuadi(ks.)
İsmail Kutsi Çorumi(ks.) 
Mustafa Çelebi (k.s.)
Pir-i Ali’yül Edvel Bi Kurabaşi (Karrabaşi) Veli (ks.)
Pir-i Muhammed’ül Nasuh’ül Üsküdari (ks.)
Abdullahi Rüşdi Bolivi (Mudurnivi) (ks.)
El Hac Muhammed İbn-i Muharrem Zaravi (Zilevi-Tokadi) (ks.)
Piri Sanı Mustafa Çerkeşi (ks.)
Hüseyin-i Ankaravi (ks.)
Ahmed Hakkı Muhammed Ali (Hacı Ahmed Efendi) (ks.)
Osmani Sıdgi Trabzon-i (ka.)
Zırhlı Hüseyin Efendi (ka.)
Hacı Cemal Efendi(ks.)
Mehmet Efendi 


PEYGAMBER EFENDİMİZİN SOYLARI

Abdullah
Abdülmuttalip ( şey Betül hamd )
Haşim
Abdi menaf ( muğire) 
Kusay ( zeyd)
Hakim (kilab)
Mürre
Ka'b
lüey
Galib
Fihr ( Kureyş)
Malik
Nadr
Kinane
Huzeyme
Mudrike
İlyas
Mudar
Nizar
Maad
Adnan
İsmail
İbrahim
Amine >  Vehb İbni abdimenaf ( dedesi)


 HANIMLARI  12

Hatice
Aişe
Cüveyriye
Hafsa
Hint hint'i Huzeyfe
Mariye
Meymune
Remle
Safiyye
Sevde
Zeynep Binti huzeyme 
Zeynep Binti Cahş   r.anhüma


EVLATLARI

7  > 3 Erkek  4 Kız

Erkek Evlatları

Abdullah
Kasım
İbrahim

Kız Evlatları

Fatıma 
Rukiyye 
Ümmü Gülsüm 
Zeynep


Evlatlarının Anneleri

HATİCE r.anha

Abdullah
Kasım
Fatıma 
Rukiyye 
Ümmü Gülsüm 
Zeynep

MARİYE r.anha

İbrahim


TORUNLARI  > 8

6 Erkek  2 Kız

Erkek Torunlar

Hasan 
Hüseyin
Muhsin 
Abdullah
Ali
Umame  (r.anhüma)


Kız Torunlar

Ümmü Gülsüm
Zeyneb (r.anhüma)

Torunların Anneleri

FATIMA r.anha
Hasan 
Hüseyin
Muhsin 
Ümmü Gülsüm
Zeyneb (r.anhüma)


RUKİYYE r.anha
Abdullah r.a.


ZEYNEB r.anha

Ali r.a.
Umame r.a



AMCALARI  12

Abbas
Abdülkabe
Ebu Talib
Ebu Leheb
Dırar
Gaydak
Hacl
Hamza
Haris
Kusem
Mukavkim
Zübeyir


HALALARI 6

 Âtike
 Berre
 Ervâ
 Ümeyye
 Ümmü Hâkim
 Safiyye 


PEYAMBERLERE İMAN

Adem  İdris  Nuh  Hud  Salih   İbrahim   Lut  İsmail  İshak  Yakup  Yusuf  Eyyub  Şuayb  Musa  Harun  Davud  Süleyman  İlyas  Elyase  Zülkifl  Yunus  Zekeriyya    İsa  Muhammed (Aleyhimüsselam)

Üzeyir  Lokman  Zülkarneyn (Pey. veya Veli)


Ulul Azim Peygamberler 5

 Nuh   İbrahim   Musa    İsa  Muhammed ( Aleyhimüsselam)


 Peygamberlerin Sıfatları

 İsmet , Emanet  , Sıdk  ,Fetanet ,  Tebliğ

 Ahmet Hoca

 Hür olmak  , Erkek olmak ,  Adaletli olmak



Peygamberlerde Olmaması Gereken Huylar

Anne babası zinaya bulaşmaması

Alaca ve cüzzam ve benzeri insanları nefret ettiren hastalıklar

Hacamat gibi düşük işler yapmak

Katılık ,  kabalık ,  sertlik ,  ve benzeri huylar

Yol üzerinde yemek yemek gibi kişiliğe zarar veren işler

 Ümmetin kabulüne engelleyecek her türlü amel ve vasıf



Peygamberlerin Sayısı

124 BİN

Bir rivayet 224 BİN

113 = Resul + Nebi  

Geri Kalanı Nebi




SEMAVİ KİTAPLARA İMAN

 Toplam 104 kitap  ( 4 kitap   100 suhuf)


Suhuflar

 Adem a.s.   10

 İdris  a.s. 50

 Şit  a.s.  30

 İbrahim a.s.  10


Kitaplar

 Musa  a.s.   Tevrat

 Davut  a.s.  Zebur

 İsa a.s.    İncil

 Muhammed  s.a.v.   Kur'an-ı Kerim


Vahiy yoluyla gönderildiği için ilahi kitaplar

Yüksek vasıflarından dolayı semavi kitaplar

Cebrail a.s. vasıtasıyla geldiği için münzel kitaplar denir


SORU : İlk nüsha kimin zamanında yazıldı

CEVAP : Ebu Bekir r.a.

SORU : Kimin zamanında çoğaltıldı

CEVAP : Osman bin Affan r.a.


Kur'an'ı Kerim'in tek bir ayetine  inanmayan kimse kafir olur




MELEKLERE İMAN

Cebrail a.s. : Vahiy meleği , harp ,zelzele

Mikail a.s. :  Rızık dağıtıcısı, Rüzgar, Yağmur, Ekin

Azrail a.s. :  Ruhları kabz eder

İsrafil a.s.  : Kıyamet gününün kopması için  ve tekrar dirilme için Sur isimli alete üfleyecek olan melek


Kiramen Katibin :  insanın sağında RAKİB ve solunda ATİK isimli Yazıcı meleklerdir

Hafaza Melekleri  : insanı çeşitli tehlikelerden koruyan meleklerdir




AHİRETE İMAN

Haşr-i Ecsad : bedenlerin toplanması ruhların bedenlere girmesi


 Ahiret Günü Olayları

 Sorguya çekilme

 Amel defterleri

 Mizan

 Şefaat

 Sırat

 Cennet

 Cehennem



KAZA ve KADERE İMAN

Kader :  Allah'ın ezelde dilemesi

Kaza : Dilemiş olduğu vakti gelince ortaya çıkması


 Eşrat-ı Saat (Kıyamet Alametleri)

Küçük Alametler

 Din konusunda bilgisizliğin her yere yayılması

 Sarhoşluk veren şeylerin içilmesi artması çeşitlenmesi

 Zina ve benzeri kötülüklerin çoğalması çeşitlenmesi

 Öldürme olaylarının artması



 Büyük Alametler

 Müminlerin Nezleye tutulmuş kafirlerin sarhoş olmuş gibi yapacak bir dumanın çıkması

 Deccalin çıkması tanrılık iddia etmesi sonra kaybolması

 Yecüc ve Mecüc çıkması yeryüzünde bozgunculuk yapmaları

 Dabbetül arzın yerden çıkması insanlara bir şey söylemesi

 Yemen tarafından korkunç bir ateşin çıkması ve her yere yayılması

 Doğu batı ve Arap yarımadasında büyük çöküntü olması

 Hz İsa Aleyhisselam gökten inmesi bir zaman peygamberimiz şeriatı ile amel etmesi

 Güneşin az bir zaman battığı yerden doğmaktadır


 İMANDA EHLİ SÜNNET İMAMLARI

Fırka-i Naciye : Peygamberimiz ve Ashabının yolunda , Ehli Sünnet yolunda olanlar.
Ashab-ı Kiram : Peygamberimizi s.a.v. görüp iman edenler
Ashab-ı Güzin : Peygamberimizi s.a.v. görüp iman edenler
Tabiin : Ashabı görüp feyz alanlar
Selef : Ashabı Güzin ve Tabiin


ÎTİKATTA İMAMLARIMIZ

İmam Ebu Mansur Muhammed Maturidi r.a.
İmam Ebu'l Hasan Aliyyül Eş'ari r.a.

İmam Ebu Mansur Muhammed Maturidi r.a.
280 - 333 Semerkant
Buhara > Maturid ilçesi
Eserleri : Tefsir ve diğer eserler.
İtikattaki imammızdır . Hanefilerin çoğu  bağlıdır.

İmam Ebu'l Hasan Aliyyül Eş'ari r.a.
260 Basra - 324 Bağdad
Dedesi Ashab-ı Kiram dan , Ebu Musa El-Eşari r.a.
Amelde mezhebi Şafii dir.
Maliki ve Hanbelilerin neredeyse tamamı , Hanefi ve Şafii lerin bir kısmıda bu imama bağlıdır.


MÜCTEHİDLERİMİZ

İmam Âzam Ebu Hanife r.a. > 80 Kufe - 150 Bağdad
İmam Yusuf (Yakub İbni İbrahim) r.a. > 133 Kufe - 182-192 Bağdad
İmam Muhammed r.a. > 135 Vasıt - 189 Rey
İmam Züfer r.a. > 110 - 158 Basra
İmam Malik İbni Enes r.a. > 93 Medine - 179 Medine
İmam Muhammed İbni idris El-Şafii r.a. > 150 Askalan - 240 Mısır
İmam Ahmed İbni Muhammed İbni Hanbel r.a. > 164 Bağdad - 241 Bağdad


1 - İMAM-I AZAM EBU HANİFE (R.A.)

SORU : Adı nedir 
CEVAP : Numan'dır. 
SORU : Babasının adı nedir
CEVAP : Sabit'dir. 
SORU : Kaç yılında nerede doğmuştur
CEVAP : Hicretin 80. yılında Kûfe'de doğmuştur
SORU : Nerde vefat etmiştir
CEVAP : 150 tarihinde Bağdad'da Allah'ın rahmeti üzerine olsun...
SORU : Sabit,  kimin hizmetinde bulunmuş ve kendi nesli için onun duasını almıştır.
CEVAP : İmam Hazret-i Ali r.a.
SORU : İmam-ı Azam'ın annesi, babası Sabit öldükten sonra, kim ile evlendi
CEVAP : İmam Caferi Sadık r.a.
NOT :  İmam-ı Azam bu muhterem zatın yanında yetişmişti. Ashab-ı
Kiram'dan birkaç zatı görmüş olmak şerefini kazanmıştır.
SORU : İmam-ı Azam'a uyanlardan her birine ne denir.
CEVAP : Hanefî veya Hanefiyyü'l Mezheb 
SORU : Biz Türkler ve diğer ırklara bağlı olan birçok müslümanlar bu büyük müctehidin mezhebine uymuş bulunmaktayız. Onun için amel bakımından imamımız, kimdir ?
CEVAP : İmamı Azam r.a.
SORU : İmam Ebu Hanife Hazretleri bütün Ehl-i Sünnet tarafından saygı duyulan dört büyük müctehidin birincisidir. İmam-ı Azam denilince yalnız bu hatıra gelir.
İlmi, zekası, zühd ve takvası çok yüksekti. İçtihadındaki yükseklik,
mezhebindeki kolaylık ve mükemmellik bütün müslümanlar tarafından benimsenmiştir.
 İmam-ı Azam'ın yetiştirdiği alimler arasında güçlü müctehidler vardır; fakat hepsi de esas bakımından hocalarına uymuş, hepsi de Hanefî mezhebinin fıkıh alimlerinden sayılmışlardır. Bunların en ünlüleri kimlerdir
CEVAP : İmam Ebû Yusuf, İmam Muhammed ve İmam Züfer'dir


İMAM YUSUF R.A.

SORU : İmam Ebû Yusuf'un adı nedir
CEVAP : Yakub İbni İbrahim El-Ensarî'dir
SORU : Dedesi kimdir
CEVAP : Dedesi Sa'd r.a ashab-ı Kiram'dandır. 
SORU : Kaç yılında nerede doğmuştur
CEVAP : Hicretin 113 yılında Kûfe'de doğmuştur. 
SORU : Kaç yılında nerede vefat etmiştir
CEVAP : 182 veya 192 tarihinde Bağdad'da vefat etmiştir. Allah'ın rahmeti üzerine olsun... 
SORU : Kim döneminde hangi lakab ile görev yapmıştır
CEVAP : Harunürreşid'in Kadılar Kadısı (Kadı'l-Kudat'ı) olarak görev yapmıştı.


İMAM MUHAMMED R.A.

SORU : İmam Muhammed, kimin oğludur. 
CEVAP : Hasan Şeybanî'nin 
SORU : Babası nerelidir
CEVAP : Şamlıdır
SORU : Kaç yılında nerede doğmuştur
CEVAP : Hicretin 135. yılında Vasıt'da doğmuş 
SORU : Nerede yetişmiştir
CEVAP : Kûfe
SORU : Kaç yılında nerede vefat etmiştir
CEVAP : 189 tarihinde Rey şehrinde Allah'ın rahmeti üzerine olsun... 
SORU : Din ilimleri üzerinde kaç kitab yazdığı rivayet ediliyor. 
CEVAP : doksan dokuz 
NOT : El-Mebsut, El-Ziyadat, El-Camiu's-Sağır, El-Siyeru'l-Kebir, El-Siyeru'l-Sağir adlı kitablar bunlardan bazılarıdır. 
SORU : Bu kitablardaki meselelere ne denir. 
CEVAP : Zahirü'r-Rivaye
SORU : Kitablara ne denir.
CEVAP : Zahirü'r-Rivaye Kitabları
SORU : Hanifî mezhebinde en geçerli rivayetler hangileridir
CEVAP : Zahirü'r-Rivaye Kitabları
SORU : İmam Muhammed kimden ders okumuştur. 
CEVAP : İmam Malik r.a.
SORU : İmam Ebû Yusuf ile İmam Muhammed'e ne denir.
CEVAP : İmameyn (İki imam) 



İMAM ZÜFER R.A.

SORU : İmam Züfer kimin oğludur. 
CEVAP : İsfahan'da ve Basra'da valilik etmiş olan Hüzeyl adında bir zatın oğludur. 
SORU : İmam-ı Azam'ın Züfer'e verdiği değer büyüktü. Kaç yılında nerede doğdu
CEVAP : Hicretin 110 yılında doğmuş
SORU : Ne zaman nerede vefat etmiştir
CEVAP : 158 tarihinde Basra'da vefat etmiştir. Allah'ın rahmeti üzerine olsun... 
NOT :  İlmihalimizin ibadetlere dair kapsadığı meseleler bütünüyle İmam-ı Azam'ın mezhebine göre yazılmıştır. Bununla beraber bazı önemli meselelerde diğer müctehidlerin mezheblerine de işaret edilmiştir.
 Hanefî mezhebinin ihtilaflı meselelerinde önce İmam-ı Azam'ın sonra İmam Ebû Yusuf'un, sonra İmam Muhammed'in, sonra İmam Züfer'in görüşü ile işlem yapılır. Bu bir esastır. Bunlardan yalnız bazı meseleler ayrı tutulur ki, sırası gelince açıklanacaktır.

ŞEYHEYN : İmam Âzam + İmam Yusuf r.a.
TARAFEYN : İmam Âzam r.a. + İmam Muhammed r.a.
İMAMEYN : İmam Yusuf r.a. + İmam Muhammed r.a.



 2- İMAM MALİK İBNİ ENES (R.A.)

SORU : Ne zaman nerede doğdu
CEVAP : Hicretin 93. yılında Medine-i Münevvere'de 
SORU : Ne zaman nerede vefat etti
CEVAP : 179 tarihinde Medine'de vefat etmiştir. Allah'ın rahmeti üzerine olsun. 
SORU : İmam Malik, müslümanların haklı olarak kendileriyle övündükleri dört büyük müctehidin ikincisidir. Çok yüksek bir ilme, üstün bir zekaya, büyük bir zühd ve takvaya sahib idi. Mezhebi önceleri nerelere yayılmıştı 
CEVAP : Endülüs'e, bütün Mağrib'e (Fas'a) 
SORU : Bugün hangi ülkerede mezhebi görülmektedir
CEVAP : Fas, Sudan, Trablusgarb, Cezayir ve Yemen taraflarında 



3- İMAM MUHAMMED İBNİ İDRİS EL-ŞAFİÎ (R.A.)

SORU : Ne zaman nerede doğdu
CEVAP : Hicretin 150. yılında Askalan'da veya Şam beldelerinden Gazze'de doğmuş
SORU : Ne zaman nerede vefat etmiştir
CEVAP : 240 tarihinde Mısır'da vefat etmiştir. Allah'ın rahmeti üzerine olsun...
SORU : İmam Şafiî soyca hangi kabiledendir. 
CEVAP : Kureyş
SORU : Büyük dedesi kimdir
CEVAP : Büyük dedesi Şafiî gençliğinde Resül-i Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimize kavuşma şerefine ermişti. 
SORU : Dedesini babası kimdir
CEVAP : Onun babası Sabit de, Bedir Savaşı'nda İslamiyeti kabul etmişti. Saygıdeğer bir sahabî idi.
NOT : İmam Şafiî, dört büyük müctehidin üçüncüsüdür. Büyük bir alimdir. Çok büyük bir tefsir ve hadis alimidir. Tıb ilminde şiir ve edebiyatta da ehliyeti vardı.Mezhebi doğu ve batı yönlerine yayılmıştır.



 4- İMAM AHMED İBNİ MUHAMMED İBNİ HANBELİ (R.A.)

SORU : Ne zaman nerede doğdu
CEVAP : Hicretin 164 yılında Bağdad'da 
SORU : Ne zaman nerede vefat etti
CEVAP : 241 tarihinde  Bağdad
SORU : Nerelidir
CEVAP : Şeyban kabilesidendir. Aslen Mervez'lidir. Allah'ın rahmeti üzerine olsun.
SORU :  İmam Ahmed de pek büyük bir alimdir ve dört büyük müctehidin dördüncüsüdür. Hadîs ilminde üstün bir yetkiye sahibdi. Ezberinde ne kadar hadisi şerif bulunduğu rivayet edilir. 
CEVAP : bir milyon 
SORU : "Müsned" adındaki kitabında ne kadar hadis vardır. 
CEVAP : otuz bin 
SORU : Büyük alim Kuhistanî'nin sözüne göre, hadislerin sayısı ne kadardır
CEVAP : elli bin yedi yüzdür. 
SORU : Zühd ve takvası, yüksek ahlakı her türlü övgünün üstünde idi. Mezhebi nerelere yayılmıştır.
CEVAP : Necd ülkesine ve İslam aleminin diğer bazı yerlerine 

EDİLLE-İ ERBAA (Dört Delil) - USUL-İ ERBAA (Dört Esas )
Kitap , Sünnet , İcma-i Ümmet , Kıyas-ı Fukaha
KİTAP : Kur'an-ı Kerîm

SÜNNET :Sünnet'den maksad, Peygamberimizin mübarek sözleri, yaptığı veya yapıldığını görüp de yasaklamadığı işlerdir. Peygamber Efendimizin evvelce yasaklamadığı bir şeyi görüp de ona karşı susmaları, o şeyin meşru olduğunu gösterir.

İCMA-İ ÜMMET :  Ümmet'in icmaından maksad, bir asırda bulunan bütün müctehidlerin bir olayın şer'î hükmü hakkında birleşmeleridir. Peygamber Efendimiz: "Ümmetim (sapıklık) üzerinde toplanmaz," buyurmuştur. Bir hadis-i şerifte de: "Müslümanların güzel gördüğü bir şey, Allah yanında da güzeldir," buyurulmuştur. Onun için müslümanların din varlıklarını temsil eden bütün müctehidlerin bir mesele üzerinde aynı görüş ve fikirde bulunmaları, o meselede şer'an geçerli bir delil, bir hüccettir.

KIYAS-I FUKAHA : Bir olayın kitab, sünnet veya icma-i ümmet ile sabit olan hükmünü, aynı illet ve sebebe, aynı hikmete bağlayarak o olayın tam benzerinde de göstermekten ibarettir.

 Kıyas-ı Fukaha, bir ictihad meselesidir. Bunun meşru ve makbul olması şeriatça sabittir."Ey akıl ve düşünce sahibleri! İbret alınız" (Haşr: 2) mealindeki Kur'an emri buna delildir. Resûl-i Ekrem Efendimiz ümmetinin fıkıh alimleri için böyle bir içtihadı caiz görmüş ve övmüşlerdir.
 Bir örnek gösterebiliriz: Peygamberimiz ashab-ı kiramdan Muaz İbni Cebel'i (radıyallahu anh) kadı tayin etmişti. Peygamberimiz ona: "Ey Muaz, ne ile hükmedeceksin?" diye sorunca:
 - Kitab ile hükmedeceğim, onda bulamazsam sünnet ile hükmedeceğim, onda bulamazsam ictihadımla hükmedeceğim cevabını vermişti.
 Peygamber Efendimiz de bu cevap üzerine: "Yüce Allah'a hamd olsun ki, peygamberinin görevlendirdiği elçisini, peygamberinin razı olduğu şeye kavuşturmuştur," buyurarak memnuniyetini açıklamıştı.

Müctehidler Arasındaki Görüş Farklılığı
büyük zatlardan biri "Azimet-Takva" yolunu, diğeri de bir "Ruhsat-Müsaade" yolunu seçmiştir. Böylece mü'minlerin önüne geniş bir rahmet sahası açılmıştır. İşte: "Ümmetim arasında bulunan görüş ayrılıkları bir rahmettir", hadis-i şerifi ile buna işaret buyurulmuştur.

SORU : İslam hukukuna ait ilme ne denir. 
CEVAP : Fıkıh

 Bu saygıdeğer dört müctehide, Eimme-i Erbaa (Dört İmam) denir. İmam-ı Azam'dan başka üçüne de, Eimme-i Selâse (Üç İmam) denir.