Drop Down MenusCSS Drop Down MenuPure CSS Dropdown Menu -->

28 Nisan 2020 Salı

HAVAİ ADALARININ İSTİLASI VE İLHAKI


HAVAİ ADALARININ İSTİLASI VE İLHAKI 1
Washington'daki Osmanlı Başkonsolosu Münci Bey'in Havai raporu kadim Anglo-Amerikan cibilliyetini ve senaryolarını çarpıcı bir surette ortaya koyuyor.,
Sen neymişsin be Amerika!..

"Amerika'da halkın çoğu muhakemeden mahrumdurlar, kıyas yapamazlar. Bu sebeple, Havai'nin gerçek hikâyesine vâkıf olamadıkları; bir hayli zaman geçtiği için misyoner­lerin güzel vaatleriyle kötü icraatları arasındaki tenakuzun farkına vara­madıklarından, dini de kullanarak yapılan propaganda ile sonuçta, Amerikan hükümeti Havai adalarını istila ve ilhâk etmek üzere harekete geçmiştir." her hafta bu adaya bir gemi dolusu yiyecek satmaya muvaffak oldu. 1869’da Zulu yerlilerine sattıkları pulluk da, misyonerlerin daha ön­ceki tüm harcamalarım sollayacak bir gelir elde etmelerini sağladı.

Atlas Okyanusu’nda bir Orta Amerika ülkesi olan Havai’nin Amerika tarafından iç ediliş hi­kâyesini; Washing- ton’daki Osmanlı Başkonsolosu Münci Bey’in kalemin- en öğrenece­ğiz. Ameri­ka'nın günü­müzdeki fa­aliyetlerine de ışık tu­tan bu tarihî belge, ortaya koyduğu çarpıcı gerçeklerle; dinin siyasî ve ekonomik girdiler için nasıl kulla­nıldığının sayısız delillerinden sade­ce birisidir.
Bu arada; Münci Bey’in anlattıkla­rının, Amerika’nın en önemli mis­yoner örgütü olan ve 1819’da Os­manlI ülkesine ayak basan Ameri­can Board Misyonerlik Arşivi’ndeki çok sayıda te’yidin Prof. Dr. Uygur Kocabaşoğlu tarafından “Kendi Belgeleriyle Anadolu’daki Ameri­ka” adıyla kitaplaştınldığını biliyo­ruz.1 Uygur Kocabaşoğlu’nun bu ar­şivde bulduğu belgelere göre; Pasi­fik’teki Güney Denizi adalarına ilk çıkışında buraya dört misyoner ve yirmi çeşitli meslek mensubu bıra­kan Amerika, kırk yıl sonra hemen her hafta bu adaya bir gemi dolusu yiyecek satmaya muvaffak oldu. 1869’da Zulu yerlilerine sattıkları pulluk da, misyonerlerin daha ön­ceki tüm harcamalarım sollayacak bir gelir elde etmelerini sağladı.

Fazlasıyla geri aldık
1908’de “Daybreak in Turkey” (Türkiye'de Tan Vakti) adlı bir ki­tap yazan American Board dış ilişki­ler başkam Jemas L. Barton, Doğu­nun ürünlerinin kendilerine ve kendi ürünlerinin Türkiye’ye Ame­rikan misyonerlerince yetiştirilen genç nesil tarafından getirildiğini belirterek: “Sık sık ifâde edilmiş olduğu gibi; Türkiye'deki Ameri­kan kolejlerini kurmak ve destek­lemek için Amerika'dan gönderi­len paranın; bu ülkeyle artan ti­caret sayesinde; yüklü faiziyle bir­likte, fazlasıyla geri alındığını söylemek doğru olacaktır" diyor­du. American Board’un 1 Aralık 1833’te Ortadoğu’ya gönderdiği ta­limat ise tam bir ibret belgesidir: “Bir fetih savaşma girmiş asker­ler olduğunuzu unutmayın. Bu mukaddes ve vaadedilmiş toprak­lar silahsız bir haçlı seferiyle geri alınacaktır. ”
Asıl mevzumuza dönecek olur­sak; Washington’daki Osmanlı Baş­konsolosu Münci Bey’in, 20 Ağus­tos 1897 tarihli raporunu, dilini bi­razcık sadeleştirerek aynen nakle­diyoruz

Ne Bedbahtlık
“Atlas Okyanusu’nda, Havai adıy­la bilinen sekiz adet ada halkının ö- zel bir hayat tarzına sahip oldukları bilinmektedir. Havai adaları ne bir dine, ne de bir medenî kanuna sa­hip olmayarak; kabiliyetleri nispe­tinde bir İçtimaî bağ (rabıta) ile, mesud bir şekilde yaşamakta iken; her nasılsa bundan altmış-yetmiş sene evvel vatanları, Amerikan Pro­testan misyonerlerine merkez ol­mak gibi bir bedbahtlığa uğramıştı.
Misyonerler ki, -dinlerini menfaat kazanmaya, musîbet saçmaya âlet etmiş bir gürûhdur- nadir ve latif nebatat (bitkiler) yetiştirebilen bir toprağı, mutedil bir iklimi ve müla­yim mizaçlı ve itaatkâr bir halkı da bulunca; harisâne bir şekilde iştahla­nırlar. Saldırgan emellerini, dinlerini yaymak şeklinde göstererek, kısa za­manda Havai adalarım Luther dinine (Protestanlığa) tâbi ederler. Misyo­nerler bu vesile ile bir kere pençele­rini halkın vicdanına kadar uzatarak onlara, bütün arzularmı dinî bir emir olarak sunmakla kalmaz, hü­kümdarlarım da; Haç’a (Hristiyanlı- ğa) nispet ettikleri her emre uydu­rur, Haç’ın önünde baş eğdirirler.

Hükümdarı aldattılar
O zamana kadar, hiçbir yabancı­lım Havai’de toprak alma haklan ve topraklan yok iken; daha mükem­mel bir şekilde Hristiyanhğı yay­mak için toprak alma ve yerleşme­lerini dinlerinin icâbı olduğunu söyleyerek ve diğer hileleri kullana­rak Havai Hükümdan’ndan bu imtiyazı almayı başardılar. İşler o dere­ce ileri gitti ki, asıl emellerini ger­çekleştirme zamanının geldiğine ayne’l yakın inandıklarından, geçi­ci olarak Amerika’ya dönerek kilise ve salonlarda toplantılar yapmağa başladılar.
Konferanslarında; Havai adaları­nı dinsiz iken protestan, vahşi iken medenileştirdiklerini öyle samimi bir dille anlattılar ki; bir çok yerde olduğu gibi özellikle Amerika’da dinlerine özel zaafı olan halktan, fa­aliyetlerini kolaylaştırmak ve yay­gınlaştırmak için pek külliyetli mik­tarda para toplamaya nail oldular. Amerika halkının dinî hislerini kul­lanarak topladıkları yardımlar, öyle garip ve hayret verici bir manzara arzediyor ki, anlatılması ilginç olur. Mesela, bu gibi toplantılara katıl­mış bulunan kadın ve erkek her­kes, Hristiyanlığın başarılarını du­yarak meftûniyetlerinden o derece kendilerinden geçerler ki, bazıları üzerindeki küpe, yüzük, madal­yon, broş gibi mücevherlerini; al­tın saat, kıymetli eşya ve paralarım bağışlıyorlar, bazılan da bin veya birkaç bin dolarlık çek yazarak ko- nuşmacdara takdim ediyorlardı. Bir bölümü de, oracıkta yazdığı bir özel senet Üe emlâk ve arazisinden bir kısmını, hatta kendi hanesini bağışlıyordu. İşte o vakit ki, vicdan- lan satın almak suretiyle hediye ko­parma geleneği de, bu şeküde baş­lamıştır.

Şeker Kamışı
Bunlar öyle olaylardır ki; mübala­ğadan uzak, açık belgelere dayalı o- lup, 11 Temmuz 1313 (23 Temmuz 1897) tarihli ve 67 numaralı arizam ile birlikte gönderdiğim New York Herald gazetesi bu gelişmeleri doğ­rulamaktadır. Elhâsıl, belirtildiği ü- zere halktan toplanan milyonlarca dolar, Havaililerin dinî itikatlarım güçlendirmek ve medenîleşmeleri­ne (medeniyette terakki etmeleri­ne) tahsis edilmek üzere, Havai’ye götürülmüştü. Fakat misyonerler Hristiyanlaştırma şartım tamamiyle suistimâl ederek, bu paralan kendi hesaplarına arazi satın almaya has­rederler. O vakitler Havai’de arazi çok kıymetsiz olduğu için bu mil­yonlar, adanın büyük bir bölümünü almalarım sağlar. Misyonerler bu dakikadan itibaren papazlığa çiftçi­liği de ekleyerek, malikânelerinde, en çok verim alabilecekleri şeker kamışı yetiştirmeğe, tarım işçiliğin­de mahallî ahalîyi istihdam etmeğe başlarlar. Bîçare halk; sahibi bulun­duktan memlekette tüm haklarım kaybettikleri, önceleri efendi iken, şimdi köle oldukları halde bunun farkına bile varmazlar. Gözlerini, cehâlet ve özellikle misyonerlerin çektikleri siyah perde ve sis tama­mıyla kapamış olduğundan bu deği­şiklikleri, din ve âhiret saadetine ulaşmama bir nişanesi sayarlar.


HAVAİ ADALARININ İSTİLASI VE İLHAKI 2 
Mikropla İmha
Fakat aradan çok zaman geçmez. Dimağların bu yanlış idraki son bu­lur. Önce misyonerler her ne kadar adaların sahibi olsalar da, çoğunluk Havaililerde olduğu için, bir gün boyunlarına geçirdikleri esaret zin­cirini kırmak adına isyan etmeleri ve kendilerini adalardan kovmaları­nın muhtemel olduğunu düşüne­rek; yine din ile beraber medeniyet noktasından gördükleri lüzumu da gerekçe göstererek Havai hüküm­darından aldıkları izni kullanıp ada­ların kapılarını Amerika’dan, Japon­ya’dan ve diğer ülkelerden gelen muhacirlere açmak suretiyle Havai­nler aleyhine yeni bir tür işgal baş­latırlar. Bu iskânlarla, düşündükleri mahzur ortadan kalkacak olsa da bununla da yetinmeyerek; Havaili- lerin varlıklarını bile kendileri için tehlikeli gördüklerinden ve kötülü­ğün en ağırını yapmadıkça rahat edememe tıynetinde olduklarından; aslî unsurları (Havailileri) yok et­mek için; Havai adalarının havası­nın bulaşıcı hastalıklara iyi geldiği propagandası ile; frengi, uyuz ve benzeri bulaşıcı hastalık taşıyan bir­çok kimseyi de bu muhacirlerin araşma katıp bölgeye yerleştirirler. Ve bunlarla iç içe yaşayan yerel hal­ka, bu bulaşıcı hastalıkların tama­mım aşılayarak, onları ölüme mah­kum ederler.

Maskara oldu
Havaililer’in bu sırada akılları baş­larına gelirse de heyhât. Canlarını ölümün pençesine teslim etmek üzere olanlar; hukuklarını işgalci­lerin elinden nasıl kurtarabilirler? Çok gariptir ki, ne Allah'ın hesap soracağından ve vicdanların kana­yan yarasından ve ne de tarihten korkmayan papazlar; ahâlinin bu durumundan istifade etmek sevda­sına düşerler. Hatta, Havai’nin “göçmen kabul etme” kapışım Ha­vai kraliçesi’nin açtığını ve bu ne­denle meydana gelen musibetlere onun sebebiyet verdiğini ileri süre­rek; yerli halka silah ve cephane te­min edip, onları bir gün Kraliçe'ye, diğer gün Havai’ye gelen yabancı göçmenlere karşı savaştırırlar. Bu kışkırtmaların sonucu iç savaş ve çatışmalar yaşanır. Bir çok ocak sö­ner, çok miktarda kan dökülür. So­nuçta adalara iskân edilen ahâli, bir odaya toplanarak, kavgalar anlaş­mayla sonuçlandırılır. Kraliçe ise, tahtından indirilerek bazı büyük mahfillerin eğlencelerine gülme malzemesi olmak üzere Washing- ton’a gönderilir. Bütün bu olanlar­dan sonra Havai’de, krallık cumhu­riyete dönüştürülerek; Mister DOLL adlı biri cumhurbaşkanı ilan edil­miştir.

Siyasi deprem
Misyonerler, vaktiyle misafir ol­dukları adaların, daha sonra yöneti­mini de ele almışlar, zararlı gördük­leri kimselerin tamamım bölgeden sürerek; doğal kaynakların tamamı­nı kendi üzerlerine geçirmişlerdir. Bu müstevliler kayıtlı misyonerler iken milyoner; tâbi iken metbuu’ olmuşlardır. Hakimiyetlerini bu şe­kilde pekiştirirken son zamanlarda ortaya çıkan bir gelişme, adalarm si­yasî talihi açısından tam bir deprem oldu. Sizin de bildiğiniz üzere; ABD'de Demokrat Partinin iktidar­dan düşmesiyle görevi Cumhuriyet Partisi aldı. Bu parti Amerikan devle­tinin kabul ettiği Monreo doktrini uyarınca Amerikan silahlı kuvvetle­rinin istilâ amacıyla Amerika dışına çıkmayacağını söylemişti. Halbuki, Havai’nin muhtelif türlerde ve çok kaliteli şeker kamışı istihsaline sa­hip bir bölge olması; Amerika’da kurulan sanayi ve umûm ihtiyaçlar için Küba ve Filipinler’den gelen şeker kamışının iç çatışmalar nede­niyle kullanılamaması sebebiyle, Havai şeker kamışının büyük ilgi göreceği ve milyonlarca dolar para edeceğinin açıkça anlaşılması üzeri­ne misyonerler, bu fırsattan istifade ile mahsullerini yeni tarifeden sat­mak istemişlerdi. Havai’nin bağım­sız olması, onların kârlarını sekteye uğratacağı gibi, Havai’ye bu parala­rın transferini zorlaştıracaktı. Çare olarak bölgenin ABD’ye ilhakı (ka­tılması) düşünüldü. Fakat mevcut o- lan Kanun-u meşhûr (Monreo dok­trini) Amerika'nın; Amerika kıt’ası dışında bir ülkeyi istilâ ve ilhâkma izin vermediğinden, maksatlarına ulaşmaları bu durumda çok zor gö­rünmekte idi. Fakat, bir milleti hile ile vatanlarından mahrûm etmek, onları yeni bir milletin parçası ol­duklarına inandırmak ve yeni bir vatan kabul ettirmek hayli zor olsa da; akla hayale gelmeyecek adi yön­temler bu adamların ihtisas alanları­dır.
Nitekim, gayelerine ulaşabilmek için Havaililer’in başlarına dert et­tikleri o meşum vasıtayı yani Hristi- yanlığı kullanarak, üç-beş papaz ve onların yerli yardakçılarım Ameri­ka’ya çağırdılar. Bütün maharetleri­ni ve dillerini kullanarak propagan­daya başladılar. Kilise ve salonlarda yaptıkları toplantılarda; Havai halkı­nın krallık döneminde de, cumhuri­yet döneminde de, ahlâken düzelti- lemediklerini, bunun mümkün ol­madığı, hatta birtakım bulaşıcı has­talıkların pençesine düşüp mahvol­duklarını; bütün bunlardan kurtarı- labilmeleri, uçurumun kenarından dönebilmeleri ve saadete erebilme- leri için, sert ve güçlü bir hüküme­tin kontrolünün gerektiğini anlatıp durdular. Havai adalarının ABD’ye ilhakının ve ABD’nin bu sert önlem­leri uygulamasının dinî bir görev ol­duğunu ileri süren propagandalarla beyin yıkadılar.

Ve ilhâk
Amerika’da halkın çoğunun göz­leri kapalıdır, kendileri göremez. Nazar ve dikkatlerini, bu tür nutuk­ların etkisiyle belirlerler. Özellikle muhakemeden mahrumdurlar, kı­yas yapamazlar. Bu sebeple, Hava- i’nin gerçek hikâyesine vâkıf olama­dıkları; bir hayli zaman geçtiği için misyonerlerin güzel vaatleri ile kö­tü icraatları arasındaki tenakuzun farkına varamadıklarından, dini de kullanarak yapılan bu propaganda i- le Amerikalılar harekete geçer. Bu da Hz. İsa'nın temsilciliği yerine, İb- lis’in vekilliği görevini ifâ eden ha­tiplerin bekledikleri neticeyi sağla­mış ve sonuçta Amerikan hükümeti Havai adalarım ilhak etmek üzere harekete geçmiştir. Gerçi karardan dolayı Havai’de, nüfusları 15.000 kadar olan Japonların haklan konu­sunda; Japonya ile ABD arasında bir ihtilaf ortaya çıkmış ise de, kısa bir süre sonra bu ihtilâf da giderilerek ilhakın artık kaçınılmaz olduğu ba­sın yoluyla dünyaya duyurulmuş­tur.
Havai adalarının bu fecü tarihini yazarak, Padişaha takdim edişimin üç sebebi vardır:
-Amerika’da mutlak kanun olan (Monreo doktrini) geçerli değildir.
-Misyonerlerin, ABD ve kamuo­yu üzerinde mutlak kanunlan bile değiştirebilecek kadar güçlü bir ko­numlan vardır.
-Osmanlı ülkesinde de benzerle­ri mevcûd ve zararlan belgeli Ame­rikalı misyonerlerinin daha ne gibi melânetlere kabiliyetli bulundukla­rının meşhur bir örneğini sunmak istedim. Bu mühim konulan önemi­ne binaen, bundan sonra da nazar-ı ekremîlerine (Sultan II. Abdülha- mid’e) tafsilatlı bir şekilde takdime devam edeceğim.”


"Hz. İsa mebusluğu sıfatıyla iblis vekilliği..."
Bahr-ı muhît-i Atlasî'de kâin olub umûmiyetle Havâ- î Adalan tesmiye olman sekiz kıta cezire halkımın nev'-i beşer hakkında izhâr itmiş oldığı tecelliyât-ı mahsûsa âsârın- dan olan anâsır-ı mahsûsa mâlik bir nev' ahâlî ile meskûn ol­dukları ve ahâlı-i merkûme ne bir dîne ve de bir kânûn-ı me­denîye mâlik olmayarak fakat necîbe-i kavmiyyeleri nisbetin- de bir râbıta-i içtimâ'iyye ile mes'ûdâne yaşamakda buhnduk- lan hâlde nasılsa bundan altmış yetmiş sene evvel vatanları Amerika Protestân misyonerlerine makarr olmak gibi bir bed­bahtlığa uğramış idi. Misyonerler ki diyâneti cerr-i menfa'ate ve belki îrâs-ı musibete âlet itmiş bir gürûhdur. Nebâtât-ı nâdi­re ve latife yetiştirici bir kuwe-i inbâtiyye ile Şarka hâs bir ik- lîm-i mutedili ve pek mülâyim mizâclı gâyet muti' müteessi- rü't-tabî' ahâlîyi hâvi olan cezâyir-i mezbûre gibi nercivan-ı bî- bahânede bulınınca harîsâne bir sûretde iştihâlanırlar. Tatbîk- i âmâl-i müte'arnzânelerine neşr-i diyânet sûretinde bed'an i- derek az zemânda tarafından Havâiyûnî Luter dînine tâbi’ i- derler. Merkûmûn bu vech ile bir kerre pençelerini ahâlînün tâ vicdânına kadar uzatmalarıyla bi'l-cümle heveslerine bâzîçe itdükleri gibi salîb huz.ûrında serfürû itdürdükleri hükümdârla- nnı dahi salibe nisbet itdüklerı her arzularına mahkûm itmekden bi't-tâbi' mahrûm kalmazlar. Ez an cümle ecnebilerim Ha- vûî'de hakk-ı istimlâkleri mevcûd değil iken daha mükemme­len neşriyyât-ı dîniyyede bulınabilmek içün te'sîs ikâmet ve ta­vattun îcâb-ı dînî oldığından bahisle ve desâis-i şâire isti'mâ- lıyla hükümdâr-ı müşârun ileyhden bu imtiyâzı istihsâl iderler. Ameliyyât bu derece ileri gitdiği gibi asıl menvî-i zamirlerimin icrâsı zemâmnun hulûl itdiğini teyakkun eyledüklerinden mu­vakkaten Amerika'ya avdetle kiliselerde ve hollerde menfiyet- ler virmeğe başlarlar. Konferanslarında Havaili bî-dîn iken Protestân ve vahşî iken muhâsin-i ahlâk ile techîz ve kâmrân eyledüklerini öyle bir lisân-ı ihlâs ile nakl iderler ki ekser yer­lerde oldığı gibi bi'l-hassa Amerika'da dîn husûsi en za'îf ha- sîsası olan ahâlîden teshîl-i tevessü' teşebbüsleri vesilesiyle pek külli i'ânât-ı nakdiyye dercine nâil olurlar. Hissiyât-ı dîniy- ye sâikasıyla i'tâ idilen i'ânât burada ekseri pek garîb oldığı kadar şâyân-ı hayret bir vech ile vuku' bulur ki tezkâra sezâ- vârdur. Meselâ o gibi menfiyetlerde hâzır olmış bulman kadın ve erkek halk daha henüz nutukla îrâd olınmak üzre iken mu- vaffakıyât-ı merviye-i nasrâniyyeyi işitmelerini müte'âkıb mah- zûziyyetlerinden gışş olmış veya tenvîm idilmiş hâline gelerek bir kısmı üzerlerindeki küpeli yüzük, madalyon, broş gibi mü- cevherâtlarını ve altun sâ'at ve kordonlarıyla ceplerindeki pa­ralarım bağışlar. Ba'zılan da bin veya birkaç bin dolarlık çek yazarak hutebâya takdim ider. Bir takımı dahi oracıkda yazdı­ğı bir sened-i mahsûs ile emlâk ve arâzîsinden bir kısmını ve hattâ kendi hânesini teberru' eyler işte o vaktki hedâyâ-yı va- cidâniyye dahi bu sûretle vâki' olmışdur. Bunlar öyle vuku ât- dur ki mübâlağadan ârî tahkîkât-ı mevsûkeye müstenid ve on gün evvelki bir mislinden bâhis olan 13 Temmuz sene [1J313 târîhlü ve 67 numarolu arîza-i bendegânem ile melfûfı Niyork Herald'un (Newyork Herald Trübine) bir küpüri muhteviyatı sathını sâdıkâne müeyyeddür elhâsıl vech-i ma'rûz üzre de- fe'ât-ı adîdede dere olman milyonlarca dolarlar Havâîlilerün te'bîd-i i'tikâdât-ı dîniyye ve terfîh-i ahvâl-i medeniyyelerine tahsis idilmiş olmak lâzım geleceği muhtâc-ı arz ve tezkâr de- ğildür. Fakat Misyonerler şart-ı ihdâyı temâmıyla sû-i isti'mâl i- derek kendi hisâblanna arâzî mübâya'âtın hasr iderler ol vakt ise Havâî'de arâzî pek kıymetsiz olmağla bu milyonlar adala­rım tasarruf-ı kısm-ı a'zammı te'mîne kifâyet eyler. Misyoner­ler bu dakikadan i'tibâren papaslığa ikinciliği ilâve ile mâlikâ- nelerinde en ziyâde müsta'idd oldığı şeker kamışı mahsûlâtı yetişdirmeğe ve çiftde ve sapanda ahâlî-i mahalliyeyi istih- dâm itmeğe ibtidâr iderler. Bîçâre ahâlî sâhibleri bulınduklan memleketde bigâne kalduklan gibi evvelce efendi iken şimdi hizmetkâr oldukları hâlde bunun farkına bile varamazlar. Gözlerini cehâlet bürümüş ve husûsiyle Misyonerlerim çek- dükleri perde-i siyâh-ı desâyis kâmilen kapamış oldığmdan şu inkılâbı bi'l-aks sa'âdet-i dünyevîye ve uhrevîyeye mazhariyyet nişânesi sanırlar. Lâkin aradan çok zemân geçmez zu'mlan- nun butlânı sübût bulur. Ya'ni Misyonerler her ne kadar ada­larım mutasamf-ı hakîkîsi olurlarsa da ahâlî Havcolilerden mürekkeb kaldukça birgün bunlarım boyunlarına geçen rib- ka-i esâreti atmak üzre kıyâm ve kendilerini adalardan tard ve ihrâc eylemelerini muhtemel add itdüklerinden yine dîn ile be­raber medeniyyet nokta-i nazarından gösterdükleri lüzûm ve hükümdârdan istihsâl itdükleri me'zûniyyete mebnî adalarım kapularmı muhâcirîne küşâda iderek Amerika'dan, Japon­ya'dan ve mahâll-i sâireden bir takım ahâlî celb ve iskân ider­ler. Bu kuwe-i ecnebiyyenün vürûdıyla tasavvur eyledükleri mahzûr mündefi' olursa da bu sefer Havâîlilerün mevcûdiy- yetlerini menfaatlerince tehlike gördüklerinden ve husûsıyla fenâlığun eşedd-i kabâyihini ihtiyâr itmedükçe müsterih olma­mak tıynet-i cismâneleri iktizâsı idüğinden anâsır-ı aslîyi mü­teferrik itmeğe azm ile Havaî adalarınım imrâz-ı sâriyyeye şâ- fî havâss-ı Havâîyeyi hâvî oldığı işâ'atıyla çâre-cû-yı sıhhat o- lan firengili, uyuz ve daha şâir hastalıklarla ma'lûl bir çok eş- hâsdan muhâcirîn-i vâride miyânmda içeriye aldırırlar ve bun­larla ihtilâtda bulınduklan ahâlî-i mahalliyeyi imrâz-ı mezkû- renün kâffesiyle aşılayarak mahkûm iderler. Musâbînün bu sı­rada akıllan başlarına gelirse de heyhât ehibbânlannı (?) pençe-i mevte teslim itmek üzre buhnanlar hukûkiannı inşân elinden nasıl kurt ara bilürler garîbdürki ne intikâm-ı hakkdan ve ne de muâheze-i vicdân ve târîhden ihtirâz itmeyen papas- lar ahâlînün bu felâketinden istifâde itmek sevdâsma düşerek ebvâb-ı muhâceretün kraliçe cânibinden açıldığından ve bi­nâen aleyh musîbet-i vâkı'aya esâsen ânun sebebiyyet virdi- ğinden bahs ile bir tarafdan ahâlî-i mahalliyeyi metbu lan ve diğer tarafdan gûnâgûn ecnebiler aleyhine sevk iderler. Bu tezvîrâtun te'sîrâtıyla iğtişâşât ve ihtilâlât vuku a gelerek bir çok kanlar dökmek ve hânmânlar sönmek gibi hâlât-ı müessi­fe vuku' bularak neticede mübtelâ-yı eskâm olan ahâlî ihtilâf- dan memnû'iyyet şartıyla tahsis olman adalardan birine tıkılub kraliçe ise tahtı bi'l-ilgâ mahâfil-i kibânnun sermâye-i han- de-i istihzâsı olmak üzre Vaşinkton'a ib'âd ve idâre-i hükümet usûl-i cumhûriyyete bi't-tebdîl makâm-ı riyasete misyonerzâ- delerden Mister "Doll" isminde biri ik'âd olınur. Müte'arrızlar vaktiyle adaları tasarruf itmişiken bilâhare idâresini de elleri­ne alarak melhûz add itdükleri mahzûrâtun kâffesini teb'îd ve servet-i tabî'iyyeyi kamilen şahslarına hasr ve takyîd ile misyo­ner iken milyoner ve tâbi' iken metbû' olurlar merkûmân bu veçhile hâkimiyyet dahi itmekde olduklan hâlde âhiran zuhûr iden bir hâdise adalarun tâli'-i siyâsîsince âtiyyu 1-arz tebed­dül vukû'ını mûceb bir şekil almışdur. Ma’lûm-ı âlî-i âsaf-ı ek- remîleri buyunldığı üzre hükûmât-ı mectemi'ada bu harât fır- kasınun mevki'-i iktidârdan sükûtıyla cumhûrîlerün fırka-i mezkûreyi istihlâf eylemesi Amerika'da hadd-i a'zam ta'rifesi- nün mevki'-i tatbîka vaz'mı intâc eylemişdür. Halbuki Havâî'de külliyetle şeker kamışı yetişdirilmekde olmasına ve Ameri­ka'da mahsûl-i mezkûr idâre itmeyüb bu bâbdaki ihtiyâcât-ı sınâ'iyye ve umûmiyye gûyâ Filipin ve Havâi adaları idhâlâtıy- la tesviye olındığı hâlde bu cezirelerim ilk ikisi birkaç seneden berü uğradığı musâib-i ihtilâliyye yüzünden gayr-i mezrû' ka­larak şimdi yalnız Havâi kamışlarınım revâc göreceği ve mil­yonlarca para ideceği sıra bulınmasına mebni misyonerler bu fırsatdan istifâde içün mahsûllerini yeni ta'rifeye tâbi'iyyetden başka çâre göremeyüb hilâf-ı hâl ise eski kârlarım da sekte- dâr ideceğinden ve şu kadar varki Havca bir memleket-i ecne- biyye bulındukça bu cârenün istihsâli gayr-i mümkin idüğin- den cezirelerim hükûmât-ı müctemi'aya ilhâkı imkânını dü­şünmüşler idi lâkin mevcûd olan kânûn-ı meşhûr mûcebince Amerika'ya arzen Amerika'dan mufasıl memâlike ilhâkı mü- câz olmadığından maksadlarına vusûl ve hile evlâda pek mü- te'assir görünmekde idi fakat bir milleti desise ile vatanından mahrûm itmek müşkilâtma galebe iden bu âdemlerim millet­lerine diğer bir vatan kabûl itdirmekde usret bulmsa da ifhâm idecek hile îcâdmdan âciz kalmayacakları ednâ mülâhaza i- le tahakkuk ider. Nitekim tecemmümlerini hayr-ı husûle îsâl i- debilmek üzre üç beş aydan berü Amerika'ya gelerek Havâî- lîlerün harabına sebeb olan aynı vâsıtaya ya'ni riyâset-i nas- râniyyeye mürâca'at ve ibtinâ ile var kuvveti lisâna virdiler ki­lise ve hollerde îrâd itdükleri nutuklarda ahâh-i mezbûrenün gerek başlı başına yaşaduklan ve gerek kendileri tarafından cumhûriyyetle idare olmdukları müddetçe tashîh-i ahlâkları mümkin olamadığından ve çünki tab'an süfliyâne şiddetle mail olarak hattâ bir takım emrâz-ı müzmineye düçâr oldukla­rı cihetle düşdükleri felâket uçurumundan kurtarılarak evc-i sa adete ıs'âd olınabilmeleri ancak şedîd işkence ve müessi- rü'n-nüfûz bir hükûmetün zîr-i tâbi'iyyetine girmeğle kâbil ola­bileceği anlaşıldığından tutdırarak Havâi adalarımın hükû- mât-ı müctemi'aya ilhâkı zımnında nezd-i hükûmetde tazyîkât icrâsı muktezâ-yı diyânet oldığını şiddetle tavsiye eylediler. A- merika'da ekseriyyet ahâlî amâ ile ma'sûfdur göremez nazar- ı vukûfmı hatîblerün zıyâ-yı teblîgâtı tenvir ider. Hasîsa-i muhâ- kemeden mahrumdur kıyâs idemez bu sebeble Havcâ'nün sergüzeşt-i hakîkiyyesine vâkıf olmaduklan ve misyonerlerün hüsn-i şehâdet-i evveliyeleriyle sû-i ihbârât-ı âhireleri arasın­daki tenâkuzun ale'l-husûs mürûr-ı zemân ile farkına varama- yarak diyânete müsteniden îrâd olman kâzibâne nutuklarım firiftesi oldukları hasebiyle hemân fikrleri üzerinde bir galeyân husûle gelmişdür. Galeyân vâki' ise ber vech-i me'mûl Hazret- i Isâ mebusluğu sıfatıyla iblis vekilliği vazifesini ifâ itmekde o- lan hatîblerün bekledükleri netâyici hâsıl itmiş ve âkıbet-i hükûmet-i cezâyir-i mebhûsün anhânun ilhâkma bu defa karâr virmişdür karâr-ı mezkûrdan dolayı gerçi Havâî'de on beş bin nüfûs kadar tebe'ası bulman Japonya hükümetiyle hükûmet-i müctemi'a arasında bir ihtilâf zuhûr itmiş ise de bu ihtilâf bir sûret-i tesviye ile karîban izâle idilerek tasmîm-i ilhâkun emr-i vâki' hükmini alacağına bura matbu âtıyla mehâfili tarafından hükm olmmadadur. Havâi adalarımın ber vech-i ma'rûz hulâ- sa-i târihini tahrîr iderek tasdî'-i serâlî-i hidîvânelerine cesâret idişimbervech-i zîruç sebebden nâşîdür. Birincisi Hükûmât-ı müctemi'aya Amerika hâricinde arâzî ilhâkınun âdem-i cevâ- zı hakkmdaki kânûnun mutlakâ mer'î olmadığım ve İkincisi A- merika'da kavânînün âdem-i mer'iyyetine bâ'is olacak merte­bede nezd-i hükûmetde te'sîri bulman efkâr-ı umûmiyye üze­rinde misyonerlerün ne mertebe nâfiz oldığı ve üçüncüsi dahi memâlik-i mahrûse-i şâhânede dahi emsâli mevcûd ve âsâr-ı muzırrası meşhûd olan Amerika misyonerlerimin daha ne gi­bi melanetlere kâbiliyetleri bulmdığım mûş'ir birer misâl zikr itmekdür. Mevâdd-ı mezkûrenûn ehemmiyet-i mahsûsası ise nazar-ı gavâmız esnâ-yı âsaf-ı ekremîlerine karşu muhtâc-ı tafsil ve îzâh bulmmamağla ol bâbda emr u fermân.




Kaynakça:

1) Uygur Kocabaşoğlu, “Kendi Belgeleriyle Anadolu’daki Aı rika”, İstanbul, 1988, Arba Yay.

2) Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA), Y.A. Hus. 376/68

ALINTI : TARİH DÜŞÜNCE  (Nisan 2003)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder