Sahibini Bulan Para
Geçmiş zamanın birinde çevresi tarafından sevilen, sayılan, ahlâklı, dürüst bir tüccar vardı. Bu adam, sözünün eri, kimseyi aldatmayan, söz verdiği zaman mutlaka onu yerine getiren, borcuna son derece sadık birisiydi. Bu sebeple de onunla iş yapan kimseler asla bir tereddüt içine girmiyorlardı.
Bu tüccara bir gün çok acil nakit lâzım olmuştu. Komşu memleketten mal sipariş etmişti ve o malları alması için de para bulması gerekiyordu. Kendisine lâzım olacak parayı verebilecek bir esnaf arkadaşı vardı. Meseleyi ona açtı. Arkadaşı borç vermekte hiç tereddüt etmedi. Çünkü onu çok iyi tanıyordu. Daha önce de aralarında borç alışverişi olmuştu ve herhangi bir problem yaşanmamıştı. Arkadaşı ona parayı verirken şöyle dedi:
- Yanlış anlama. Birbirimize güveniriz, sen de biliyorsun. Ama yine de borçlarda bir şahit göstermek âdettendir. İstersen aramızda bir şahit tutalım.
- Şahit olarak Allah yeter, başka şahide gerek var mı?
- Peki o zaman bana bir kefil gösterebilir misin? Dünyanın binbir türlü hâli var.
- Sen merak etme. Kefil olarak Allah yeter. Başka kefil aramaya gerek yok.
Adam, arkadaşına hak vermişti. Doğru ya, Allah'tan daha iyi şahit ve kefil elbette olamazdı. Zaten arkadaşına da güveniyordu. Aralarında paranın ne zaman ödeneceği konusunu konuştular ve ayrıldılar.
Adam yolculuk için hazırlıklarını tamamlamıştı. Onların memleketinde ticarî seyahatler gemiyle yapılıyordu. Gemiye bindi ve komşu memlekete vardı. Hemen mal aldığı şirkete gitti, arkadaşından almış olduğu borç parayla ödemesini yaptı. Bu sırada yanında getirmiş olduğu malları da sattı ve aldığı borçtan daha fazla para kazandı.
Artık memleketine geri dönebilirdi. Ancak o da ne! Aksilik bu ya, yaşadığı memlekete sefer yapan tek gemi vardı ve o da arıza yapmıştı. Bu nedenle deniz seferleri belirsiz bir tarihe kadar iptal edilmişti. Aradan günler geçti, ama gemideki arıza hâlâ giderilememişti. Şimdi ne yapacaktı? Arkadaşına ödeyeceği borcun günü de iyice yaklaşmıştı. Vaktinde ödeyeceğine dair söz de vermişti. Ne yapayım, ne edeyim derken sahil kenarında yürürken gözüne bir kütük ilişmişti. O anda aklına şu gelmişti:
- Ben bu kütüğün içini oyayım ve borcumu içine koyup üstünü kapatayım. Bir de arkadaşıma durumumu anlatan bir mektup yazayım. Daha sonra ise kütüğü denize bırakayım. Aramızda şahit ve kefil olarak Allah'ı bırakmıştım. Inşaallah Rabbim bu kütüğü arkadaşıma ulaştırır.
Adam, düşündüklerini yerine getirdi. Kütüğü denize bıraktı ve yana yakıla Allah'a şöyle yalvardı:
- Rabbim! Sen de biliyorsun ki, arkadaşımdan borç aldım. Arkadaşım benden şahit ve kefil istedi. Ben de, “Şahit ve kefil olarak Allah yeter." dedim. Ancak geminin arıza yapması sebebiyle borcumu zamanında ödeyemeyeceğim. Sen benim kefilim olduğun için borcumu sana ödüyorum. N'olursun ya Rabbi, Sen de bu parayı arkadaşıma ulaştır.
Denize bırakılan kütük, deniz üzerinde yalpalaya yalpa- laya yol aldı ve gözden kaybolup gitti. Bu sırada borcu veren adam da her gün limana geliyor ve arkadaşının gelip gelmediğini soruyordu. Sözleştikleri gün gelmişti. Adam hemen limana geldi. Borç verdiği arkadaşı bu gün mutlaka gelmeliydi. Çünkü öyle sözleşmişlerdi. Ancak bütün araştırmalarına rağmen adamı bulamadı. Hayret ve şaşkınlık içindeydi. Acaba ne olmuştu? Arkadaşının başına bir şey mi gelmişti? O ne yapar ne eder sözünü mutlaka yerine getirirdi.
Bu duygu ve düşüncelerle sahil kenarında yürürken ayağına bir şey takıldı. Yere eğilip baktı. Yerde bir kütük vardı, üzeri de hafif açılmıştı. Merak edip kütüğü aldı ve içine baktı. Bir de ne görsün! içinde bir miktar para ile bir de mektup vardı. Mektubu hemen açıp okudu ve mektubu yazan kişinin arkadaşı olduğunu anladı. Parayı da alıp cebine koydu ve Rabbine şükretti.
Günler sonra gemi tamir edilmiş ve tüccar adam da memleketine dönmüştü. İlk iş olarak borç para aldığı arkadaşının yanına gitti. Göndermiş olduğu kütüğün arkadaşının eline geçtiğinden haberi yoktu. O. borcu kadar parayı yanına alıp arkadaşına getirmişti. Arkadaşı başından geçenleri kendisine anlatınca ikisinin de şükürleri ve Allah'a bağlılıkları bir kat daha artmıştı.
Kıssadan Hisse
1. Allah, özü sözü doğru kimselerin her zaman yanında olmuştur. İnsan devamlı surette Allah'a güvenmeli, O'na tevekkül etmelidir. Ancak sebepler planında ne yapılması gerekiyorsa onu da yapmalıdır.
2. İhtiyaç sahibi bir kimseye borç vermek güzel bir davranıştır. Bu. borç veren kişinin faziletli bir insan olduğunu gösterir. Kim olursa olsun herkes bir başkasından borç isteyecek hâle gelebilir. İnsanlar birbirlerine muhtaç varlıklar olarak yaratılmıştır. Ancak borç alıp verirken mutlaka şahitler tutulmalı veya borç yazıya geçirilmelidir. Bu, bir güvensizlik değil, aksine tarafların birbirine yapmış olduğu bir güven sağlamasıdır. Ayrıca borçlanmalarda az da olsa çok da olsa yazmak, zaten Kur'ân'ın bir emridir.9
Borç, normal şartlarda müminin kaçınması gereken bir husustur. Zira borçta kul hakkı söz konusudur. Kul hakkı ise, ancak şahsın helal etmesiyle ödenebilecektir. Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), üzerinde borç olduğu hâlde ölen bir sahabinin namazını, ancak onun borcunu bir başka saha- bi ödediği veya ödemeyi üzerine aldığı zaman kıldırmıştır. Ölümün vakti ve saati bizim açımızdan meçhul olduğuna göre, zorda kalıp sıkışmadıkça borç altına girmemek, akıllı bir müminin takınacağı en güzel tavırdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder