Soru
- İşlediğim günahlar yüzünden, cehenneme atılma korkusu, Rabbime karşı düşman gözüyle bakmama sebep oluyor. Bu manevî hastalıktan kurtulmak için neler söylersiniz?
Cevap
Bu duygunun şeytana ait olma ihtimali yüksektir, ancak kişi bunu kalbinden zannedebilir. Zaten şeytanın da istediği budur.
Kişi, her ne olursa olsun, tövbe eder ve günahlardan uzak durmayan çalışır. Ayrıca günahın kişiyi dinden çıkarmayacağını bilmeli ve günahı kendi özgür iradesiyle yaptığının farkına varmalı.
Günah mümini dinden çıkarmaz. Tövbe kapısı son nefese kadar açıktır.
Günahların sel gibi insana hücum ettiği ahir zamanda yaşıyoruz. Siz değil, toplumun büyük bir kısmı, günahlara girmekten dolayı, Allah’a sığınmaktadır. Aslında günaha girmek çağımıza özgü değil, insanın fıtratına kötülüğü isteyen ve günahtan hoşlanan “nefis” denen bir duygu konmuştur. İnsan nefis sayesinde hayır ve şer işlemeye uygun olarak yaratılmıştır.
İnsanda vicdan, merhamet gibi müspet duygular bulunduğu gibi, müsbete yönlendirilebilen ve bu durumda pek çok hayır ve iyiliklere sebep olan şerre yönlendirilince şerre sebep olan akıl, öfke ve şehvet gibi duygular da vardır. Allah pek çok hayır için bu duyguları insanın fıtratına koymuştur.
Ebedi hayata namzet olan ve imtihan için dünyaya gönderilen insanın duygularına bir sınır konmamış. Ta ki insan yüksek ve engin duygularla hem iki hayatını kazansın hem de aynı zamanda topluma, çevresine, iki dünyasına zararlı olan şeylere karşı da kendisine sınır koysun, iradesini güçlendirsin, kemale erişsin.
Aksi hâlde, insan ile hayvanın farkı kalmayacağı gibi dünya hayatında huzur ve güven yok olacaktı.
İnsanın her zaman iradesine sahip çıkması kolay olmadığından dolayı, dünyada huzur ve güveni sağlamak ve insanlığın gelişimine yardımcı olmak için yasalar getirilmiş, yasaklar konulmuş, cezalar belirlenmiştir. Mesela hırsızlık, trafik kurallarını ihlal, vergi ödememe, ahlaka aykırı davranma vb gibi yasakları ihlal edenlere devlet yüksek cezalar veriyor. Veya ders çalışmayan, okula gitmeyen, saygısızlık yapan, zararlı alışkanlıklar edinen çocuklara da anne-babaları kızıyor veya ceza verebiliyor.
İnsanlığın büyük bir kısmı, bu yasaklardan dolayı huzur ve güven içinde yaşarken, çocukların yine çok büyük bir kısmı bu yasaklar ve cezalardan dolayı güven içinde büyüyüp yetişkinliğe sağlıklı adımlar atarken, yasaklara riayet etmeyenler, cezaya çarpılanlar da polise, kanunlara kanun koyuculara, anne-babalarına kızmaktadırlar.
Oysaki yapmaları gereken, kızmak değil, kendi iradelerine hakim olmak, sorumluluklarının bilincine varmak, hatta kendilerini tehlikelerden koruyan ebeveynlerine teşekkür etmektir.
Görüldüğü gibi, burada kanun koyucular veya anne-babaların merhametsizliği söz konusu değil, iradesine sahip çıkmayan insanın sorumsuzluğu söz konusudur.
Aslında bu gerçeği bilen çocuk, işlediği herhangi bir suçtan dolayı, annesinin tokadını yemesine rağmen, yine de kendisini onun kucağına atar. Çünkü bilir ki, annesi o anda kendisine ceza verse de çok merhametli ve şefkatlidir. Bebeklikten ölünceye kadar sürekli şefkat, sevgi ve merhametini eksik etmez ve her davranışında bunu gösterir.
Bizi yoktan yaratan, anne-baba gibi şefkatle donattığı iki insanın merhametli elleriyle büyüten, dünya ve içindeki tüm nimetleri ayağımıza seren, günah işlediğimizde, kendisine karşı asi olduğumuzda bile “tövbe edin affedeyim” diyen Allah'ın merhameti kahrından daha büyüktür. Bakınız sonsuz rahmet sahibi olan yüce Allah ne diyor?
“De ki: Ey günah işleyerek kendilerine yazık eden kullarım! Allah'ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin! Çünkü Allah, bütün günahları bağışlar. Şüphesiz o, çok bağışlayıcıdır, engin merhamet sahibidir.” (Zümer, 39/53)
Böyle bir Allah, düşmanlığa değil, sevgiye layıktır.
Ayrıca madem bizim yaratıcımız Allah’tır, o zaman neyin iyi neyin kötü olduğunu en iyi bilen de Allah’tır. İyi ve kötünün, hayır ve şerrin ölçüsü Allah’ın emri, peygamberin sünneti, toplumun iyi veya kötü görmesi ve insanda bulunan “Vicdan”dır.
Bakın sizin vicdanınız yaptığınız günahlardan dolayı rahatsızdır ki korkuyorsunuz. O zaman, kötü olan bir şeyi yaptığımız için cezaya maruz kalmak da zülüm değil ki Allah’a düşmanlık edelim.
Sizin sorunuzdan anladığımız kadarıyla, siz -haşa- yaratıcımız olan Allah’a düşmanlık etmiyorsunuz, sıfatlarını tam bilmediğiniz veya yanlış bildiğiniz bir Allah’a kızıyorsunuz. Çünkü inandığımız Allah kimseye -haşa- zulmetmez, mutlak adalet ve sonsuz bir şefkat sahibidir.
Bundan dolayı bize düşen şey, öncelikle Allah’ı hakkı ile tanımak ve ona tüm sıfatları ve isimleri ile teslim olmak gerekir. Kalbin iman konusunda tatmin olması çok önemlidir.
Nitekim İbrahim (as) yüce Allah’tan ahirete iman konusunda kalbinin tatmin olmasını istemiştir. (bk. Bakara, 2/260) Kalp tatmin olunca, insan hem az günah işler hem de şüphelerinden kurtulur.
Bunun dışında irademize sahip çıkmak, günahlardan uzak durmaktır. Günah işlediğimizde ise, Allah’ın merhametine inanarak tövbe etmektir.
Tövbe aslında insanın yeniden Allah’a sığınması, onunla kalbi bir muhabbete girmesi ve onun varlığını ruhunda hissetmesidir.
Bazen günahların ardından yapılan tövbeler, kişinin Allah’a daha fazla yaklaşmaya vesile olur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder